Mutluluk ve olanak her şeyi öldüren bir katildir

  • 11.10.2014 00:00

 Orgazm sırasında,

Söze söz verirsen eğer,

O sarhoştur,

Sarhoş gibi konuşur.

Düşünüyorumda: Bir şeyler bizden “gizlenmiş”, bir şeyler bize “yasaklanmış”; ama biz her şeyi biliyoruzgibi davranıyoruz; davranıyoruz davranmasına da hemen hepimiz, bencil benlerimizinyazıp sahneye koyduğu bir tiyatronun oyuncularıyız. Oyunda sergilemeye çalıştığımız çıkarımız;gittiğimiz yönde bir yere gizlenmişdurumda; -Sobe!”,dediğimizde çıkıp önümüze atlayacaktır, bu kesin.Atladığında, kendi ağımıza düştüğümüzü anlayacağız ama çok geç olacak; bize, “geleceğimiz kapalı, yaşamımız bahane”, demek düşecek.

 “İnsan olan yanlarımıza ağrı girmeye başladığında”, gerçek dediğimiz şey, mutlu ya da olanaklı olanın içinden mutsuzun ya da olanaksızın içine “kaçar”. Olanaksızın ya da mutsuzluğun içine kaçan gerçek, şimdiki zaman tarafından “satın alınamaz”: Satın alınamayan bu gerçek geleceğimizi “güvenceye” alır ve günün saldırısından bizi “korur”.

Mutsuzluğun ya da olanaksızlığın sesiyle “konuşma” yetisini yitiren insan, aklın çöllerinde “mahsur” kalır: Şimdinin mahkemesinde ceza yemiş, şimdinin “mahkûmudur” artık o: Ömrünü “geriye” ya da “ileriye” doğru uzatamaz; mutluluğa ve olanağa “insan biçimini” veremez ve mutluluk ya da olanak, geleceği kuran bir “işçi” olmaktan çıkar. Böylesi bir insan için “mutluluk” ya da“olanak” her şeyin “katilidir”. Yeri gelir “acıyı-sıkıntıyı” da öldürür: Öğretmensiz bırakır bizi; kendimizi “hakikate” hazırlayamayız; yaşam bizden yavaş yavaş “uzaklaşmaya başlar” ya da biz, yaşamın “açığına” düşeriz.

“Gerçekçi ol olanaksızı iste” ya da“gerçekçi ol mutsuzluğu dinle”, deriz: Sakınır da olanağın ya da mutluluğun sınırları içinde gezinirsek eğer geleceğimize “ayak bağı” oluruz; zulümle “ortaklık” kurmaya kapıyı aralarız; sıradan olmayanı “sıradan” yaparız; nefsin sırrını “edebe aykırı” bulmaya başlarız: Giderek olanak ya da mutluluk, “katilimiz” olup çıkar.

“-Ben öyle değilim”, demeyin; her birimiz biraz “şöyle” ya da “böyleyizdir.” Çünkü hepimiz uykudayız; “yaşarken dirildiğimizde” uyanırız: Her uyanışta kendimize baktığımızda, şöyle ya da böyle olduğumuza “tanı” koyarız. Tanının izinde, kendimizi “tedaviye” soktuğumuzda, gerçekçi olup “olanaksızı” isteriz ya da “mutsuzluğu” dinlemeyi öğreniriz.

Mutluluk ve olanak “katilimiz” olmaya başladığında, kendi kültür tarlamızda yetişmeyeni egemenden “ödünç” alıp sonra da “Bu benim kendi tarlamın ürünü”, diye pazarlamaya başlarız. “Ödünçleme” olanaklarla ya da mutlulukla bir bilinç yaratırız. Yarattığımız bu bilincin ne bir “oku” ne de bir “yayı” vardır. Oksuz-yaysız bu bilinçle, en iyi olasılıkla, egemenle taraf bilinç taşıyıcılarının “kıyısında” yürünebilir ancak: Bir “kenara itişmişlerle” yürümekten sakınılır. Geleceği doğurmaktan aciz “yaltaklanmanın” verdiği “vicdan acısını” örtmek için, seçeneksiz kendimizi abartıp, kendi gözümüze “sokarız”. Gözümüze soktuğumuz bilinç, bizim ezberimizdir. Ezber, “birikmiş sözümüzdür;daha doğrusu “birikmiş canlı sözümüzdür,başka anlatımla “ölü sözümüzdür:Tıpkı, canlı emek, birikmiş emek(ölü emek)’te olduğu gibi.

Yabancılaşmayla birlikte nasıl birikmiş emek(ölü emek), yaratıcısından “uzaklaşır,başkasının “güdümünegirer, sonra gelip yaratıcısını “boğmayayeltenirse; biriktirdiğimiz söz(ölü söz) de “aynı yoluizler. Bizden uzaklaşır, egemen yargı tarafından “satınalınır, sonra da gelip boğazımıza “sarılır.

Yabancılaşmış ezberimizi “kırmak,ürettiğimiz saflıkta yeniden “kurmakzorundayız: Bunu başarabilirsek hem kendimizi “tanıma,hem de ütopyamızı “yorumlamaolanağını elde etmiş oluruz. Çünkü vicdanımızın dili “ilk ezberdirve ütopyamızilk ezberüzerine kurulur.

Egemen boş durmaz: Yaltaklanmanın verdiği vicdan azabıyla kıvrananların “vicdanına seslenir”: Seslenir seslenmez “kötülük”, yaşanan ana-yere “çağrılır”; ortalıkta “kol gezmeye” başlar. Ezilmiş olan, bir kere daha ezilir ve diz çöker; “yukarıdan gelecek sese kulak kabartmaya başlar”.

Bu “yabancılaşma” batağından çıkabilmek için sıkıntının-derdin “dua etmeyi öğretmediğini bilmek”, sıkıntıyı-derdi yaratanların “adresine tanı koymak” ve dua yerine “kavgayı/mücadeleyi seçmek” durumundayız.

Bellek kayıtlarımızı bir kez daha gözden geçirelim ve “düşünülmemiş olanın olanağına-mutluluğuna” yolculuğa kendimizi hazırlayalım ve “en kötü” gelip çatmadan bu işin altından kalkalım, diyorum.  Buna “önceden çıldırmak”, denir. Çıldırmanın kazanımlarıyla beslenen biri, mutlu birini gördüğünde, “yaşadığın mutluluğun mutsuzluğu nerede?”; olanak alanında “at oynatan” birini gördüğünde ise yaklaşıp, “yaşamını hizmetine verdiğin olanağın olanaksızı nerede?”, diye sorması gerekir.

Olumlu yanıt alması durumunda, mutluluk mutsuzluğun, olanak olanaksızlığın verdiği bir “ödül” olup çıkar. Daha doğrusu, mutsuzluk ve olanaksızlık döllenir; mutsuzluk ve olanaksızlık “inler”, mutluluk ve olanak “feryatlar” içinde doğar. İşte böylesi bir durum yakalandığında mutluluk ve olanak, “bozuk düzende doğruyu ihbar eder”. Tersi durumda, “katilimiz olup bizi ipe çeker.”

Boşuna dememişler; “Güzellikler dünyaya şölenle gelmez; annemiz inlemese, biz ağlamasak doğmayacaktık”, diye. Geleceği kuracak acı-sıkıntı, mutsuzluğun ve olanaksızlığın “dışa” vurumudur. “Bugün de mutsuzluğun ve olanaksızlığın pençesinde kıvranıyoruz, ama geleceği kuramıyoruz”, diyebilirsiniz: Sanki haklı bir itiraz. Yakından bakıldığında haklılığın “haksızlığı” anlaşılır. Olanak ile olanaksız, mutluluk ile mutsuzluk arasındaki ilişki “iptal” edildiğinden olanak ve mutluluk “katilimiz” olma yoluna girerken mutsuzluk ve olanaksızlık, geleceği kuracak “oğul” vermekten yoksun “kısır” duruma düşer.

Ne yapılması gerekir sorusunun izinde “vicdanımızı rehber” edinerek yürüyelim: Önce, acının-sıkıntının anası mutsuzluğu ve olanaksızlığı “yabancılaşmanın batağından” kurtaralım. Vicdanımızın evi “hiçliğimize” taşınalım ve dokuz on gün sonra, “geleceği kuracak” acılarımıza-sıkıntılarımıza binip “çığlıklar içinde” doğalım; olanaksızlığımız-mutsuzluğumuz “gebe” kalsın; doğan çocuğun, yani olanağın ve mutluluğun “hafızasını okuyalım”, bize koşan gelecekle “kucaklaşalım.”

Aslında hiçbirimiz, öldüğümüzde geçmişin “yığını” olmak istemeyiz; geleceğin “olanağı” ya da “mutluluğu”  olmak hepimizin özlemidir. Bu özlem, geleceğe “tutunmamızı” sağlar; geçmiş ve şimdi, üzerimize “çökmez”, boğazımızı “sıkmaz.”

Bu nedenle yazmak ya da söz söylemek, ertelenen yaşamı “yazı” ya da“söz yapmaktır”. Erteleme, mutsuzluğu ve olanaksızlığı “doğuma” hazırlamak adına yapıldığında, “yazı” ya da“söz yaptığımız yaşam” şimdinin “puştu” olur. Yarın ölçü alındığında ise bu “puşt”, şimdinin hapishanesinden “firar etmiş”, özgür bir kimliktir artık.

Feuerbach’ın “İnsan, yediği şeydir” sözü, külâhımızda çivi(*) olup çıkar.  Sözün özü, yediğimiz şey, içimiz olur da kanla beynimize akar ve “düşünce” denen materyale dönüşür; bu kez materyal kendini “yakar” ve bedeni “kurar”. Ara sıra kendimizi dinlemek için doğaya “-Sus!” ediğimizde, beynimize akan düşüncenin “şıpırtısını” ve yakarak bedenimizi kuran hiçliğimizin“çıtırtısını” duyarız: Bu ses aracılığıyla içimizde bedenimizi, bedenimizde içimizi “seyrederiz.”

(*) Akıl külahta bir çividir; yumruk vurmadan girmez(Arnavut atasözü)

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (www.marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Hack Forum Hacker Forum Hack Forumu Warez Forumu Hacker Sitesi Hacking Forum illegal forum illegal forum sitesi warez scriptler nulled forum crack forumu hacking forumu illegal hack forumu hacking forums