- 29.01.2016 00:00
Beş duyumuz var: Dördü köle, biri diktatör. Diktatörün adı göz, iktidarı ise görme. Kölelere gelince, birinci köle kulak, iktidarsızlığı duyma; ikinci köle dil, iktidarsızlığı tatma; üçüncü köle burun, iktidarsızlığı koklama ve dördüncü köle ten, iktidarsızlığı hissetme.
Göz denilen diktatör, köle durumundaki dört duyu organına ya benim gibi göreceksiniz ya da öldürüleceksiniz, diyerek saldırıya geçince ezberi egemenlik kurmuş. Gözün uyguladığı ırkçılık nedeniyle bizler artık baktığımız fotoğrafın ya da resmin kokusunu ve sesini duyamıyoruz; gözün ezberini kıramıyoruz.
Bu ezber tek taraflı kör bir iletişim yarattı ve bizler, bu kör iletişimin taşıyıcılarız şimdi. Dün gece uykum kaçtı; uyandım: Radyodaki konuşmalar dikkatimi çekti. Görme özürlülerin yaptığı bir program; konuk da doğuştan görme özürlü genç bir kız. Anlatıyor: “-Bir roman yazıyorum. Ama önce bir öykü kitabım olsun istedim; öykülerimi topladım ve Kör Kapan adı altında kitaplaştırdım. Kapak yapılacak, yapacak arkadaşa anlatıyorum. Balığa çıkmış biri, oltasını çekiyor; bir sürü balık çıkıyor ama hepsi ağ içinde; bir de bakıyoruz ki balıkçı ve balıklar da ikinci bir ağın içinde”, diye. Kapağı yapan arkadaş itiraz ediyor “-Bu olmaz”; ilk darbeyi uzmanından alıyor. Sonra yine devam ediyor; “-Şu şu renkleri kullan, özellikle kırmızı”, diyor.
Anlatımın bu noktasında programı yapan görme özürlü genç kız soruyor: “-Niçin kırmızı? Kırmızı senin için ne ifade ediyor?”, diye. Hemen yanıtlıyor: “-Kırmızı benim için, gül kokulu, çıtır çıtır yanan bir odun”. Bu yanıt beni çok etkiliyor; harika bir tanım diyorum. Yıllar yıllar önce resim yapan deli birinden denizin kırmızı, ağacın mavi olduğunu öğrenmiştim. Şimdi ise doğuştan özürlü birinden kırmızı rengin “kokusunu ve sesini” öğrenmiş oldum.
Artık kırmızıyla konuşabilirim, dört duyumun diktatörüne başkaldırabilir, onun ezberini kırabilirim: Ne mutlu bana.
Yorum Yap