- 29.03.2012 00:00
Diyorlar ki Başbakan Erdoğan’a laf söylenmiyor. Zaten etrafını da dalkavuklar sarmış.
Sanki bu durum Kılıçdaroğlu ve Bahçeli bağlamında da doğru değilmiş gibi. Sanki onların da etraflarında benzer insanlar yokmuş gibi.
İsterseniz bu laflarla eğlendirelim kendimizi biraz daha. Biraz daha “Ah bu liderler!”, “Ah bu liderlerin etrafındakiler!” demeye devam edelim. Bunların bir “zihniyet” meselesi olduğu kadar bir “eksik-demokrasi” meselesi olduğunu hiç konuşmadan...
Ben söylediğimde kimileri bana “fanatik” diyor ama bu ülkede “gerçek” bir şike konuşması istiyorsanız varolan demokrasi konusunda da “gerçek” bir konuşmaya hazır olmanız gerek. Oynananın bir çeşit “ortaoyunu” olduğunu teslim edip “şike”yi de öyle konuşmak gerek, eğer varsanız...
Yarım gebelik olmaz derler ama her iki konuda da yarım gebelik bir durum olduğu açık. Konuşuyormuşuz gibi yapıp konuşmuyoruz. Düşünebiliyor musunuz bunu bile başarıyoruz. Uzaya gitmek falan bizim için iş değil anlayacağınız.
Mesela Kılıçdaroğlu konuşuyor, diyor ki “Bir gazete 21. yüzyılda nasıl kapatılır?” Konuşuyor mu sahiden? Belli değil. Çünkü, o kapatılmasını kınadığı gazetenin adını anmadan konuşuyor. Yani aslında konuşuyormuş gibi, kınıyormuş gibi yaparak konuşuyor, “gerçek” bir konuşma yerine.
Neden mi? Çünkü o gazete Özgür Gündem, Kürt siyasetinin gazetesi de ondan. Yayına başladığı 1990’lı yıllarda iki yıl içinde 27 çalışanı öldürülmüş bir gazete. (“Öldürülmüş”ün altını bir kez daha çizmek gerek sanırım durumun vahametinin anlaşılmasına yardımcı olmak için.)
Kılıçdaroğlu Özgür Gündem’in adını ağzını alsa ne olur? Gazetenin benimsediği Kürt siyasetine destek mi vermiş olur? Dese ki, “bu gazete Özgür Gündem, bu ülkede yayımlanan gazetelerden biri. 21. yüzyılda hangi gazete olursa olsun kapatılamaz!”
Ne olur dersiniz?
***
Kılıçdaroğlu iki Kurultay’dan çıktı bir süre önce. Zaferle. Yaşlı “ittihatçı” kurtları yerle yeksan ederek. O nedenle şimdi artık daha güvenli konuşuyor. Daha etkili konuşmalar yapıyor. Etkiliden muradım“sert”, kendini biraz daha Erdoğan’a benzeterek.
Ama yine de birileri AKP’nin her söylediğinin tersini söyleyerek yaptığı şeyin “siyaset” olmadığını ona anlatmalı bence. Çünkü ikna edeceği kişiler Erdoğan ve arkadaşları değil, Erdoğan ve arkadaşlarına da oy vermiş insanlar. O nedenle de söylenenin tam tersini söylemek bu insanları da Erdoğan ve arkadaşlarıyla aynı kefeye koymak anlamına gelir. Ama, dedim ya birleri ona bunun “siyaset”olmadığını anlatmalı.
Geçenlerde “Ekonomi Kurmaylarıyla” basının karşısına çıktı Kılıçdaroğlu. Gazeteler öyle yazıyor“Ekonomi Kurmayları”! Ekonomi kurmayları dendiğinde sanırsınız gerçekten işi bilen hocalar, başarılı sanayiciler, bankacılar falan var etrafında. “Kurmayların” hiç birini küçümsediğimden değil, ama insan mesela bir Prof. Dr. Hurşit Güneş’i arıyor “Ekonomi Kurmayları” arasında. CHP’ye neredeyse “kısa pantolonla” girmiş olması bir yana, Erdal İnönü’nün ve daha sonra Murat Karayalçın’ın başbakan yardımcılığı yaptığı dönemlerde “ekonomiden sorumlu baş danışman”lığı yapan bir kişi olarak...
Ama dedim ya hepimiz “Ah bu etrafındakiler!” demeyi tercih ediyoruz. Kimse bir türlü, “Yahu bu neden oluyor. Bu lider dediğin tanrı değil ki. Neden kimse söylemiyor konuşur gibi yaparak konuşmak olmaz” diyemiyor.
Bu durum bence Türkiye’nin sosyolojisi. Kim ne derse desin bizde “demokrasi” yalnızca “sandık” olarak anlaşılıyor. Demokrasi sandığa indirgenince, sandık da kimin sandıktan çıkacağına karar verme gücü olan lidere dönüşüyor. Sandığı da liderliği de küçümsüyor değilim ama bir toplumun sosyolojisi böyle olunca bu sandığın da bu liderliğin de kıymeti harbiyesi sınırlı kalıyor.
Bizde durum bu. O nedenle hayıflanmayalım liderlerin çevrelerinden. Biraz da kendimize bakalım.
erolkatircioglu@gmail.com
Yorum Yap