- 8.11.2012 00:00
Siyasi değerlendirmelerde çoğu zaman AKP öncesinin demokrasi açısından ‘normal’ sayılamayacağını vurguluyoruz. Ne var ki AKP iktidarları süreci de, bir ‘normalleşme’ olmakla birlikte, kesinlikle ‘normal’ bir dönemi ifade etmiyor.
Normalleşme bugünün geçmişle mukayese edilmesi sonucunda geldiğimiz bir kavram. Oysa ‘normal’ bugünün olması gerekenle mukayesesine dayanıyor. Kısacası AKP’nin hükümet olmasıyla birlikte normale doğru bir adım atılmışsa da, henüz o normalden çok uzaktayız.
Söz konusu değişim AKP’nin demokrat olmasını zorunlu kılmıyordu ve nitekim onların da öyle bir kaygısı olmadı. Buna karşılık bu hareket kendi iktidarının bir tür normalleşmeyi ifade ettiğinin farkındaydı ve bu söylemi kendisine bayrak yaptı. Diğer taraftan AKP’nin özeleştiri kaygısı da olmadı... Ama kendisine ‘dokunan’ eleştirileri yapmaktan çekinmezken, ideolojik zemini ve siyasal ufku genişletti.
Bu süre içerisinde AKP’nin demokrasiyi yerleştirme isteği ile yönetim dizginlerini elden kaçırma endişesi arasında dengeyi tutturmakta zorlandığını gördük. İktidar alanının pekişmesiyle birlikte de demokratik alandan taviz verilmeye başlandı. Ancak ‘AKP öyleydi böyle oldu’ şeklindeki tespitlerin süreci açıklamaktan uzak olduğunu ve sadece rahatlatıcı bir ‘pozisyon’ yarattığını görmekte yarar var. Ne var ki siyasi pozisyonlar genellikle karşı pozisyonların tahkimine neden olur ve değişim yaratmazlar. Kendimizinkinin dışında bir siyasi pozisyonla karşılaştığımızda pozisyonumuzu terk etmez, aksine onu güçlendirme kaygısı duyarız.
Sol/liberal aydınların sesinin dindar alemde siyaseten anlamsızlaşmasının nedeni bu. Buna karşılık İslami kesimin ‘duyarsızlığı’ sol/liberal aydınların kendi pozisyonlarını daha da sert bir biçimde öne sürmelerine neden oluyor. Sonuçta karşı tarafa ulaşma isteği iyice azalıyor ve eleştiri kendi ‘sözünü’ önemsemekle özdeşleşiyor. Bu ruh halinin en ilginç sonuçlarından biri, iktidarın yaptıklarına değil sözüne bakma şeklinde somutlaşıyor. Sol/liberal aydınlar uzunca bir süredir Başbakan’ın sözlerinden hareketle AKP’yi, oradan giderek İslami kesimi ‘analiz’ etmeye soyunuyorlar. Bu sözlerin antidemokratik tınısı hükümetin gizli ‘faşistliğine’ delil olarak sunuluyor. Ne var ki bunun bir kolaycılık olduğunu ve tümüyle apolitik bir ‘laik’ duruş yarattığını görmekte yarar var.
Kolaycılığa verilebilecek en belirgin örnek bu hükümetten ‘kurtulma’ arayışının da yine AKP içindeki kırılmalara muhtaç olması... Analiz yapılırken de hükümetin askerle anlaştığı ve bu sayede ‘kendi’ iktidarını pekiştirdiği öne sürülüyor ama aynı iktidarın demokratik bir laiklik anlayışıyla da uyum içinde olmasının üzerinde durulmuyor. Aynı anda hem askerle iyi geçinen, hem de askerin ideolojik dayanağı olan laikliği ‘yumuşatan’ bir iktidarın ne anlama geldiği ilgi çekmiyor. Anayasa sürecinin yavaş gittiği ve zaten ‘bunların’ anayasa yapmayacağı iddia ediliyor, ama aynı anda da anayasanın uzlaşmacı olması isteniyor ve AKP’nin kendi anayasasını yapmasından kaygı duyuluyor. Belki de sol/liberal aydınlar muhtemel bir anayasayı her halükarda mahkum etmenin altyapısını kurmakla meşguller. Bu yaklaşım onlara rahatlatıcı bir ‘eleştirel’ konum sağlıyor, ama aynı zamanda kendilerini siyaset dışı kılıyor.
Kolaycılığın başka tezahürleri de var: TOKİ, kentsel dönüşüm, enerji santralları veya Maslak’ın Sarıyer’e bağlanması gibi konularda halka sorulmadığı, toplumsal bir tartışmanın yapılmadığı vurgulanıyor. Bu haksız bir eleştiri değil... Ama Türkiye’de halka sormanın bir geleneğinin olmadığı, bunun şimdi başlaması gerektiği düşünüldüğünde, söz konusu tavır doğru sonuç almaktansa ‘karşı tarafı’ vurma hevesini ima ediyor. Son AB raporu ise ‘çöpe atma’ eylemi etrafında değerlendiriliyor ve iktidarın AB’den uzaklaşması olarak yorumlanıyor... Bu tepkinin altında AKP’nin hak edildiği düşünülen bir takdir yaklaşımıyla karşılaşmamasının yatabileceği, ilişkinin gerçekte çok daha karmaşık olduğu ve dindar iş dünyasının bakışından bağımsız anlaşılamayacağı fark edilmiyor.
Bütün bunlar bir yana, İslam karşıtı filme Türkiye’de nasıl olup da bu denli az ve olgun bir tepkinin oluştuğu, Arap baharına rağmen bu ülkede selefi kaymanın niçin güçlenmediği ve bu durumun AKP iktidarıyla bir ilişkisinin olup olmadığı gibi sorular ise hiç sorulmuyor... Görünen o ki, Sol/liberal pozisyon kendisini siyaset yapar görmeyi yeterli buluyor. Ama bu tutum AKP’yi siyasi alanda yalnız bırakmaktan ve İslami kesim nezdinde anlamsızlaşmaktan başka sonuç vermiyor.
Yorum Yap