TEOLOJİNİN SIRRI ANTROPOLOJİDİR (1)

  • 2.05.2013 00:00

 (YASAKLI KÜLTÜRLERDE/KIZILBAŞLIKTA)

TEOLOJİNİN SIRRI ANTROPOLOJİDİR (1)

Şimdinin geleceği kör;

artık geçmişin geleceği ile

aydınlanıyoruz.

Din ya da inanç, yasaklı kültürlerde; deneyimden fışkıran “hayret ve heyecandır”; hayret ve heyecanın doğum ürünü anlamında “kurtarıcı bâtınî bilinç” ya da “kurtuluş teolojisidir”; ötesinde “aşktır-sevgidir”. Deneyimin ürünü olarak algılandığı için din ya da inanç “neden” değil, “sonuçtur”.  Bu nedenle “yasaklı kültür insanı”, yaratıcı tanrıyı ve onun dünya görüşü anlamında metafiziği “inkâr” eder ve “kötülük kaynağı” olarak onunla mücadeleyi “yükümlülük” görür.

Nobel ödülü sahibi fizikçi Steven Weinberg(1933); “Din olmadan da iyi insanlar iyi şeyler, kötü insanlar da kötü şeyler yapar. Ancak iyi insanların kötü şeyler yapabilmesi için din gereklidir.”, derken bir bakıma bu durumu doğrular.(2)Demek ki Lichtenberg’in dediği gibi; “Önemli olan, kişinin neye inandığı değil, inandığı şeyin onu ne yaptığıdır.” (3)

Tektanrıcı inancın bizi nerelere sürüklediği ölçü alındığında, metafizik, “ucuz bir içki” olarak öne çıkar. “Bağımlısı” durumuna gelip insanlığını inancına “bağladın” mı bir kere, sonucu “önceden belli” bir yıkımın içine taşırsın kendini; çok geçmez insanlığını tüketirsin. Tüketime koşut, kendi gelişimine kendi elinle “engel” koyarsın; inanmayanı “ötekileştirir”, ötekileştirdiğinden adaleti ve saygıyı “esirgersin”. (4)

Kurtarıcı Bâtınî Bilinç-Kurtuluş Teolojisi

Kurtuluş teolojisi ya da kurtarıcı bâtınî bilinç, “... kendisine baş muhatap olarak ‘insan olmayanları’ seçmiştir, ‘yoksulları, sömürülen sınıfları, dışlanan ırkları, hor görülen bütün kültürleri seçmiştir...”(5)

Bu nedenle yasaklı kültür insanı, Anadolu içlerinden İspanya’ya/ Güney Fransa’dan İngiltere’ye, yaşanılan dünyayı “Şeytan’ın idare ettiği bir krallık” olarak algılamış, egemenleri Şeytan’ın “memurları” olarak görmüş; bu krallığı ve memurları ortadan kaldırmak, “Tanrı Krallığı’nı yoksulların yardımıyla kurmak” için kavga vermiştir. Almaya’da “Anapatizm”, Fransa’da “Katharizm”, İtalya’da “Patarenizm”, Balkanlar’da “Bogomilizm” ve Anadolu-Balkanlar’da “Paulusyanizm” bu duruma örnektir.

Ya da Katolik zeminde Latin Amerika’da, ‘60’lı yıllarla birlikte, yoksulların, siyah derililerin ve kadınların kurtuluş mücadeleleri “İncil’in okunmasında araç” olarak kullanılmış; İncil başta olmak üzere tüm kutsal metinler “yoksulların gözüyle” okunup yorumlanmıştır. Latin Amerika’dan kaynağını alan dünyaya yayılan “Kurtuluş Teolojisi”, böylesi bir çabanın ürünüdür: “... aynı zamanda mücadele ve yoksunluk içindeki bütün insanlarla ilgilenen bir teoloji var. Bu, din ve ilahiyat uzmanlarınca geliştirilen ve onlardan miras kalan bir teoloji olmaktan çok, kendilerini mücadelenin ortasında bulan bu insanların öngörülerinden ortaya çıkan bir teolojidir.”(6)

İslami zeminde kurtuluş teolojisi, “tevhit anlayışına” bağlanır: Tanrısal birliğin, insanlığın da birliğini gerektirdiğini öne sürer. (7)Hıristiyan dünyada İsa’ya yüklenen anlamlar Ali’ye yüklenir ve tevhit bağlamında, “Tanrı-Ali” özdeşliği vurgulanır. “Şunu hatırlatmakta yarar var ki İslami kurtuluş teolojisi sadece Hıristiyan denginin bir türevi değil, aksine kolonyalizm ve emperyalizme karşı uzun süreli Müslüman direniş geleneğinden esinlenen bir olgudur.” (8)

Ama yine de kendisini Bâtınî bir içeriğe taşınan İslam heterodoksisi dışında “Çok az sayıda Müslüman düşünür İslami esaslarla Marx’ın düşünceleri arasında bazı paralelik ve örtüşmeler keşfetmiştir. Bunlardan biri de Pakistan’ın büyük evladı Muhammet İkbal’dir(1876-1938). İkbal’in, Marx’ın en büyük ve tanınmış eseri Kapital için,  ‘Cebrailsiz Kutsal Kitap’ ifadesini kullanması, İslam dünyasından yapılmış en çarpıcı değerlendirmedir.... Marx, fikir ve felsefe tarihinde söylediği bazı sözler yüzünden düşmanlıklara hedef olmuş isanlardan da biridir. Onun bu anlamdaki sözlerinden biri de ona bütün dinlerin inananlarının düşmanlıklarını kazandıran ‘Din halkın afyonudur’, sözüdür. Bu söz, inananlar tarafından Marx’ın kastetmediği manada, yani din karşıtlığı ve düşmanlığı olarak anlaşıldığı gibi, Marksistlerin büyük çoğunluğu tarafından da dindarlarla aynı paralelde anlaşılmıştır. Bağlamından koparılan her söz, kastedilenden yüzde yüz farklı anlam ifade edebilir veya amacının tam tersi anlamda yorumlanabilir. ‘Din halkın afyonudur’ sözü, bunun en gözalıcı örneğidir. Bu sözün yer aldığı metnin tamamı şöyledir: ‘Dinsel sıkıntı, hem gerçek sıkıntıların bir dışa vurumu hem de gerçek sıkıntılara karşı bir protestodur. Din, ruhsuz bir dünyanın ruhu olduğu gibi, ıstırap içindeki yaratığın feryadı ve kalpsiz bir dünyanın kalbidir. Din halkın afyonudur.’(K. Marx, Hegelci Hukuk Felsfesinin Eleştirisi, Giriş) Bu, ‘Din kurumu olmasa kapitalizmin para, kâr ve çıkar uğruna yönelttiği zulümlere karşı insanlar dayanacak gücü kendinde bulamazdı’, demektir. Onun şu sözü de bu metinde geçen anlayışı doğrular niteliktedir: ‘Burjuvazi, dini şevki, tanrısal coşkunlukları, bencil hesapların buzlu sularında boğdu.’ Bu ifadeler göstermektedir ki Marx’ın dine yaklaşımı, aydınlanmacı filozoflar gibi alerjik ve reddedici değil, anlama amaçlıdır...” (9)

Yeri gelmişken belirtelim: Sosyalist solun din konusundaki görüşlerinde bir “arıza” olagelmiştir. “Marx, Roma Katolik Kilisesi’nin ‘otoriteye inanç’a yaptığı feodal vurguya karşı erken dönem Lutherciliğinin ‘inancın otoritesine’ yaptığı bireyselci vurguyu on altıncı asırda filizlenen kapitalizmin doğal bir müttefi olarak tanımlamıştır..... Aksine Marx, Katolikliği, gerici ilkelerinden caymayan ve kapitalizmden bile eski olan umutsuz bir Ortaçağ kalıntısı olarak gördüğü için, devrimci sosyalizm çıkarlarını daha az sahipleneceğini düşünmüştü. Ayrıca Marx’ın her tür Hıristiyanlığın gerici siyasetlerle ittifaka gideceğini düşündüğü iddiası da doğru değildir. Aslında o, politik radikal Hıristiyanlık hareketlerinin dönem dönem tekrar etmesine yol açan ideolojinin dinsel biçimlerine içkin olan mekanizmayı gayet iyi anlamıştı ve Komünist Manifesto’da Hıristiyan sosyalizmini aşağılayarak reddetmesine ek olarak, arkadaşı Friedrich Engels Köylü Savaşları’nın bir bölümünde bu dönemsel hareketler konusunda ayrıntılı bir çalışma yapmıştı. Engels, yalnızca Luther’in artan gerici tutumuna yoğunlaşarak değil, ayrıca neo-Anavaftiz(Neo-Anabaptist, y.h.n.) lider Thomas Münzer’in yükselen radikal komünizmini de ele alarak, Almanya’daki erken Reformasyon döneminin köylü ayaklanmalarını incelemişti. Münzer, en azından kâğıt üzerinde tipik bir komünistti. Ancak Engels’in deyişiyle ‘hayali komünist’ sayılmalıydı. Çünkü Engels’e göre Münzer’in önerdiği radikal program, ütopyacı Hıristiyanlıktan ilham alıyordu ve dolayısıyla ‘halihazırdaki toplumsal ve siyasal koşulların ötesine geçiyordu.’ Gerçek tarihten kök almayan teolojik bir idealizm olarak Münzer’in komünizmi de bu nedenle ancak şiddet yoluyla başarılı olmayı umut edebilirdi ve dolayısıyla tüm ütopyacılıkların kaçınılmaz şekilde son bulduğu tiranlık içinde yozlaşacaktı. Sonuçta Marx’ın da bizzat söylediği gibi, ‘Köylü Savaşları, Alman tarihinin bu en radikal olayı, teoloji yüzünden yenildi..... Marx’a göre, din ile devrimci politik bir program temelinde kurulan bir ittifakta bile, somut olgularda görüldüğü üzere, pratikte din her zaman politikanın devrimci yanını köreltmiş ve sınıf mücadelesinin somut tarihsel pratiğini idealist bir ütopyacılığa yönlendirmiştir.” (10)

Özetle sosyalistler olarak “insana benzemeyen” tanrıyı “inkâr” ettik, ama yerini “boş” bıraktık: Bu nenenle ateist yaşayıp camiden gömülmeyi, bıraktığımız boşluğun bir “ödülü” olarak algıladık. Buna karşın genelde yasaklı kültürler özelde toprağımın yasaklı kültürü Kızılbaşlık, insana benzemeyen tanrıyı inkâr etmekle “yetinmemiş”, ortaya çıkan boşluğu “insanla/dağla-taşla” doldurmuştur. Ve doğrudan doğayı-doğrudan insanı tanrı kabul ettiği için “tanrısız bir doğaya-tanrısız bir insana” ulaşmayı amaç bellemiş; insanın üzerinde insana “tasallut” eden bir tanrıyı-doğanın üzerinde doğayı “zincire” vuran bir tanrıyı kabul etmek, insanın ve doğanın “özgürlüğünü elinden almaktır” demiştir.Bu anlayış “geleceğin ateizmidir” ve sosyalist kafalardaki “din-allah anlayışını terbiye edecek bir öğretmendir”.

Kızılbaşlıkta Teolojinin Sırrı Antropolojidir

 

Yüreğimize gömülmüş,

baskı ve toplama kampları var...

Yasaklı kültürler, “yaralı” bir bilince sahiptir; “kan” damlayan bu bilinç, geleceğimizin “güvencesidir”. Çünkü güzellikler dünyaya şölenle gelmez: Annelerimiz “inlemese” bizler “ağlamasak” dünyaya gelmeyecektik.

Emperyal güçler halkları, egemenlere karşı ortak bir iradeyi dışa vuran bir güç olmaktan çıkardı; “kalabalık” durumuna getirdi ve orada “tecride” aldı. Devletler Ortodoks kültüre yatırım yaptı, diğer inanç-düşünce ve felsefeleri “tecride” aldı; ana etnik gruplar, kendi kanına “yatırım yaptı”, diğer etnik yapıları “tecride” aldı. Sistem kadını erkeğin “evrenselliğinde”, erkeği de kendi amacında “tecride” aldı.

Özetle çağımız insanı “tutsak”, şimdiyi “inkâr” edemiyor; geleceği ve geçmişi “şimdi” yapamıyor. Egemenin düşünde, “kendini yitirmiş” durumda. “Şimdiden uzaklaşmayan şimdi”, beyinlerimizi zincire vurmuş,  hiçbir düşünceye artık “izin” vermiyor.

Öyleyse durmayalım; bedenimize ve doğaya ilişkin bilgiyi yanımıza alıp “hiçliğimize” taşınalım; sonra geleceği kuracak olan acılara-sıkıntılara binip hiçliğimizden “feryatlar” içinde doğalım. Bunu başarabilirsek yaşarken “can çekişebiliriz”. Can çekişebilirsek eğer “yaşamı kurabiliriz”.

Genelde yasaklı kültürlerde, özelde toprağımın yasaklı kültürü olan Kızılbaşlık’ta, teoloji “sır” sahibidir ve “teolojinin sırrı antropolojidir”: İnsana benzemeyen tanrıyı “inkâr” edip ortaya çıkan boşluğu “insanla-bedenle” doldurmaya çalışan her Kızılbaş, bu “sırrı içselleştirmek”le yükümlüdür. Harabi’ye kulak verelim:

Daha Allah ile cihan yok iken/Biz anı var edip ilan eyledik/Hakk’a hiçbir layık mekân yok iken/Hanemize aldık mihman eyledik

Kendisinin henüz ismi yok idi/İsmi şöyle dursun cismi yok idi/Hiçbir kıyafeti resmi yok idi/Şekil verip tıpkı insan eyledik

Biz metafizik tanrıyı niçin “öldürdük?” Niçin insanı “Konuşan Tanrı yaptık?” Yanıtı açık: İnsana, yani bedenlerimize “yer açmak” için yaptık bunu; Tanrı’yı “öldürdüğümüzde” ortaya çıkan boşluğu “insanla, bedenle” doldurmak istedik hepsi bu.(11)

Tanrı’yı öldürdüğümüz gün, kendimize bir yer açtık; yer açtık açmasına da dünyayı Tanrı’nın değil “bizim yarattığımızı” bir türlü anlayamadık.(12)Durumu içselleştirebilseydik eğer, bedenle-doğayla taraf olup metafizik tanrının “düşmanı(13)olabilirdik. Örneğin Kaygusuz Abdal, Metafizik Tanrıyı ve O’nun değerlerini/ mekânlarını ödünsüzce sorgular:

Âdem’i balçıktan yoğurdun yaptın/Yapıp da neylersin bundan sana ne/Yarattın insanı saldın cihana/Salıp da neylersin bundan sana ne

Bakkal mısın teraziyi neylersin/İşin gücün yoktur gönül eğlersin/Kulun günahını tartıp neylersin/Geçiver suçundan bundan sana ne

Katran kazanını döküver gitsin/Mümin olan kullar didara yetsin/Yılana emreyle tamuyu yutsun/Söndür şu ateşi bundan sana ne

Sefil düştüm bu âlemde naçarım/Kıldan köprü yaratmışsın geçerim/Şol köprüden geçemezsem uçarım/Geçir kullarını bundan sana ne

Kaygusuz’um aydur cennet yarattın/Nice kullarını ceh’neme attın/Nicesin ateş-i aşk ile yaktın/Yakıp da neylersin bundan sana ne.

DEVAM EDECEK

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (www.marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Hack Forum Hacker Forum Hack Forumu Warez Forumu Hacker Sitesi Hacking Forum illegal forum illegal forum sitesi warez scriptler nulled forum crack forumu hacking forumu illegal hack forumu hacking forums