- 1.11.2012 00:00
Ticari şirketlerin daha sağlıklı karar almalarını hedefleyen danışmanlık çabaları 1960 sonrasında giderek yaygınlaşırken, bunların bazıları öğrenme süreçlerini tetiklemeyi hedef aldı.
Çünkü sosyopsikoloji temelli araştırmalar çok basit bir gerçeği ortaya koymuştu: Başarısız olan, yanlış kararlar alan şirketlerde sorun ‘doğru’ kararın bilinmemesi değildi. Her örnekte en az birkaç kişi, ama çoğunlukla çok sayıda kişi doğru kararı işaret etmiş ama sonuçta yanlış karar uygulanmıştı. Diğer bir deyişle şirketlere ‘doğru’ müdahale, onları doğrular konusunda eğitmekle sağlanamazdı. Doğru bir müdahale, kurumun kendi içlerinde zaten var olan doğruyu yakalamayı sağlayacak kültüre geçmesine bağlıydı. Söz konusu ‘sağlıklı’ kültüre farklı ekoller farklı bir etiket yapıştırabilir, ancak bu kültürün niteliklerine baktığımızda demokrat zihniyetten bahsedildiği görülecektir.
Kısacası sosyopsikoloji bize şunu söylüyor: Doğruları söylemek, istenen veya gerekli olan değişimi sağlamıyor. Çünkü aslında çoğu zaman doğrunun ne olduğunu neredeyse herkes biliyor. Ama yapmıyor... Kurumlarda alınan her karar, atılan her adım somut bir bağlam içinde, herhangi bir alandaki tekil doğruyu daha karmaşık bir bağlama oturtarak alınıyor. O bağlamın bir bütün olarak irdelenmesi ise egemen zihniyetin ve kurum kültürünün ima ettiği öncelikler üzerinden gerçekleşiyor. Bu ise bir dizi amaç, hedef, kaygı ve endişe demek... Diğer bir deyişle eğer bir kurumsal kararı etkilemek istiyorsanız, söz konusu kararı kendi bağlamı içinde ve o kuruma içselleşmiş olan amaç ve endişeler üzerinden okumanız gerek. Eğer amaçlarda anlaşmıyorsanız zaten sizin doğrunuz muhatabınızın doğrusu değil demek... Eğer amaçlarda anlaşıyorsanız maharet muhatabınızın endişelerine ulaşmayı gerektiriyor.
Ticari şirketler için geçerli olanlar siyasi partiler için de aynen geçerli... Partilerde de belirli bir amaç için bir araya gelmiş, kendi içinde iş bölümü yapmış, hiyerarşi kurmuş bir insan grubu var. Orada da inisiyatif alma, iletişim, eleştiri, sahiplenme gibi ‘iş yapmanın’ temel unsurları mevcut. Orada da sonuca yönelik performansın ve insan ilişkilerinin bir kültürü, o kültürün dayandığı bir zihniyet söz konusu.
Dolayısıyla bugün AKP iktidarını analiz ederken o zihniyeti temel başlangıç noktası almak ve bunu anlamaya yönelik bir arayış olarak geliştirmek gerekiyor. Çünkü iktidar partisinin kültürü bu zihniyetin içinde somutlaşıyor ve nihayette alınan kararlar da o kültürün ima ettiği iletişim sisteminin içinde yoğruluyor. Bugün AKP’ye yönelen sol/liberal aydın eleştirisi ise esas olarak iki yönde: İlki bu partinin dayandığı kültürü ve zihniyeti hedefe alıyor ve kategorik bir dışlamayı ima ediyor. AKP’nin zihniyetinin bir anda, veya ‘biz’ söylüyoruz diye değişmesi herhalde olası değil... Zihniyete yönelik analizler anlamayı teşvik ettiği ölçüde karşınızdakine uyarıcı olur, çünkü eğer sizin samimiyetinize inanmaktaysa muhatabınız kendisine yeni bir gözle bakmayı deneyebilir. En azından o kesimden bazı insanlar bu yöne gidebilirler ve bu da kurum içinde, yani bu örnekte AKP’de bir yeni arayışı başlatabilir. Ancak zihniyete yüklenmeler o kültürü mahkûm etmek için yapılırsa karşı tarafın olumlu anlamda etkilenmesi mümkün olamaz ve aksine karşılıklı bir dışlama meşru hale gelir. Dolayısıyla sol/liberal çevrelerin bugünlerde sürdürdükleri eleştiri kampanyası büyük ölçüde binilen dalın kesilmesini ifade ediyor. Sonuçta laik kesim kadar dindarlar da konsolide oluyorlar ve onlar çoğunlukta...
Sol/liberal eleştirinin ikinci türü ise doğrudan alınan kararları hedef alıyor ve onların evrensel ölçütler nezdinde ne denli yanlış olduğunun altını çiziyor. Böyle bir eleştirinin netice vermesinin ise iki yolu var: Ya muhatabınız da aslında o evrensel ölçütlere büyük önem verecek, ya da sizin uyarmanız üzerine o evrensel ölçütlere bakma ihtiyacı veya hevesi duyacak. Ne var ki sol/liberal eleştiri hem AKP’nin ‘zaten’ evrensel ölçütlerle ilgisiz olduğunu vurgulayıp bunu o kesimin kültürüne bağlıyor, hem de bunu sert ve itici bir dille yapıyor. Bu durumda AKP içinde evrensel ölçütleri benimseyenler varsa bile, bu kişilerin siyaseten güçlenememeleri kimseyi şaşırtmamalı. Eğer sol/ liberal aydınlar yeterli zekâdan mahrum değillerse – ki kimse bu varsayımı savunamaz – sanki AKP içinde gerçekten de evrensel ölçütlerin galebe çalmasını istemiyorlar gibi gözüküyor. Dahası sol/liberal eleştiri bir amaç birlikteliği olmadığını ve sorunun AKP’de olduğunu söylüyor. İyi de o zaman AKP sizi niye dinlesin? Maksat AKP’nin dinlemesi değilse acaba ne? Laik konsolidasyon ve ayrışma mı?
Bazılarına yadırgatıcı gelebilir ama demokratlar AKP ile genel bir amaç birlikteliği varsayıyorlar. Bu partinin daha demokratik bir Türkiye istediği konusunda samimi olduğunu düşünüyorlar. Bu tam olarak kendi kafalarındaki Türkiye olmasa da... Dolayısıyla anlama ve konuşma gayretini anlamlı buluyorlar, çünkü olumlu ve yapıcı bir etkileşimin hem dindar kesimin hem de bizzat kendilerinin bakış açısını her gün genişlettiğini görüyorlar.
Yorum Yap