- 11.10.2012 00:00
Uzun süre belirli bir ideolojik kurgu içinde düşünmeye ve yaşamaya alışmış toplumların en önemli handikabı öznel olanın nesnel sanılmasıdır.
Belirli bir somut tarihsel moment ve coğrafyada ortaya çıkmış olan algı ve tanımların ‘insanlık’ adına doğru olduğunu, yani ‘evrensel’ bir nitelik taşıdığını düşünmeye fazlasıyla yatkınız. Aslında evrensel olan, bu yaklaşımın kendisidir... Belirli bir zihniyet ve kültür içinde uzun süre yoğrulduğunuzda, söz konusu zihniyet ve kültürü ‘normal’ ve ‘doğal’ saymaya başlarsınız ve bu durum hangi zihniyet ve kültürde olduğunuza bağlı da değildir.
Dolayısıyla bu açıdan bakıldığında batı ile doğu, modern ve İslami dünyalar arasında herhangi bir fark yok. Her ikisi de diğer kültürün yaklaşımını yadırgıyor ve ötekinin kendi normlarına uyması gerektiğini savunuyor. Bu iki kültürün birbirinden uzak, kendi içinde muhkem havuzlar gibi yaşadığı dönemlerde sorun yoktu. İki kültür arasında yaşanan ‘sızmalar’ bireyseldi ve dışarıdan gelenin içine girdiği kültüre adapte olmasını doğal kılıyordu. Ancak küresel ortam bu durumu öngörülebilir bir gelecekte kalıcı olarak değiştirdi. Bugün doğu ve İslam artık batının ve modernliğin içinde, onun bir parçası. Yani dışarıdan gelen artık bireysel değil, cemaatsel ve o nedenle de kendi kültürünü bu yabancı âlemde yeniden üretebiliyor.
Kısacası günümüzün meselesi birbirine benzemeyen kültürlerin, kendilerini kamusal alanda yeniden üreterek ve o kamusal alana müdahil olarak, ‘birlikte’ nasıl yaşayacakları, bu birlikteliğin normlarının nasıl belirleneceğidir. Elimizde tarihten gelen bir örnek bulunmuyor. Hemen akla gelebilecek Osmanlı örneği, ‘birlikte’ değil yan yana yaşayan cemaat ve kültürleri ima eder ve bu düzenin hayatiyeti de merkezi devletin toplum üzerinde hiyerarşik ve sarsılmaz bir güç oluşturmasıdır. O devlet toplum tarafından denetlenmeyen, topluma hesap verme zorunluluğu olmayan, gücü kendinden menkul bir devletti. Üstelik de cemaatlerden birinin kültürünü ideolojik meşruiyeti için kullandığı dikkate alınırsa, eşitlikçi bir anlayışa da sahip değildi. Günümüzde böyle bir devletin yaşaması imkânsız, ama bu mümkün olsaydı bile bugünün cemaatlerinin eşitliği reddeden tahakkümcü bir devlete razı olmaları herhalde çok zor.
Demek ki meselemiz kültürel farklılıkların birlikte nasıl ortak normlar üretebileceğidir. Liberalizm bu konuda epeyce çaresiz. Modern tasavvur, en azından şu an için toplumsal var oluşun her alanında en ‘ileri’ normlara sahip olunduğunu varsayıyor. Bu normlar bireyin temel alınması gerektiğini ve onun özgürlüğünün kutsal olduğunu söylüyor. Böylece bir bireyin özgürlüğünün diğerinin özgürlüğünün sınırında olduğunu öne süren klişe ile karşılaşıyoruz. Buna göre eğer bir bireyin herhangi bir eylemi, diğer bireylerin özgürlüğünü kısıtlamıyorsa o eylem meşrudur. Bu düsturu temel alırsak tabii ki bütün İslam karşıtı provokasyon filmleri ve her türlü hakaret meşru olur. İtiraz edeceklere söylenecek söz basitçe ‘seni engellemiyorum, sen de yap’ olacaktır. Böyle bakıldığında ‘nefret suçu’ diye bir kalıbın hiçbir meşruiyeti olamaz. Nefret etmek doğal bir duygu olduğuna ve nefreti ifade etmek diğer insanın nefret ifade etmesini engellemediğine göre böyle bir suç tanımına da gerek yok.
Ne var ki bu bakış, farklı kültürlerin birlikteliği söz konusu olduğunda gerilim, çatışma, şiddet ve nihayette toplumsal çöküşü ima ediyor. Dolayısıyla ‘şiddeti tahrik ve teşvik’ eden beyanların ifade özgürlüğü içine girmediği önermesi yapılıyor. Bazıları bu değerlendirmenin bir nüans içerdiğini savunmakta: Şiddetin ancak elinizde bir güç varsa hayata geçebileceğini, o nedenle nefret suçunun ancak azınlıklara karşı işlenebileceğini söylüyorlar. Öncelikle meraklısı için söyleyelim, örneğin Wikipedia tanımında böyle bir nüans yok. Ama farz edelim ki öyle olsun... Küresel iç içe geçmiş dünyada bir yerdeki azınlığın hemen yanı başındaki bir yerde çoğunluk olduğunu görüyoruz. Bu durumda bir toplumda çoğunluğa yapılan hakaretin nefret suçu olmadığını söylemek anlamlı mı? Ayrıca her azınlığın içinde başka azınlıklar var. Mesela bir Türk Kürtlere karşı nefret suçu işlerken, aynı eylemi yapan bir Zaza nefret suçu işlememiş sayılabilir mi?
Ancak bütün bunların ötesinde, tarihsel momentte ortaya çıkmış olan bir tanım hangi meşruiyete dayanarak ‘evrensel’ veya ‘doğru’ ilan edilebilir? Nefret suçu şudur diye tanım yapmak tek kelimeyle gülünçtür. Çünkü bu tamamen öznel, yani kültürel bir tanım. ‘Bugün, bizim için’ tanımlar yapabilir ve hayata geçirebiliriz ama bunların genel geçer olduğunu söylemek sadece duyarsızlığı ifade eder. Çünkü tek başımıza yaşamıyor, dünyayı ve hayatı başka kültürlerle paylaşıyoruz. Nefret suçu ve ifade özgürlüğü gibi alanlarda da bugünün geçerli tanımının bugünün dünyasını, çoğulcu ve interaktif kültürel ve cemaatsel yapısını dikkate alması gerekiyor.
Bazı ‘modernlerin’ bu idrake kolay gelemeyecekleri açık. Onlar çok uzun süre kendilerini gerçekten ‘ileri’ olarak gördüler ve bu ‘ileriliğin’ içerdiği öznellikle yüzleşmediler.
Yorum Yap