- 15.01.2016 00:00
1960’ların ortalarından başlayarak, sol hareketteki devingenliğe koşut biçiminde müzikte de bir arayış başladı. Dünya ölçeğinde bir endüstrileşmeye evrilen pop ve rockun etkisiyle Türkiye’de önceleri aranjman adı altında ucuz bir pop çizgi egemenliğini kurdu. Bu egemenlik, kırlardan kentlere taşınan kitlelerin getirdiği halk kültürüyle 1968’den başlayarak kırılmaya başladı. Halk müziğine karşı “büyülü” bir ilgi doğdu; kolej kökenli sanatçılar, Âşık Veysel’in türkülerini gitar eşliğinde söylemeye başladı.
Âşık geleneği ile 1960’ların ikinci yarısında ön plana çıkmış olan bu folk müzik arasında bir koşutluk oluştu; halkın içinden kopup gelen yeni Türkü ozanları kuşağıyla türkü türünü seçen gençler arasında 1968’le birlikte yoğunlaşan bir rastlaşma oldu.
’68 Ruhu’nun havasında olduğu günlerdi; yaşam güzel, ortalık tatlıydı; erkekler yakışıklı, kızlar harikaydı. Devrim yapacak görüşümüz, gücümüz vardı; ah bir de Vietnamımız olsaydı, diye hayıflandığımız bir atmosferi yaşıyorduk; bu atmosfer üzerinde boy veren bu yeni müzikte folk, köktenci bir ağız edinemezken âşık geleneği, sözlerindeki şiddetle çevresine ateş saçıyordu. Yeniden kurulmaya çalışılan âşık geleneği, son derece değişik kaynaklardan besleniyordu. Bir ucunda konservatuar eğitimi görmüş Ruhi Su, diğer ucunda köktenci ağzıyla kitleleri coşturan ve doğrudan doğruya soldaki politik hareketlenmenin bir ürünü durumunda bulunan ve
Ne günlere duruyorsun arkadaş
Yürü kalk, olanca hızınla yürü
Bıçak geldi taa kemiğe dayandı
Karınla oğlunla kızınla yürü
Sözüm sana işçi kardeş bak dinle
Gün bugündür yürü zaman seninle
Ayağından kesilirsen elinle
Olmazsa dişinle dizinle yürü, diye haykıran Âşık İhsani vardı; ortada ise kesintiye uğramamış âşık geleneğinin doğrudan ürünü, sosyalist hareketin gözbebeği;
Dost dost diye nicesine sarıldım
Benim sadık yarim kara topraktır
Beyhude dolandım, boşa yoruldum
Benim sadık yarim kara topraktır, diyen Âşık Veysel yer alıyordu.
Ata biner gibi sazına atlayan ve basbariton sesiyle bizlere,
Dörtnala gelip Uzak Asya’dan
Akdeniz’e bir kısrak başı gibi uzanan
Bu memleket bizim, diye Davet çıkaran Ruhi Su’yu, Ölümünün 30. yıldönümünde, yaşantılanmış anılarıyla aramıza çağırıyoruz: -Hoşgeldin Usta; sen de bizi unutma.
Ruhi Su Müziği
Ruhi Su müziği, geleneksel müzik kavrayışına bağlı değildir. Bu nedenle türküleri, opera şarkısı gibi söylüyor, türkünün geleneksel özelliklerini hiçe sayıyor, eleştirilerine uğradı. Halk müziğini yörüngesinden çıkardı suçlamalarıyla karşı karşıya kaldı.
Özünde bu eleştiriler haksızdır: Ruhi Su geleneksel söyleme çizgisinden ayrılmakla birlikte türkülerimizi opera şarkısı gibi yorumlamamıştır; tam tersine, türkülerimizi çağımızla akrabalık kuracak biçimde güncellemiş, halk kültürü ile halktan yana olanlar arasında bir köprü kurmuştur. ’68 Kuşağı, bu köprünün inşaatında çalışmış, Ruhi Su türkülerini önce sokaklarda, caddelerde, meydanlarda, daha sonra hapishanelerde topluca söylemiştir. Kuşak bir bakıma Ruhi Su türkülerinde yanmış, küllerinden anka gibi doğmuştur.
Bir doğa, bir insan boyutu söz konusu olduğu için Ruhi Su müziği, mitten arındırılmış, büyüden kurtarılmış bir gülbanktır bir bakıma.
Başarıyı eleştirebilmek için başarısızlığa yazgılı gibi görünen insani feryattır bir bakıma. Bu feryat, bedenden dışa taştığında türkü söyleyen Ruhi Su değildir artık; türkü söyleyen taştır, havadır, topraktır, ateştir ya da hayvandır, insandır.
Ruhi Su ses eşiği notaları nesne yapıp parmak yerine kullanmaya başladığında, müziğe bir mekân çizer ve Ruhi Su müziğinin sınırları, dünyamızın sınırları olup çıkar. İçimizin hapishanesi etimiz-kemiğimiz ses olur; mahpus ruhumuz sevincinden çırpınır. Ne diyeyim; bedenimiz çalar, ruhumuz halay çeker-semah döner.
Ruhi Su’ya göre türküler olduğu gibi değil, olması gerektiği gibi söylenmeliydi. Çocuklar, Göçler, Balıklar plağının önsözünde, türkü seslendirimi konusunda şu yaklaşımı sergiliyordu: “…, halkın söyleyişinden çok yararlandım ama halkın ağzına öykünmekten ve özenmelerden sakındım. Şehirli olduğumu, bir sanat kültürü aldığımı unutmadım. Hem halkın yaptığını ben nasıl yaparım diye düşündüm hem de benim yaptığımı halk nasıl karşılar diye düşündüm…”
Türkü söylemek Ruhi Su için bir aşk halidir: Ne türküler Ruhi Su’yu aldatmıştır, ne de Ruhi Su türküleri: İhanet yoktur ilişkilerinde…
Yorum Yap