AH KIZILDERE

  • 29.03.2016 00:00

 Bir Koşu Devrim

Köktenci görüşler getirmenin yükü öğrenci kökenli devrimcilerin omuzlarına yıkılmıştı. Medyanın öne çıkardığı arkadaşlar yıldız oldu ve gerçekle bağıntısını yitirdi: Öncü olmanın dışında seçeneği, öncü savaş alanı dışında gezineceği yer kalmamıştı. ‘68 Ruhu’nda sistemin doğasına tepki, her bireyde aynı duyguyu uyandırıyordu: Bir Koşu Devrim.

Temel amaç kavgayla saygı uyandırmaya dayanıyordu; ya bizimleydiniz ve biz dünya halklarıyla birlikteydik ya da bizimle değildiniz ve dünya halklarına karşıydınız. Herkes kendi kafa yapısına uygun bir aşk seçer, onu kendine Tanrı yapar ve bir heykel işler gibi işler onu, ona tapar. ‘68 Kuşağı’nın aşkı devrimdi; onu işliyordu. Ne yaptığına inanmak ya da ne yaptığını biliyormuş izlenimi vermek, kısa, kesin ve açık olmak önemliydi; doğru ya da yanlış olmak o kadar önemli değildi. Devrime giden altın yolda yol alınıyordu. ‘68’li, resmi değerler açısından bakıldığında aykırı bir kimlikti: Aykırı olan aykırı şeyleri, aykırı biçimde dile getirir. ‘68’liye göre, söz işin gölgesidir; iş önce gelir. Henüz çılgınlığa,inada,kendini yoketmeye dönüşmemiş kavga sürecinde, tutkuyla sonuna kadar yaşamak, yaşamaktı gerçekten.

‘68 Hareketi, kavgasının bedelini, bir yönüyle canıyla ödemiştir: Can yarası yas demektir; yas gerçektir, acıdır, aktiftir. Yas, yas olarak yaşatılmaya ka1kışılırsa ‘68’liliğin toplum dışı kalmış duygusallığı durumuna gelir. Bu duygusallık, ‘68’liyi geçmişine âşık eder; geçmişine vurgun bir ‘68’lilik nerede olduğuna ya da nereye gideceğine değil, nereden geldiğine bakar. Tersi gerçekleştirilir de ‘68’linin yası güncelleştirilip bireyin/toplumun yüreğine taşınabilirse yas, yas olmaktan ayrılır neyi temsil ettiğini ve neye karşı olduğunu açığa vura anahtar olup çıkar. ‘68’li acılarını, nereye gideceğini belirten bilinç ışıldakları durumuna getirmek zorundadır; çünkü geleceği yoksa nereden geldiğinin bir anlamı kalmaz.

Resmi tarih üzerine düşünmek ‘68’liyi deli ediyordu: Geçmişe dayanılmaz bir öfke duyuyor; sinirini, kesintisiz bir sosyalizm kavgasının ivmesi durumuna getiremezse, kurtuluşu konusunda geleceğe esin oluşturan sesler durumuna evriltemezse kendisini suçlu görüyordu. Bu bağlamda her ‘68’li bir alınyazısı idi; alınyazısına karşı kavgaya girişen ‘68’li önce kendi alınyazısını kendi başkaldırısının göbeğine yerleştirmek durumundaydı. ‘68’liye göre kavganın pratiği ahlak, gizi devrimdi; bu nedenle ‘68’linin kavgası epik bir oyundu; oyununu oynayarak ‘68’li, sistemin çürümesinin kokusunu alıyordu. Kurgusal düşünceden çok duyguya ve sezgiye dayandığından bilimsel bir teorisi yoktu belki ama felsefesi vardı: Başkaldırı.

‘68’linin acelesi vardı; bir an önce devrim yapmalıydı. Önünde çok kimse olduğunu gördüğü için arkasında da çok kimse olduğunu düşünüyordu. Yaşam kısaydı ‘68’li için: Her gün küçük bir yaşamdı; uyanış küçük bir doğum, sabah küçük bir gençlik, akşam küçük bir yaşlılık, uyuma ise küçük bir ölüm.

‘68’li için geçmiş yoktu;her şeyi kendisi var etmişti. ‘68’in gerçekliği de yaşadıkları ya da tanık oldukları şeydi. Yaşadıklarını ve tanık olduklarını aşan, henüz gerçekleşmemiş, gizilgüç durumundaki bir gerçeklik süstü. Düşünce-yaşam bakımından çelişkili bir insandı ‘68’li; o nedenle kavga ederek düşündü, yani garantili.Tarih, geçmişin bilgisidir: Tarihsellik ise geçmişin şimdileştirilmesi. Tarihe bireysel katılım, tarihselliğin, bilincin şimdisinde yoğrulmasına bağlıdır. Bireyin tarihsellik bilinci kendisiyle başlamaz aslında; eğitenlerce başlatılır. Ama ‘68’li eğitenlerce başlatılan bilinci de yıktığı için, tarihsellik bilincini kendisiyle başlattı. O nedenle bir ‘68’li, kendini görmek için geriye doğru taşındığında 1968’de kendi doğumuna tanık olur. Bu nedenle hem kolektif var oluş bilinci iğreti duruyordu, hem de kendi geleceğine yön vermede deneysel veri eksikliği vardı. Daha çok duygusaldı: Duygu ya da duygusallıkla büyük işler başarılamazdı; duygular kolay işlere sürüklüyordu, ‘68’liyi. Duygusallık ve duygusallığın yarattığı sezgiyle, kendini nesnelleştiriyordu ve dışlaştırıyordu. Dünyanın günahlarını ve acılarını üstlenen bir kimlikti; haksız yere ölümü, amaca ulaşmanın araçlarından biriydi. O halkın tesellisiydi; ötesinde varlığı zorbalara hakaretti.

Her ‘68’li, kendi bilincinin içinde yaşamaktan hoşlanırdı. Onun bilinci kavga demekti ve kavganın izini insan soyuna bırakmak gibi bir görev üstlenmişti. Yazgısı, dar alandaki seçeneklere bağlıydı; ‘71’in sonunda kendi sınırına çekildiğinde bunun acısını derinden hissetti. Hiçbir bilinç, kendi uzanımının ötesine geçebilecek biçimde bilgi üretemez; kendi sınırlarını ya da kendi olanaklarını aşan bilinç, gerçeklikte karşılığı olmayan kurgular üretmek zorunda kalır; öncü savaş tasarımları bu türden üretimlerdir. Sağlıklı bilinç oluşamadığı için ‘68’li, olağanüstü ile akrabadır; gerçeklik ile gerçekdışılık arasındaki ayrım yer yer siliktir. O nedenle düşlerini bile gerçekdışılıktan türetmeye çalışır. Bütün bunlara karşın ‘68 Hareketi’nin kimi temel doğruları bugün de doğrudur; politik felsefenin temel sorunu, ortak düşmanın tanımlanması konusunda körlüğün kol gezdiği günümüz koşullarında daha bir yakıcıdır.Anti-kapitalist, anti-emperyalist zeminde, yaşamımızın her alanını özelleştiren, her etkinliğimizi ve değerimizi metaya dönüştüren her türlü güce karşı savaş; halkın olanı ya da olması gerekeni köktenci bir biçimde yeniden ele geçir, diye haykıran ‘68’liyi anlamak gerekir. Çünkü dün de dünya satılık değildi, bugün de satılık değil.

Ah Kızıldere

Kaçışın amaçlarından biri Deniz’leri kurtarmaktı: THKP-C önderliği de Deniz’lerin kurtarılmasını önde gelen bir görev olarak saptamıştı. Bu gerçekleştirilebilirse THKO ve THKP-C yandaşları önemli bir moral kaynağına kavuşacaktı; ötesinde, kamuoyunda büyük tepkiler uyandıran idam kararları boşa çıkartılacak, darbe yönetimi prestij kaybına uğratılacaktı. Deniz’ler cellatların elinden kurtarılmalıydı: Bu devrimcilik, dostluk ve arkadaşlık borcuydu.

Mart 1972’de, gece saat 19.30’da Mahir Çayan, Cihan Alptekin, Ertuğrul Kürkçü, Hüdai Arıkan ve Ertan Saruhan, yöredeki bir tanıdıkları aracılığıyla Ünye’de İngiliz teknisyenlerinin kaldığı apartmana keşif yapmaya gittiler; evin önünde görevlilere ait aracı görünce o gece İngilizleri kaçırmayı düşündülerse de çevre kalabalık olduğundan vazgeçtiler.

26 Mart 1972’de, sabaha karşı devlet güçleri Ankara’dan elde ettiği bilgileri değerlendirerek Ünye’deki bağlantı noktalarını ele geçirmek ve THKP-C ile THKO üyelerini yakalamak üzere Fatsa’yı ablukaya aldı. Gelişmeler karşısında grup iki seçenekle karşı karşıya kaldı: Ya İngiliz görevlileri kaçırarak ve arkadaşları Sinan Kazım Özüdoğru, Sabahattin Kurt, Saffet Alp ve Ömer Ayna’nın bulunduğu Kızıldere köyüne ulaşacaktı ya da doğrudan kendi başlarına arkadaşlarıyla buluşmanın çaresine bakacaktı. Tartışmalar sonunda birinci seçenek ağırlık kazandı.

Eylem gerçekleştirildi; üç İngiliz görevli kaçırıldı; geride kalanlar bağlanarak etkisiz duruma getirildi: Mahir Çayan, Cihan Alptekin, Ertuğrul Kürkçü, Hüdai Arıkan, Ertan Saruhan, Ahmet Atasoy ve Nihat Yılmaz, Kızıldere köyüne doğru İngilizlerin aracıyla yola çıktı. Köye tırmanan toprak yolun başında Ertan Saruhan ve Nihat Yılmaz’dan ayrılan grup, arkadaşlarıyla buluşmak üzere giderken Ertan Saruhan ve Nihat Yılmaz, arabayı uzak bir yerde terkederek Ankara ya da İstanbul’a gitmekle görevlendirildiler.

27 Mart 1972’de, sabaha karşı gün ağarırken köyün ağıllarına ulaşan grup, görünmemek üzere ağıllarda sabahladı. 27 Mart 1972 gecesi, arkadaşlarının kalmakta olduğu köy muhtarının evine ulaştılar. 29 Mart 1972’de, Bağlantı elemanı yakalandı ve köy güvenlik güçlerince saptandı; keşif uçakları aracın tekerlek izlerini belirlemişti; Niksar ilçesi girişinde terkedilen araç bulundu; Kızıldere’ye dönme kararı alan Ertan Saruhan ve Nihat Yılmaz, çevre köylerden ekmek alırken kuşku uyandırdı. 30 Mart 1972’de, sabah 05.00’de bilgi edinmek üzere köy muhtarının evine gelen jandarmalar, arananların evde kaldığını muhtardan öğrendiler. Evin ve köyün sarılması üzerine THKP-C üyeleri Mahir Çayan, Ertuğrul Kürkçü, Sinan Kazım Özüdoğru, Hüdai Arıkan, Ertan Saruhan, Saffet Alp, Sabahattin Kurt, Nihat Yılmaz ve Ahmet Atasoy ile THKO üyeleri Cihan Alptekin ve Ömer Ayna, ateş açılması durumunda ültimatomda belirtildiği üzere İngilizleri öldürerek sonuna kadar çarpışmayı kararlaştırdılar. Yığınak yaptılar; mazgallar açarak çevreyi gözlemeye başladılar: Saat 14.00 sıralarında güvenlik güçleri İngilizlerin gösterilmesini istedi; İngilizleri gösterip konuşturdular. Daha sonra çatışma çıktı. Ertuğrul Kürkçü dışındakiler öldürüldü; ertesi gün de o yakalandı.

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (www.marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Hack Forum Hacker Forum Hack Forumu Warez Forumu Hacker Sitesi Hacking Forum illegal forum illegal forum sitesi warez scriptler nulled forum crack forumu hacking forumu illegal hack forumu hacking forums