- 26.12.2012 00:00
Adı bir baraja verilen Cemil Çiçek, devlet adına yıllardır yürüttüğü ‘siyasi baraj' olma işlevine geçen hafta bir örnek daha ekledi.
Yukarıdaki muhakemenin Sünni İslam'ın takipçileri arasında son derece mantıklı ve makbul bulunacağı konusunda bir şüphe yok. Ancak ne yazık ki bu muhakeme hem sosyolojik hem de dinsel açıdan son derece kusurlu. Toplumsal değişimi anlamayan, dindarlığın toplumsal dinamik içinde her gün yeniden inşa edildiğini fark etmeyen, basit insan aklıyla hiçbir zaman tümüyle kavrayamayacağı bir ilahi iradenin tercihine ilişkin hüküm verme cesaretini gösteren bir had bilmezlik örneği… Yukardaki argümanı sırasıyla ele alalım:
1) Diyanet'in görev alanının anayasaya göre yapılması ancak devlet içi yapılanma açısından işlevseldir. Bu kurumun dinsel otoritesini belirleyemez. Kendi imamının ardında namaz kılma özgürlüğüne sahip bir dinin müminlerinin, devlet tarafından saptanan bir bürokratik kurumu ‘imam' bellemeye zorlanmaları dindarlığa hakarettir. Öte yandan Diyanet kendisini tüm Müslümanları temsil ediyor sanabilir, ama Müslümanların en azından bir bölümü bu kurumun temsil yeteneğini kabul etmiyorsa gerçek budur. O nedenle yetkisi meşruiyet zaafı içeren bir kurumun sözüyle dindarlar için neyin ibadethane olduğu saptanamaz.
2) Hz. Ali üzerinden giderek Aleviliğin İslam dışı olmadığını söylemek cemevi meselesiyle doğrudan ilgili değildir. Nitekim Aleviler de Aleviliğin İslam dışı olduğunu söylemiyorlar. Soru İslam'ın tek bir ibadethaneye sahip olması gerekip gerekmediğidir ve bunun dinden kaynaklanan bir yanıtı bulunmuyor. Camiler dindarların doğal olarak buluşup toplu ibadet ettiği yerin adı. Dolayısıyla önce cami sonra dindar yok! Önce dindar sonra cami var ve ‘cami' olan mekanın tercihi dindarlara ait. Dindar ise sosyal değişime tabi bir özne… Yani bugünün dindarının dünküne benzemesi gerekmiyor ve zaten hiçbir zaman da öyle olmuyor. Eğer İslamiyet, bu dine inanan her türden mezhepten insanın ille de aynı ve tek bir mimari mekan içerisinde ibadet yapmasını zorunlu kılan bir yaptırımı şart koşmamışsa, bunun bir mezhebin müminleri tarafından zorlanmasının da meşruiyeti olamaz.
3) Dindarlığı horlamış olan bir rejimin çıkardığı kanuna dayanarak dindarlığın nasıl yaşanması gerektiğini söylemeye kalkmak utanç verici bir tutumdur. Herhalde Türkiye'nin inanç sahipleri nasıl ve nerede ibadet edeceklerini devrim kanunlarına bakarak saptamak durumunda değiller. Ayrıca o kanunda cemevi adının zikredilmemesinin de açık bir nedeni var: Çünkü o tarihte cemevi diye bir kurum yoktu. Cemevi ihtiyacı camilerin Sünnileştirilmesi sürecine paralel olarak ortaya çıktı ve o nedenle de bugün Alevileri camiye davet etmenin bir anlamı kalmadı.
4) Hacı Bektaş-ı Veli zamanında camilerin Aleviler tarafından ibadet yeri olarak kullanılması bugünkü Alevilerin nerede ibadet edeceklerini belirlemez. Tabii eğer Hacı Bektaş-ı Veli'ye bir ‘sünnet' atfedilip körü körüne takip edilmiyorsa. Mesele günümüzün Alevilerinin ibadet ihtiyacının sağlanmasıdır ve camilerin devre dışı kalmış olmasının sorumlusu da Sünni duyarlılığın geçmişte ayrımcı bir noktaya varan tutumudur.
Kimse kendi din anlayışının başkasınca aynen paylaşılmasını talep edemez. Kimse aynı peygamberden hareketle aynı inancın yaşanmasını garantileyemez. Alevilik ve Sünnilik aynı peygamberin takipçisi ama büyük ölçüde farklılaşmış inançlar. Gerçek bu… Cemevlerini engellemek sadece bir hazımsızlık.
Yorum Yap