GEZİ DİRENİŞİYLE GERÇEK ÖLDÜRÜLDÜ MÜ?

  • 13.07.2013 00:00

 

Şimdi attık düşünce,

gerçekliğin sanala düşen gölgesi;

şimdi artık sanala düşen gölge,

şimdinin kıpırdayan eti.

Bence elimizdeki bilgisayar “doğurdu”; dijital “imge”, dünyaya geldi: “Gerçek öldü”. Kucakladığımız, yeri geldiğinde seviştiğimiz, masamızda, dizlerimizin üzerinde ya da yanı başımızda bize masum masun bakan bilgisayarımızın uyguladığı “şidddet”, yapma “imgenin varlığa gelme sancıları” oldu. Demek ki “yoktan var edilen” olarak algılanan yapma imge, işte bu masum bilgisayarımızın “çocuğu”; uyguladığı şiddet, bizi “tersten vurdu”.

Bilgisayarın çocuğu, gerçeğin varlığına “savaş açmış” durumda: Sinyal darbeleriyle “öldürülen” gerçeğin varlığını nasıl dirilteceğiz? Ya da “tersten” düşünelim; yapma imgeyi nasıl “öldüreceğiz?”

Biliyorsunuz, yaklaşık 4 bin yıldır “gerçek”, mermisi “vahiy” olan metafizik tanrının “top ateşi” ile öldürülüyordu: Ne var ki artık o silah “demode” oldu; bilgisayar “sinyalleri” kadar etkili değil.

Dijital(sayısal) devrimden “firar” edip “antropolojik bir devrimin” koşullarına taşınmadan, yapma imgenin “katili” olamayacağız vesselam. Bunu sağladığımızda, “tersine dönüşümle” yapma imgeyi “öldürüp dirilteceğiz”; ölüp ölüp dirilerek yapma imge, meydanlarda, sokaklarda egemene karşı “politik silah” olacak.

“Evrensel bağımlılık yasası”,gerçekle sanalın “zorunlu” ilişkisine dönüştü sanki: Daha önce tanık olmadığımız “yeni toplumsal muhalefet”, böylesi bir zorunlu ilişkinin sonucu. Örnek göster derseniz, “Gezi Direnişi”, derim: 27 Mayıs 2013’te başlayan; Mayıs’ın Haziran’a, Haziran’ın Temmuz’a “el vermesiyle” bugün de meydanlarda-sokaklarda çoğalarak süren, “ezber bozan” direniş.

Gezi Direnişi, “rügüler özlem” yani “Öte-Dünya” işleri özlemi içinde “kavrulan” ve bu yangınla “seküler yaşamı” yani “Bu-Dünya” yaşamını kuşatmaya almaya çalışan; birey-toplum bilincini “öteleyip” yerine “Allah’ın dünya görüşünü” geçirme uğraşı içinde olan bir iktidara karşı, “çevre/kentleşme” hareketi donunda patlak verdi.

Bu direniş, iletişim alanında yaşanan “devrim” niteliğindeki gelişmelerin olanakları kullanılarak yaşama taşındı: Daha önceleri devlet, iletişimi büyük ölçüde kontrol edebiliyordu. Ama günümüzdeki elektronik iletişimi, kontrol etmek devlet için bile “olanaksız.” Bu yeni iletişlim biçimi, geleneksel iletişim biçimlerinden hemen hemen “tümüyle farklı”; belirli bir “biçimi, yapısı, mekânı” olmadığı gibi kurallanmış bir “dili” de yok.

Örgütlenme söz konusu olduğunda, “ezberimizi kırılmıştır”: Örgütlenme alanı artık “işyerleri, evler, fabrikalar, tarlalar, üniversite yerleşkeleri” değil, “sanal” bir dünyadır. Direniş, sosyal medya denilen sanal dünyada ne oluyor-ne bitiyor demeye fırsat bulamadan örgütleniverdi: Tam anlamıyla “haber vermeden” geldi ve “sözümü rahat bırak”, diye haykırdı. (1)

Klasik siyaset etme biçimlerinden “farklı” olduğu için, “belirli bir ideolojiye” dayalı olarak gelişmemiştir Gezi Direnişi: Somut sorunlardan hareketle “yatay hareketliliği” bir araya getirerek örgütlenmiştir. Açıkçası, yatay bir küresel ağ, zamanda ve mekânda “taşınabilir bir ağ” durumuna getirilmiştir . Yatay iletişimi, “eşit haklı bir katılım” üzerine yapılandırarak, dikey örgütlenmeden “sakınıp”, merkezsiz, emir-komutasız, çok kesimli, çok düşünceli bir eylem. Eylemin gerçekleştirilme “sıkıntısını”, anında ödülü anlamında“mizaha döktüğü” için eğlenceli, çığlıklar içinde, yaşamı değiştirmenin-dönüştürmenin yeni tarzı. “Yeşil talanına” yani “çevre/kent için risk oluşturan bir uygulamaya” karşı, özellikle “gençliğin kitleselleştirdiği” bir direniş başlatıldı. Amacı “dikey” yanı baskın politik bir örgütlenmeye giderek iktidarı “alaşağı etmek” değil, iktidarın iktidarı “kullanmasına sınırlamalar getirmek, etkilemek”, daha doğrusu “terbiye etmek” biçiminde özetlenebilir. Katılımcı, özgürlükçü, doğa ve insan merkezli direnişin “aktörleri”, sözlerinin dinlenmesini, kendileriyle konuşulmasını, kendilerinin ciddiye alınmasını istiyorlardı bir bakıma. Kazanım durumundaki laiklik değerlerinin kuşatmaya alınmasıyla tetiklenen “mağduriyet duygusu” olağanüstü çoğaltılınca, çaresizliğin-umarsızlığın kendisi “dert” olmaktan çıktı, “sevince-neşeye” dönüştü: ’68 Kuşağı “ıslık çalarak” ölüme gidiyordu, Gezi Dirinişinin katılımcıları ise “dans ederek”: Ne diyeyim, “insan” olan yanlara bir tat geldi.

Dışarıdan bakıldığında “apolitik” gözükmesine karşın, “örgütsüzlüğün örgütlülüğünün” ya da “memnuniyetsizlerle taraf  yaşam denilen örgütlülüğün” çoğaltılmasının “politik başkaldırısı” oldu Gezi Direnişi. Başkaldırı, “kentsel kamusal alana” sahip çıkmış, bu alanın niteliğinin değiştirilerek “özel kullanım alanına” dönüştürülmesine ölümüne “tavır” almıştır.

Artık entelektüel, “gerçeği dirilten” ya da “gerçeği örten gerçekten sanala firar eden-sanaldan gerçeği örten gerçeğe koşan” insan demektir: Gerçekten sanala, sanaldan gerçeğe geçişlerini “sancısız” yapabilen, dijital sinyalleri “mermi” olarak kullanan bir “gerilladır.” Sinyalleri “mermi” olarak kullanamazsa kendisine “mermi” olarak dönecektir, bu kesin. Son yıllar, bunun kanıtı gibidir: Sinyal “ateşiyle serseme dönenler”, ne yapacaklarını şaşırmış, sözcüğün “gerçek” anlamıyla “piknik” yapmaya başlamıştı. Entelektüel olmanın, aydın olmanın koşulu durumundaki “iktidara, yönetenlere tavır alma”, ileride “kullanılmak” üzere “rafa” kaldırılmıştı.

Sinyal ateşini “göğüsleyen”, onu “öldürüp yeniden diriltenler”, sözcüğün “gerçek” anlamıyla yapılan “pikniği” de “öldürdüler” ve pikniğin, “topluma bağlanma, yönetene başkaldırma” aracı olarak yapılacağını bize öğrettiler: Bu bağlamda Gezi Direnişi katılımcılarına teşekkür borçluyuz. “Dolayısıyla entelektüellerin... çekildikleri evlerinden, üniversitelerinden, mahfillerinden dışarı çıkmaları gerekiyor. Yoksa onları yanlarına çağıran yeni kuşakların yeni beklentileriyle kesişen dünyaları olmayacak...., kamusal alanlardan kendini soyutlayanların entelektüel kimliği de” (2)kalmayacaktır.

Gezi Direnişiyle başkaldırının simge dilini de öğreniş olduk: “Kırmızılı Kadın, Siyahlı Kadın ve Sapanlı Kadın”. Kırmızılı Kadın’ın, “...yaptığı çağrı aynı zamanda bir meydan okumaydı. Yalnızca saldırgan eril-devlete değil, olup biteni bir kenarda, ağaç-böcek meselelerini hayatlarında çok önemli bir yere koymayan insanlara da ağır bir mesaj veriyordu o görüntü. Doğrudan alt bilinç birikimlerini hedef alan bir ‘tahrik’ söz konusuydu.... Bu duruş bize, zayıf olarak da iktidarın karşısında durulabileceğini telkin etti.... Eğer o fotoğraf olmasaydı Çapulcular Direnişi çok daha küçük bir grubun, gerçekten ‘marjinal’ bir hareketinden ibaret olacaktı. İşte bir kalkışma hareketini direnişe dönüştüren ve onu epidemik kılan şey bu haksız şiddetin sergilenmesi oldu. Doğrudan bilinç dışına seslenen ve geniş empatik imkanları olan bir görüntüydü o. Çapulcular Dirinişi’nin büyük fotoğrafı, Kırmızılı Kadın ile özetlenebilir....İkinci fotoğrafta Kırmızılı Kadın’ın hızlıca evrildiği noktayı gördük. Bu fotoğrafta siyahlı bir kadın Toma’nın önüne geçmiş, ellerini yanlara açmıştı... Kırmızılı Kadın’dan farklı olarak Siyahlı Kadın artık kaçınmıyor. Eril şiddetin karşısında, insanı şaşkınlığa düşürecek kadar büyük bir özgüven ve dinginlikle dikilmiş. Bu fotoğraf aslında, eril-devlete değil, basbayağı çiçek-böcek işlerine karışmamaya kararlı olan geri kalan herkese yönelik bir meydan okumaydı.... Siyahlı Kadın’ın yüzündeki ifade beden duruşunu güçlendirecek..., neredeyse aşkın ruh halini sergiliyordu.... Bize bir mücadelenin etik ve teknik inceliklerini gösterdi Siyahlı Kadın.... Üçüncü fotoğraf Sapanlı Teyze... Bu fotoğraf, eril şiddete şöyle söylüyordu: ‘Eğer çocuklarıma zarar vermeyi sürdürürsen alışık olduğun dilden konuşurum seninle..’ diyordu.... Çapulcular Direnişi, bir kadın kalkışmasıdır. İnsanlık tarihini bilemem ama bu ülkedeki ilk dişil direnişle sınanıyoruz.” (3)

SATILMIŞ MEDYA

Artık gaztecilik,

arada gaz maskesi, gözlük, fotoğraf makinesi ve kamera olsa da

beden bedene yapılıyor.

Gezi Direnişi, geleneksel anaakım medyaya “tanı” koymamızı sağladı; “karşı medyanın” ne olup olmadığını bize öğretti. “Yazılı basın can çekişse de kurtuluşu yeni medyaya dönüşmekte buluyor. Sosyal medya takibi, internet gazeteciliği, internet televizyonculuğu gibi cep telefonlarına taşınan çoklu medya ortamı çalışmaları, medya sektörü için kaçınılmaz bir hale geldi. Halen en yaygın kitle iletişim aracı... televizyon... ideal kamusal alanın umudu olmaktan çoktan çıkmış durumda...., gazetecilik, ciddi bir kriz yaşıyor.... Temsili demokrasinin boşluklarına dikkat çekmek üzere ses veren yurttaşlara kulak tıkamak, susturmaya çalışmak, bu sesleri kuru gürültüye indirgemek kimsenin yararına değil. Toplumsal adalet, süreklilik ve güncelleme gerektiren hassas bir süreç...” (4)

Diğer yandan karamsar değiliz: “Gezi direnişinde Taksim’in yollarını polis, bilginin ve haberin yollarını sansür/oto-sansür tuttu. Ama gençler sayesinde, bundan böyle ‘medya’ dediğimizde hepimizin aynı yöne bakmıyor olacağı kesin”(5)olsa da.

“Çok uzun zaman sonra ilk kez bu yıl.., acı ve zulümde ayrılmanın değil, birleşmenin sınavı verildi. Kimliklerin tehlikeli dışlama kapanına düşmeyen, gönlü çektiğince farklılığını, gerekli gördüğünde ise aynılığını öne çıkaran bireylerin ortak duruşuydu yeni olan... Gezi Parkı Direnişi, siyasetin ve maalesef basınla medyanın bir kesimi tarafından kullanılan ayrımcı, kışkırtıcı diline inat,... insanların yaratıcı, mizah dolu ifade tarzlarını koydu ortaya. Kadına, ibneye, orospuya, cinsiyete ve cinselliğe dem vurarak atılan küfürler, atölyelerde sil baştan ele alındı. Hayat yeni dil yarattıkça, erkin o buyurgan, aşağılayıcı dilinin içini boşalttı. Bir de baktık o ‘ibneler’ en ön safta direniyor. Onur  Yürüyüşü ile sadece kendi hayatlarına değil, daha özgür bir Türkiye’ye talip oluyor. O ‘orospular’, kendilerini sömüren düzeni ifşa ediyor. Sonuçta geriye sadece insan kalıyor, varlığıana ve hayatına sahip çıkan mis gibi insan...”(6)

Hiç mi umut yok: Var elbet. Dışlanmışlar-suçlanmışlar, yasaklılar-tarbiyesizler “meydan alıp” sistemi eleştirmeye başladıklarında, umutsuzluğun umudu doğurma “sancıları” başlamış demektir.  “Bir ayı aşan zekâ, mizah, duygu, özgürlük, isyan, öfke ve umut patlamasının; Türkiye’yi derinden sarsan, sadece iktidarı değil herkesi, hepimizi, bütün eğilimleri, siyasetleri ‘titreyip kendine dönmeye’ çağıran son bir ayın yaktığı en önemli umut ışığı Cumartesi günü Taksim’de açılan o pankarttı bana göre: ‘Bir yanım Taksim, bir yanım Lice.’... Silkinip kendine gelme vakti şimdi: Ne olursa olsun, ne kadar sabır, soğukkanlılık gerektirirse gerektirsin yeni bir cephede buluşma vakti. Bir yanım Taksim, bir yanım Lice diyebilenlerin barış ve demokrasi cephesi. Ortak paydası ve turnusol kağıdı Kürt halkının eşit yurttaşlığı ve tüm yurttaşlık haklarının sağlanması, acılarının kayıplarının tazmini olan bir birlik. Mevcut cephelerin, kanatların, siyasetlerin cesurca dağılıp düzülmesi...İster Müslüman ister laik, ister örtülü ister açık, ister CHP’li, ister solcu, sosyalist, ister AKP’li, muhafazakâr, liberal, her kesimden, bu ortak paydada buluşanların herkesi kucaklamaya, herkesle diyaloğa hazır geniş birliği. Taksim’de açılan ‘Bir yanım Taksim, bir yanım Lice’ pankartının yarattığı umudun bayrağı altında toplananların birliği. Hâlâ umut var kardeşim...”(7)

 

(1) “İfade özgürlüğü iktidardakilere karşı güçsüz konumdakilerin muhalefet edebilmelerinin güvenceye alınmasıdır.... Demokratik bir ülkede,... ifade özgürlüğünün hayat bulması için protestoculara müdahale etmemenin yanında, başka grupların müdahalelerine karşı koruması,... da gerekiyor... Protestoları kendisini yıpratmaya çalışmak çalışmak şeklinde değerlendiren hükümet, polisin sert müdahalesini meşrulaştırmaya çalıştı.... AİHM ifade özgürlüğü, sadece olağan karşılanan, zararsız ya da önemsiz görülen düşüncelerin açıklanması açısından değil, devlete ve toplumun belli bir kesimine aykırı gelen, onlara rahatsızlık ve endişe verici düşüncelerin açıklanması açısından da geçerlidir diyor... ABD Yüksek Mahkemesi, bir ifadenin sadece içeriğine bakarak yıkıcı olup olmadığının belirlenemeyeceğini, nerede ne zaman ve hangi şartlarda yapıldığının da göz önüne alınması gerektiğini söyler. İfade içerik olarak yıkıcı olsa da, tek başına tehlike yaratır nitelikte sayılmaz. Buna bağlı olarak tehlike, soyut bir ihtimal olarak yasama organı tarafından değil, somut ve var olan bir çerçek olarak yargı organı tarafından saptanacaktır...”(Canikoğlu, Seher Kırbaş; Sözümü Rahat Bırak; Radikal İki; 7 Temmuz 2013; s, 6)

(2) Gümüş, Semih; Entelektüellerin Değişimi/ Peter Osborne’nin Eleştirel Bakış adlı çalışmasının değerlendirilmesi/ Radikal Kitap; 5 Temmuz 2013 Cuma; s, 23

(3) Güzelsoy, İsmail; Direnişi Yapan Üç Kadın; Radikal İki; Sayı: 873; 7 Temmuz 2013; s, 1 ve 13

(4) Türkoğlu, Nurçay; Gasp Edilen Medya mı, hayatlarımız mı?; Radikal İki; 7 Temmuz 2013; s, 8

(5) Çınar, Mahmut; Habercilik İçin Hâlâ Umut Var!; Radikal İki; 7 Temmuz 2013; s, 9

(6) Karakaşlı, Karin; Alaşıma Selam; Radikal İki; 7 Temmuz 2013; s, 14

(7) Baydar, Oya; ‘Bir Yanım Taksim, bir yanım Lice’; T24 İnternet Gazeresi; 03.07.2013

 

 

 

 

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (www.marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Hack Forum Hacker Forum Hack Forumu Warez Forumu Hacker Sitesi Hacking Forum illegal forum illegal forum sitesi warez scriptler nulled forum crack forumu hacking forumu illegal hack forumu hacking forums