- 1.01.2016 00:00
Hiç beklenmedik bir şey oldu: Rüyama çarptım;
-pardon, dedim.
İnanmayacaksınız ama tanıyamadım;
gözden yitmek üzereyken hatırladım onu; bağırdım, nafile:
Duymadı, durmadı.
(Esat Korkmaz)
Beş duyumuz var: Dördü köle, biri diktatör. Diktatörün adı göz, iktidarı ise görme. Kölelere gelince, birinci köle kulak, iktidarsızlığı duyma; ikinci köle dil, iktidarsızlığı tatma; üçüncü köle burun, iktidarsızlığı koklama ve dördüncü köle ten, iktidarsızlığı hissetme.
Göz denilen diktatör, köle durumundaki dört duyu organına ya benim gibi göreceksiniz ya da öldürüleceksiniz, diyerek saldırıya geçince, ezberi egemenlik kurmuş. Gözün uyguladığı ırkçılık nedeniyle bizler artık baktığımız rengin ya da sesin kokusunu alamıyoruz; gözün ezberini kıramıyoruz.Bu ezber tek taraflı kör bir iletişim yarattı ve bizler, bu kör iletişimin taşıyıcıları olduk.
Bir gece uykum kaçtı; uyandım: Radyodaki konuşmalar ilgimi çekti. Görme özürlülerin yaptığı bir program; konuk da doğuştan görme özürlü genç bir kız. Anlatıyor: “-Bir roman yazıyorum. Ama önce bir öykü kitabım olsun istedim; öykülerimi topladım ve Kör Kapan adı altında kitaplaştırdım. Kapak yapılacak, yapacak arkadaşa anlatıyorum. Balığa çıkmış biri, oltasını çekiyor; bir sürü balık çıkıyor ama hepsi ağ içinde; bir de bakıyoruz ki balıkçı ve balıklar da ikinci bir ağın içinde”, diye. Kapağı yapan arkadaş itiraz ediyor “-Bu olmaz”; ilk darbeyi uzmanından alıyor. Sonra yine devam ediyor; “-Şu şu renkleri kullan, özellikle kırmızı”, diyor.
Anlatımın bu noktasında, programı yapan görme özürlü genç kız soruyor: “-Niçin kırmızı? Kırmızı senin için ne ifade ediyor?”, diye. Hemen yanıtlıyor: “-Kırmızı benim için, gül kokulu, çıtır çıtır yanan bir odun”. Bu yanıt beni çok etkiliyor; harika bir tanım diyorum. Yıllar yıllar önce resim yapan akıl özürlübirinden denizin kırmızı, ağacın mavi olduğunu öğrenmiştim. Şimdi ise doğuştan özürlü birinden kırmızı rengin, kokusunu ve sesini öğrenmiş oldum.
Bunları niye anlatıyorum: Duyu organlarımızın ezberini kıramazsak eğer Şamanizm’i anlama-algılama şansımız yok. Şamanın esrik yolculuğuna eşlik edebilirsek eğer, başta göz olmak üzere duyu organlarımızın ezberini kırabiliriz: İçimizi görebiliriz, duyabiliriz, koklayabiliriz; en önemlisi, duyu organlarımızla algıladığımız bu-dünyada olmayan siyah renkle tanışabiliriz. Durumu bir örnekle açıklamaya çalışalım: Biraz da yazgı ortaklığı yapan siyah ve beyaz; Ortaçağ’ın sonlarıyla XVII. yüzyıl arasında, renk olma durumunu yavaş yavaş yitirdi. Matbaanın icadı ve gravürün ortaya çıkması, bu iki rengi, renklerin dünyasının en üstüne çıkarmıştı. Çok geçmedi Protestan reformu devreye girdi; onu bilimsel gelişmeler izledi; siyah ve beyaz, tahtından indirildi ve renkler dünyasının dışına savruluverdi. Bu da yetmedi, Isaac Newton, renk spektrumunu buldu; bulduğu renk düzeninde ne siyaha yer vardı ne de beyaza. Yine de beyaz, tüm renklerin toplamı olduğu için bir ölçüde paçayı kurtarmıştı. Siyahın hiçbir şansı yoktu: Newton, siyahın katili olarak tarihe geçti. Bu da bir renk devrimiydi.
Şamanın esrik yolculuğuna katılırsak eğer kendi yaşamımızdan başka yaşamlar yaşayabilir, ayık bilincimizi sorgulayıp tümüyle insani bir yaşam sürebiliriz. Yani aklımızdan firar edip aklımızı işsiz bırakmak, sonra da kendi aleyhine dönüştürdüğümüz aklımıza yeni bir iş bulmak zorundayız.
Aklımızı kendi aleyhine çevirip ona yeni bir iş bulduğumuzda, ruhumuzun her tebessümü, rengin farklı tonlarına ve sesin farklı tınlarına yuva yapacaktır, bu kesin; işte o zaman bizler de kanatlanıp tıpkı şaman gibi uçabiliriz.
Yoksa mı? Yoksa ölçülebilir olana indirgenen duyu organlarımızın duyu algıları nedeniyle bütün başka yerler bizleri terk edecek ve yapayalnız kalacağız.
Şaman Teriminin Kökeni
Araştırmacıların çoğuna göre, şaman ya da baksıterimleri yerine kam terimini kullanmak daha doğrudur. Çünkü Türkler ve Moğollar, şaman terimini bilmez. Bu terimi Rus araştırmacılar, XVII. yy. sonlarında Kuzey Sibirya’da yaşayan Tunguzlar’dan öğrendi. Tunguzca’da şaman, coşmuş, durmadan oynayan, bir oraya bir buraya sıçrayan kişi, anlamına gelir. Yani, koşullara karşı isterik tepki gösteren bir kimliktir. Şaman teriminin Tunguzca’dan geldiği konusunda genel bir kabul olmakla birlikte, yine de terimin etimolojisi, bilim insanlarını bir hayli uğraştırdı: Kimi bilimadamları bu terimin kökeninin Pali dilinde bulunan samna olduğunu ve Sanskritçe’derahip, zahit anlamlarına gelen çramana ile aynı kökten geldiğini savladılar.
Kimileri terimin kökenini Mançuca’ya, kimileriyse Firdevsi döneminde Farsça’da geçen ve Buda rahibi anlamına gelen şemen ya da şamen terimlerinden hareket ederek Hint dillerine; yine kimileri Çince’de geçen Chan-man terimini ölçü alıp Çince’ye bağlar. Son dönemlerde, Sogdca metinlerde şeytan anlamına gelen şaman terimine rastlandığını da burada belirtelim.
Yorum Yap