- 18.05.2020 00:00
Hep iddia edegelmişimdir, necip ülkemiz Türkiye’de yolsuzluklar büyük boyutlara ulaşmıştır ve bu büyük boyutlara ulaşan yolsuzlukların kısm-ı azamı yasal yollardan, kanunlar bir biçimde kasten kötü yazılarak ve kötü yorumlanarak yapılmaktadır.
Bu karabasan günler geçtikten sonra da bu sorunun hemen çözülmeyeceğini ve özellikle de yasal yolsuzluk olgusunun çok uzun süreler devam edeceğini tahmin ediyorum, kimse meselenin en özünü atlamasın lütfen.
Bizlere de bugünlerde düşen, ister Marquez’e atfen corona günleri deyin, ister büyük yolsuzluk ve kriz günleri deyin, söz konusu yasal yolsuzluk yöntemleri ve çözümleri üzerine geniş vakitler kullanarak çözümler önermek.
Bugün büyük meselenin küçük bir bölümüne değineceğim ve hukuk sistemimiz için temel kanun kavramını önereceğim; aşağıda tanımlayacağım temel kanun kavramı da sevdiğim bir İngilizce iktisat tabiriyle “tying someone’s hands” -birilerinin ellerini bağlamak- rolü üstlenecek, kasti kötü yasa yapma ve yorumlamayı zorlaştırabilecek.
Ben “temel kanun” kavramına bizdeki tanımdan çok farklı bir anlam yüklemek istiyorum.
Aşağıda, bizde geçerli olan temel kanun kavramının tanımı var (TBMM sözlük):
“Kapsamlı kanun tasarı ve tekliflerinin, 30 maddeyi geçmeyen bölümler hâlinde özel bir yöntemle görüşülmesidir. Bu yöntemde maddeler ayrı ayrı görüşülmemekte ve maddeler üzerinde verilen önerge sayısı daha da sınırlandırılmaktadır.”
Yazıma başlamadan benim derdimin ve bu kavrama yüklemek istediğim anlamın bu olmadığını öncelikle ve özellikle vurgulamak istiyorum.
Benim temel kanun kavramından muradım, tam aynı şey olmasa da, Fransızların “loi organique” -organik kanun- kavramı gibi bir şey, aşağıda açıklayacağım.
Malum, bir ülkede en üst hukuk normu anayasa.
Anayasaların da temel hak ve özgürlüklere ilişkin devletin imzaladığı ve usulünce yürürlüğe soktuğu uluslararası sözleşmelere uyma mecburiyeti olmalı; İspanya ve Portekiz anayasalarında bu yönde maddeler var.
Yine malum, anayasa TBMM’de nitelikli çoğunlukla ve gereğinde de referandumla değişiyor.
Parlamentodan çıkan kanunların da anayasaya uyma mecburiyeti var; kanunların değişmesi daha kolay.
Şayet yasaların anayasaya uymadığı iddiası varsa Anayasa Mahkemesi de son sözü söylüyor.
Ancak, bizim necip ülkemizde uygulamalarda bu klasik şablona uymayan tuhaf durumlar olabiliyor.
Mesela, Anayasanın 160. Maddesi Sayıştay’ın görevini belirliyor ve bu madde ile çelişmemesi gereken bir Sayıştay Kanunu var.
Ancak, yürütme organı bir kamu idaresi birimi ihdas edebiliyor ve bu kamu idaresi biriminin Sayıştay denetimine tabi olmadığını kanuna yazabiliyor.
Varlık Fonu denen ucube, mesela Turizm Ajansı bu duruma örnek.
Varlık Fonu ihdas edip kamu parası kullanan bu fonu anonim şirket ilan etmek sadece bir şapkadan tavşan çıkarma işi.
Benim temel kanun adıyla anayasallaşmasını önerdiğim mesele de şu:
Bazı kanunlar, mesela Sayıştay Kanunu, mesela İhale Kanunu, mesela Kamu Yönetimi ve Borçlanma Kanunu temel kanun olarak çıkarılmalı, hiçbir yasal düzenleme Anayasaya olduğu gibi bu temel kanunlara da aykırı olamamalı.
Temel kanunların değiştirilmesi ise Anayasadan bir tık daha kolay ama kesinlikle kanunlardan çok daha zor olmalıdır.
Kanunlara temel kanunları ve anayasal hükümleri by pass edecek maddeler konulamamalı, bu alanda müeyyideler getirilmelidir.
Anayasada ifadesini bulacak temel hak ve özgürlüklere ilişkin esasların uygulanmasını düzenleyen kanunlara da temel kanun statüsü verilerek zırt pırt üzerlerinde oynanması engellenmelidir.
Bu önerilerimin bugün AKP-MHP çoğunluğu tarafından yasalaşması mümkün değildir ama makul bir sürede Meclis çoğunluğu demokratik hukuk devletine dayalı bir çoğunluğa geçerse bu önerimin de dikkate alınmasının potansiyel yolsuzlukları ve temel hak ve özgürlük ihlallerinin gelecekte engellenmesine yararlı olacağını düşünüyorum.
Şöyle de düşünebilirsiniz: Anayasa hükümlerine uymayan kanunlar çıkaran siyasal iktidarlar neden temel kanunları bağlayıcı görsünler?
Evet, hukuk devletinin yerleşmediği yerlerde bazı soruların yanıtları havada kalıyor.
Yorum Yap