HASAN HÜSEYİN KORKMAZGİL

  • 17.03.2016 00:00

 HASAN HÜSEYİN KORKMAZGİL 

(ACILI YAŞAM/ÖDÜNSÜZ KAVGA)

ÇERAĞ UYANDIRMA

Çerağımızı uyandırarak Hasan Hüseyin Korkmazgil’i etkinlik meydanımıza alalım: Bizleri selamlasın ve kendisi için ayırdığımız koltuğuna otursun; adına düzenlediğimiz etkinliğimizi izlesin. Kendisine son sözü verdiğimizde, dileriz bizlere ruhsat verir; verir de bizler O’nun ışığıyla aydınlanırız. Eyvallah!

SESE SÖZ VERME

(ÖNCE SES VARDI)

 

Anı/Tartışma: Hasan Hüseyin içeriksiz eleştiriye tahammülü yoktu; ancak gerçekler bilinçle savunulursa, hangi konuda olursa olsun eleştiri getirenin hakkını teslim ederdi.

 

Bir gün, resim sergisinde bir araya geldikleri Hakkı Torunoğlu ile ‘Evrende ilk kez ne vardı?’, üstüne tartışmaya girişirler: Torunoğlu ilk kez resmin, Hasan Hüseyin ise ilk kez sözün olduğunu ileri sürer. İş büyür, karşılıklı bağrışmaya kadar varır. Bunun üzerine Hüseyin Kılıç devreye girer ve ‘-Hayır!, der; -Resim de çok sonradır, söz de. Başlangıçta yalnızca madde vardı; bir de onun hareketi ve bu hareketin çıkardığı ses.

 

Bu akılcı giriş her şeyi tatlıya bağlar: Başlangıçta ses vardı; biz biliyoruz ki hareketin, varlığını kanıtlayan, onu ölçen iki nitelik var; biri ses, diğeri zaman. Ses yoksa hareket de yok, zaman da yok. Anlaşılacağı gibi hareketin de, zamanın da anası ses.

 

Ses, bağlamanın yapısına sırlanmış bir olanaktır. Sır olarak tanımlanan bu olanağı ancak, bağlamasını sevgili görüp onunla sevişenler keşfedebilir. Keşfedenler çıkmazsa eğer, sessiz, yani sevgilisiz kalırız.

Ozan, halkın taşıyıcısı-sözcüsü bellektir. Bu bellek Telli Kuranı okuyarak ses olur ve bizi, yaşama taşır; yaşamın aklıyla buluşturur. Ses olabilmesi için bağlamasıyla sevişir ozan. İki eşik arasında kalan yaşam alanında, parmaklarına basarak gezinmeye başladığında, bir sevişme sesi kaplar ortalığı; kulağın yetersiz kalınca seçeneksiz gözünü de eklersin; duyguların ve heyecanın göz olur ve seste, kendi öykünü izlemeye başlarsın. Zamanı tersine çevirir, ulularımızın başlangıç zamanına taşınırsın, geçmişi yakalar-geleceği kurarsın. Geçmişin sana yaklaşır, sen geçmişine…

 

Öyle değil mi? Güzellikler dünyaya şölenle gelmiyor: Annemiz inlemese, biz ağlamasak yaşama –Merhaba!, diyemeyecektik.

 

Bu nedenle sesin sahibi olan ozanların, sözün sahibi olan bilgelere göre anlatacak daha çok şeyi olduğuna yönelik genel bir kabul vardır. Kabul gereği, sese acıkan her Kızılbaş, ses içebilmek için ozanına koşar; ozanı, ses olup kendine koşanı kucaklar.

 

Hasan Hüseyin Korkmazgil’in sesine koşmak ve Hasan Hüseyin Korkmazgil ile kucaklaşmak için şimdi canımız bize bir üçleme yaparak anma etkinliğimizi açacak.

 

-Ses yürüsün! Erenler..

 

ETKİNLİK HAYIRLISI

-Aşk ile…

Bir etkinliği adına çağırmak, o etkinliği düşünmeye başlamak anlamına gelir. Bu nedenle biz de sizleri etkinliğimize çağırdık ve adını andığımız Hasan Hüseyin Korkmazgil’i Anma Etkinliğimizi birlikte düşünelim istedik. İstedik ki anma etkinliğimiz kapsamında, Hasan Hüseyin Korkmazgil’in anılarını salonumuza çağıralım: Çağıralım ki kendimizi bıraktığımız yerde bulabilelim ya da kendimizi gelecekte beklemeyi hak edelim.

Konuşurken, ötesinde dinlerken sorgulayalım: Sorgulayalım da yaşanan anın ve geleceğin tehdidini ortadan kaldıracak olan başkaldırımız bizden uzaklaşmasın.

Bizi toplumsal bir güce taşıyacak olan araçlarımızı harekete geçirelim: Geçirelim de resmi siyaseti ve devleti terbiye edecek korkunun yaratıcıları olabilelim.

İçimizi elden geçirmenin zamanı geldi de geçti bile diye bağıralım: Bağıralım da bizi bizden ayırma girişimleri boşa çıksın.

Birbirimize -Nasihat sahibi olalım, diye seslenelim: Seslenelim de asıl nasihat sahibi yaşama sözcülük yapabilelim; anılarımızı, zamandan özgürleştirmeye, kendi yarattığımız dünyada, dünyasız hale gelmemeye bakalım; yurtsuzluk yazgımız olmasın; sonucu bizden saklanan bir geleceğe salalım kendimizi: Salalım da insan kalan yanlarımıza bir ağrı girmesin.

 

Kendimizi dölleyip gelecek zamanın çocuğu olmaya soyunalım: Soyunalım da geçmişimiz bizden ürkmesin. Ancak umudun geleceğe açık olduğunu, şimdiyle ilgilenmediğini bilelim: Şimdinin mahkûmu olmaktan sakınalım da umudu düş-kırıklığına uğratmayalım.

 

Gün gecesine kapanmaya başladığında karanlık olup, kapkaranlığı kovalım; gün sabahına uyanmaya başladığında kapkaranlık olup, karanlığı kovalım: Yani, kendi akşamımızı ve kendi sabahımızı kendimiz belirleyelim; buyruk almadan kendi gönül akşamımızda uykuya çekilelim, dürtülmeden kendi gönül sabahımıza uyanalım ve yaşama -Merhaba!, diyelim: Diyelim de ölüm bize teşekkür etsin.

 

İşte böyle böyle sözü ele alalım: Alalım da dört kitapta bulamadık yerimizi diye haykıralım; haykıra haykıra ses olup yaşamın aklına taşınalım ve evrenin dilini çözelim.

Eyvallah!

 

HELALLİK HAYIRLISI

I

-Merhaba Hasan Hüseyin Korkmazgil. Canın bedenini terk edeli tam 32 yıl oldu: Bedenin toprağa döndü, canın Canan’a, bilincin-inancın ise ortada kaldı. Girecek beden bulamadığı için bilincin-inancın yıllar yılı ağlayıp durdu. Yaşarken dirilemediğimiz için biz hiçbir ağlama sesi duymadık.

Ölmeden evvel ölelimki daha fazla ağlatmayalım Hasan Hüseyin canımızı: Canına can olalım, aklına akıl, inancına inanç. Dondan dona yürüyelim; sızıntılarını toplayalım Gürün’ün dağlarından, ovalarından, insanından; sevgili eşi Azime Korkmazgil’in beden kayıtlarından; yazdığı şiirlerden; yaptığı resimlerden; okuduğu türkülerden; daktilo tıkırtılarından; bozuk düzende doğruyu ihbar eden mizahından; o hapishaneden-bu hapishaneden; Kavel işçilerinin direnişinden; içilen asker sigaralarından ve içki evlerinden.

Topladığımız sızıntılardan derecikler, dereciklerden ırmaklar, ırmaklardan denizler oluşturalım: oluşturalım da dost gülüşlü, ozan gülüşlü Hasan Hüseyinimizle buluşalım.

Buluştuğumuzda, hak ettik deyip topladığımız anıları içelim: içelim de mest olalım; vicdanımızın sayfalarına Hasan Hüseyin’in duygusunu, özlemini, öfkesini ve kavgasını kaydedelim.

Boşuna dememişler Hasan Hüseyin can; Yaşam, yaşayanlardan çok ölenlerden ibarettir, diye. Çoğunluk, yaşayanların geleceği kör Hasan Hüseyin can: Biz, senin geleceğinle aydınlanmak istiyoruz.

32 yıl önce can ısmarlayan Hasan Hüseyin can için yapacağımız bu dâr’dan indirme erkânı, Hakk’a yürümüş bilgelerimizin tanıklığında, dileriz gönül defterine kaydedilir; unutulmaz, hep hatırlanır.

Canına bedenolacağımıza söz veriyor, bizleri dâr’dan indirmeni senden niyaz ediyoruz, Hasan Hüseyin can.

Eyvallah!

 

YAŞAM SERÜVENİ

Hasan Hüseyin Korkmazgil, 1927 yılında Sivas’ın Gürün ilçesinde doğdu. 1936’da üç yıllık Kurultay İlkokulu’nu bitirince, beş yıllık Cumhuriyet İlkokulu’na verildi. Öğretmeni İzzet Öz’ün keman çalıp resim yapması, onda müzik, resim ve şiir yeteneğini harekete geçirdi. 1939’da ilkokulu bitirdi; Ziraat Bankası’nda çalışan babasının yanında çalışmaya başladı; temizlik ve ayak işlerine bakıyordu. Bu arada yazı makinesinde yazı yazmayı öğrendi ve banka mektuplarını yazma işini artık o yapıyordu.

Bankaya gelip giden Kâmuran Bozkır adlı ozanın koşuk türünden etkilenip onun gibi şiirler yazmaya başladı. 1940’lı yıllarda yazdığı şiirlerinde Serhan takma adını kullandı.

Bolu Ortaokulu’nda öğrenci iken Gürün’e yaz tatiline gelir ve arkadaşıyla anlaşarak Sivas’ta yapılacak olan ortaokullar için Devlet Parasız Yatılı Sınavlarına girmeye karar verirler. İki arkadaş 1942 yılının Ağustos sonlarında bir sabah el ele tutuşup yola koyulurlar: 80 km’lik yolu yata kalka iki günde alırlar. Kendisi kazanır ancak arkadaşı başarılı olamaz: Hasan Hüseyin Niğde Ortaokulu’na verilir. Bu dönemde klasiklerle, Yurt ve Dünya dergilerini okur; Halkevi’nin müzik öğretmeninden keman dersleri alır. Voltaire ve Dickens’i elinden düşürmez.

1945’te okulunu bitirir ve babasının çalıştığı Ziraat Bankası’nda Geçici Tahsildarlık göreviyle işe başlar. Parasız yatılı olarak Adana Erkek Lisesi’ne verildiği için ders yılı başında Adana’ya gider. Adana onu etkiler: Toplumsal, politik ve felsefe kitaplarına merak salar. Hecede Karacaoğlan ve Pir Sultan’a; aruzda Yahya Kemal’e; özgür koşukta Nazım Hikmet’e özenerek şiirler yazar. Ama sonunda heceyi ve aruzu bırakır; özgür koşukta karar kılar.

YAŞAM SERÜVENİ

1948’de liseyi bitirdikten sonra memleketine döner.30 ağustos Zafer Bayramı kutlamalarının sönük ve resmi geçmesine dayanamaz, kürsüye fırlar ve “Bu ülkeyi göksel varlıklar değil, Anadolu insanı kurtarmıştır”, diye haykırır. Törenden sonra tutuklanırsa da savcı öğütler verir ve serbest bırakır.

1948-1949 öğrenim döneminde İstanbul Çapa Eğitim Enstitüsü’ne girer: Ne var ki Çapa Eğitim Enstitüsü, Yüksek Öğretmen Okulu’na dönüştürülür. Hasan Hüseyin de son sınıf öğrencisi olarak Gazi Eğitim Enstitüsü’ne nakledilir. 1950 Haziranı’nda okulunu bitiren Hasan Hüseyin önce depo tayiniyle Ankara Kurtuluş Ortaokulu’na, sonra da kura ile Afşin Ortaokulu’na Türkçe ve müzik öğretmeni olarak atanır. Yılın sonunda Maraş’ın Göksun ilçesine sürgün edilir. Göksun’da görev yaparken 15 Mart 1951’de bir gece evi basılarak tutuklanır: 141-142. Maddelere aykırı eyleminden dolayı mahkemeye verilir. Kitapları alınıp yok edilir; yazdığı iki şiir kitabı alıp götürülür ve geri verilmez. Yargılama sonunda 7 ay 25 gün ağır hapis cezasına çarptırılır ve kamu haklarından mahrum bırakılır. Bir süre Göksun ve Elbistan hapishanelerinde yatar; daha sonra Nevşehir Cezaevi’ne nakledilir: Burada, Barışseverler Derneği üyelerinden Aziz Nesin ve Adnan Cemgil ile tanışıp dost olur. Aziz Nesin ona yardımcı olur: Gülmece öykülerinin Akbaba dergisinde yayımlanmasına aracılık eder. 1960’lı yıllarda kendi gazetesi Zübük’te öykü, taşlama ve fıkra yazmasını sağlar. Korkmazgil takma adını da ona Aziz Nesin verir.

Cezasını çekip çıkar; işsizdir. Bu kez de asker kaçağı işlemi başlatırlar: Bir süre jandarma karakolunda yatar-kalkar; ardından Kayseri’ye götürülür ve askerlik muayene işlemleri gerçekleştirilir. Birinci Ordu emrine verilir: İstanbul’da Harbiye’de sorgulaması yapıldıktan sonra kelepçeli olarak Sivas’a gönderilir. Sivas’ta hem talime çıkar, hem de katırların temizlik işlerine bakar. Burada aynı birlikte askerliğini yapmakta olan ressam İbrahim Balaban’la tanışır. Çile bitmez üç hafta sonra bu kez Erzincan’a sürülür: Burada da Arslan Kaynardağ ve Altan Erbulak ile tanışma olanağını bulur. Ve 1953 yılında askerliğini bitirir.

İşsizlik günleri başlar: İş bulma umuduyla İstanbul’a gelir; İstanbul onu hayal kırıklığına uğratır; otel parası olmadığı için bir süre köprü altında yatar-kalkar. İzlenimlerini Yedi Çatallı Kazık adlı şiirinde anlatır.

HASAN HÜSEYİN KORKMAZGİL ŞİİRİ/YAZINI

Hasan Hüseyin Korkmazgil’in şiirlerinde destansı bir hava, sağlam bir düşünce, engin bir duyarlılık ve uyumlu bir ses vardır. Şiirlerinde, toplumculuk, yaşam, yurt sevgisi; umut, acı, sömürü, aşk, yalnızlık, ayrılık, özlem, bunalım, yolculuk, kadın, çocuk, direnç, kurtuluş, insan ve doğa konularını işler. Korkmazgil’e kardeşliğin, barışın, insanca yaşamanın, sevgi ve saygının ozanıdır demek yanlış olmaz. Ona göre şiir, cılız olduğu zaman hiçbir işe yaramaz. Bomba gibi güçlü olduğu zaman soygunu, sömürüyü dize getirir. Ruhu Su, nasıl sesine Anadolu’yu yüklemişse Hasan Hüseyin de sözüne-şiirine Anadolu’yu yüklemiş ve kavga geleneğini sürdürmüştür: Geçmişle gelecek arasında güçlü ve çağdaş bir köprü kurmaya çalışmıştır.

Sanat yeteneğini, işçilikle özdeş görür; ona göre ozan, öncelikle işçiliğiyle ozandır. İşçilik ise yaratıcılıkla akrabadır. Ozanlık, şiirle boğuşmaktır.

Özgün şiir ve yazın insanı olarak Hasan Hüseyin, kendisini şöyle tanımlamaktadır:

‘Ben, iki kişiyim. Biri, ozan Hasan Hüseyin; öbürü, gazeteci ve mizah yazarı Hüseyin Korkmazgil. Hasan Hüseyin ile Hüseyin Korkmazgil sürekli olarak boğuşurlar birbirleriyle: ‘Zamanımı çalıyorsun’, diye.

Hüseyin Korkmazgil, Hasan Hüseyin’in kölesidir; ekmek parasını o kazanır. Onun için de günün her saatinde, zorunlu sosyal ilişkilerden yakasını kurtarabildiği oranda, durmadan yazmak zorundadır: Mizah öyküsü, fıkra, taşlama, eleştiri, röportaj, makale… Gazetecilik yaptığı için, konu bulmakta güçlük çekmez. Nerede olursa olsun, eline yazı makinesi geçti mi, hemen konusunu bulur, adını kor ve hızlıca yazar. Tek sıkıntısı, yazılarını elle yazamamaktır. Mizah öykülerinin bazılarının dışında, yazılarını iki kez yazdığı pek olmaz.

Hasan Hüseyin’e gelince… Şiirlerini çoğunlukla geceleri yazar. Bazen de sabahın erken saatlerinde kalkar. Günlerce, hatta aylarca şiir çalışmadığı olur. Sonra birden sancısı tutmuş gibi, oturur yazı makinesinin başına, günlerce yazar. Sıkıntılı, öfkeli, tedirgin ve sinirlidir. Başka bir dünyada yaşıyor gibidir; dünyada yapayalnız kalmışçasına bir hüzün çöker üzerine. Yazı makinesinin başında yüksek sesle konuşarak, bazen mırıldanarak, saatlerce çalıştığı olur. Tek bir şiir üzerinde çalışamaz. Masasının üzerinde birkaç şiir taslağı birden vardır. Birini bırakıp birini alır. Şiir son biçimini almamışsa somurtkan, alıngan ve kavgacıdır. … Bitmemiş şiirlerini kimseye okumaz…Bazen, on yıl önceki bir dizeden kocaman bir şiir çıkarır.’

 

YAŞAM SERÜVENİ

Gürün’e döner: Bir gün berber dükkânında otururken kömür kalemle berberin resmini yapar: Görenler resmi çok beğenir, kendi resimlerini de sipariş ederler. Böylece otel ve yemek parası çıkar.

1956 yılında radyoya yolladığı iki oyununu Saim Alpago, mikrofona koyar; Hasan Hüseyin aldığı parayla hemen bir yazı makinesi alır. Şiirlerini henüz hiçbir yere göndermemiştir. 1957-58 dönemine değin ruhsal durumunu yansıtan Ağustos Şiiri, 1959’da Dost dergisinde yayımlanır. 27 Mayıs 1960 olayını sevinçle karşılar: Ankara’ya gelir ve iş aramaya başlar. Akis dergisinde düzeltmenlik işine girer.

1962’de Aziz Nesin kendisinden bir şiir kitabı ister: Hiroşima adını verdiği kitabını gönderir; ne yazık ki Düşün Yayınevi’nde çıkan bir yangında, bir kopyası daha bulunmayan bu kitap yok olur.

Bu yıllarda Kavel Kablo Fabrikası işçileri, henüz grev hakkı yasası çıkmadan bir eyleme girişirler: 1962’yi 1963’e bağlayan günlerde, İstanbul/İstinye’de, Kavel işçileri tarafından destansı bir direniş başlatıldı. Gerek içerik, gerekse gerçekleştiriliş biçimi açısından örnek olan bu eylemin yarattığı kararlılık ve coşku, İstinye Koyu’ndan bir fırtına olup koptu; dalga dalga emekçi tabana yayıldı ve Türkiye’yi yönetenleri tedirgin etti, örseledi.

İşçiler ve sendikalar arası dayanışmanın somut ürünlerini verirken, yarattığı sonuçlarla grev ve toplu sözleşme haklarını düzenleyen yasanın çıkma sürecini hızlandırdı; daha sonra gerçekleştirilen işçi eylemlerine bayrak oldu.

Kavel işçilerinin davası, Meclis’teki milletvekillerini de etkiledi; yasalaşmak üzere olan 275 Sayılı Toplu Sözleşme, Grev ve Lokavt Kanunu’na bir madde eklenerek, daha önce grev nedeniyle kovuşturmaya uğramış işçiler hakkında açılan davalar düşürüldü. Yasaya eklenen bu özel madde, Kavel işçilerinin direnişi sonucu gerçekleştiği için, Kavel Maddesi diye anıldı. İşte Hasan Hüseyin Korkmazgil, Kavel adlı şiir kitabıyla bu eylemi tüm dünyaya duyurur.

 

KAVEL

İşime karım dedim, karıma Kavel diyeceğim.
Ve soluğum tükenmedikçe bu doyumsuz dünyada,
Güneşe karışmadıkça etim
Kavel Grevcilerinin türküsünü söyleyeceğim.
Ve izin verirlerse Kavel Grevcileri,
İzin verirlerse İstinyeli emekçi kardeşlerim,
İzin verirlerse Kavel Grevcileri,
Ve ben kendimi tutabilirsem eğer sesimi tutabilirsem
O çoban ateşinin yandığı yerde Kavel'de,
O erkekçe direnilen yerde, Kavel'de
Karın altında nişanlanıp dostlarımın arasında
Öpeceğim nişanlımı Kavel kapısında
Ve izin verirlerse İstinyeli emekçi kardeşlerim
İzin verirlerse Kavel Grevcileri
İlk çocuğumun adını Kavel koyacağım

 
 

 

YAŞAM SERÜVENİ

Bilgi Yayınevi 1973’ten sonra Hasan Hüseyin’in ürünlerini arka arkaya yayımlamaya başlar. Ünü ülkenin her yanına yayılır. Acılara tutunarak yaşayan Hasan Hüseyin 12 Şubat 1983 günü hastalanır: Üşüttüğünü zanneder, gerekli ilaçları ama geçmez.  22 Şubat 1983’te, evde kimsenin bulunmadığı bir saatte, balkonda yere düşer ve bayılır. Hastaneye kaldırılır, 26 Şubat 1984 Pazar günü, yaşama gözlerini kapar.

Bir de kendi ağzından şiir diliyle yaşam öyküsünü dinleyelim:

ALACAKARANLIKTA KİMLİK

‘gürün’de doğdum

allahın bol

yoksulluğun kol gezdiği

babanın gurbet

ananın ağıt düzdüğü

ve öküzün örümcekle çiftleştiği yerlerin birinde

                                                                       doğdum

                                                           arttı kaşık

                                                                       bir eklendi

mutlu günlerin dışında

ekmek kavgasının içinde doğdum

tutsak sabahlar yaşadım masmavi özlemlere

                                                                       kandım

                                                           artmadı bulgur

kavak yapraklarında sakız gibi güneşler

ve yitik bereketler ardında çırılçıplak

                        düşlerde savrulup gitti çalınmış

                                                           çocukluğum

gezdim

            sevdim

                        okudum

topraktan kaldırıp ellerimi

                                   alnıma koydum

yangın yerlerinde güneşe karşı

öfkeyle gülen gözler

            yıpranmış yalın eller

            ve kitaplar çekmiş perdeleri kapkara gördüm

birden bire bölündü yol

öğütler köleleşti

kargalaştı öncüler

sığmaz oldu türkülere

                        kanayan şaşkınlığım

ey kitaplar

ey bilgeler

benim tepetakla öğütçülerim

‘ben bu yolun kangısma gideyim?’

acıydı sevinçti korkuydu hınçtı

kerem’di garip’ti karacaoğlan’dı

yunus’tu sinan’dı Mustafa kemal’di

            destanlar ortasında çalkaladım durdum

kurşunlarla delik deşik

urganlarla kan içinde

karahaber ulakları

            kan lekeli tutanaklar

soğulmuş kuş gözleri

            kırık kanatlar

işsizlik

itilmişlik

ve cüzzamlı yalnızlığı

            yolunda ölünülen yuvada

zorlu dağlar

orlu beller

            geçitler

ve yorgun tarlalarda zorlu acılar

            insan yüzlü onursuzluk

            kanatılan umutlar

onların yüzlerinde gördüm ağrımın aynasını

            gözbebeklerimde yaşadım

insan dedim

barış dedim

vuran demedim

bir kancık dönemeçte bir ölümlü gün

            yirmiüç baharımda

            kelepçe değil kollarımda

            yiğitler anası memleketim!’

 

HELALLİK HAYIRLISI

-Merhaba geride kalan sevgili canlar: 1927 yılında Sivas/Gürün’de doğdum;  zâhir âlemde-can gölgemde bir ömür sürdüm ve 1984 yılının 26 Şubatında öldüm ben; bedenim, dünyaya gelmeme araç oldu, tuttu elimden ve beni gezdiğim kentlerle, yattığım cezaevleriyle tanıştırdı: özetle yedim-içtim, kondum-göçtüm. Doğa çağırdı-toprak acıktı, Hakk’a koştum.

Kim bilir; belki kiminizi üzdüm, belki kiminizin hakkını yedim. Yaptımsa bütün bunları bilmeyerek yaptım; ancak bilmemek, benim kusurlarımı ortadan kaldırmaz.

Acılara tutunarak yaşadım: Siz de acılarla akraba olun. Çektiğiniz acı, geleceğinizi kurmuyorsa hiç durmayın hiçliğinize taşının, geleceği kuracak acılara binin ve feryatlar içinde doğun. Çünkü güzellikler dünyaya şölenle gelmez; anneleriniz inlemese siz ağlamasanız doğmayacaktınız.

Geleceği kurma konusundaki mücadelenizi kutlayanlar olacağı gibi, lanetleyenler de olacaktır. Bunun bilincinde olun, lanetleyenlerin lanetlemesinden korkmayarak, selameti terk etmeye hazır olun. Acı içinizdedir; içinizin eteğine yapışın, içinizle hesaplaşın, içinize borcunuzu ödeyin. Acısını anımsamadan ağız dolusu gülenler, bilin ki bu-dünyanın pislikleridir. Siz siz olun; gülen birini gördüğünüzde, bunun acısı nerede?, diye sormayı unutmayın.

Acınıza âşık olun ve bunu üç türlü yaşayın: Zayıf ya da hasta yaşama acıyın, yani âşık olun; bu aşkınızı tüketerek hoşgörü üretin, hoşgörüyle kendinizi çoğaltın. Kavgası olana acıyın, yani âşık olun; bu aşkınızı fabrikalarda, tarlalarda, arka mahallelerde tüketin ve ezilenlerin son kurtuluşunu ilan edin. En önemlisi hiçliğinize acıyın, yani âşık olun; bu aşkınızı içinizden-dışınıza, karanlıktan aydınlığa, aydınlıktan karanlığa taşınarak tüketin ve bozuk düzende doğruyu ihbar edin.

Sözümü söyledim: İşte, hepinizin huzurundayım: Topraktan geldik, toprağa gideceğiz; haklarınızı helal edin: Bunu sizlerden niyaza geldim.

32 yıldır dâr’da bu anı bekliyorum: Beni bedensiz bırakmayın, bana acı çektirmeyin. Sırrımız ortada kalıp utancından kıvranmasın artık. Öyleyse soruyorum sizlere;

-Bana beden olup kavgamı sürdürmek istiyor musunuz? İstiyor musunuz? İstiyor musunuz?

-Onay sözlerinizi delil kabul ediyorum. Dâr’ımın mührünü çözüyorum, laiklik-demokrasi ve sosyalizm mücadelesini sürdürmeyi sizlere bırakıyorum. Sizleri bir yıl için dâr’dan indiriyorum ve kavganız kutlu olsun, diyorum.

Eyvallah!

SESLE MÜHÜRLEME

Yasaklı kültürlerin etkinlikleri sesle açma-sesle kapama geleneğine uyuyor ve muhabbetimizi mühürlemesi için sese söz veriyorum.

Ses yürüsün erenler…

ÇERAĞIN DİNLENDİRİLMESİ

Çerağımızı dinlendiriyor, ve anma etkinliğimizi sonlandırıyoruz. katıldığınız için hepinize teşekkür ediyoruz.

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (www.marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Hack Forum Hacker Forum Hack Forumu Warez Forumu Hacker Sitesi Hacking Forum illegal forum illegal forum sitesi warez scriptler nulled forum crack forumu hacking forumu illegal hack forumu hacking forums