- 3.02.2016 00:00
Geçen haftaki yazımı şu cümleyle bitirmiştim: “Ülkedeki siyasi ortamın ‘kimlikler üzerinden’ biçimlendiği noktasından hareket edersek, yapılması gerekenin, HDP’nin, ‘Laik ve modern kimlik’le ‘İslami kimliğe’ karşı yapıcı bir eleştirel yaklaşım içinde politikalar üretmesi olduğunu söyleyebiliriz.”
Selahattin Demirtaş da dünkü konuşmasında “Bir demokrasi ve barış bloku ve gücüne ihtiyaç var. Örgütsüz olabiliriz, başka yerlerde olabiliriz. Örgütlenmezsek yarın daha fazla ağlamanın, sızlanmanın anlamı yok. Türkiye artık bu uçurumun kıyısına gelmiş durumdadır. Muhalefet eksikliğini görmeli ve Türkiye’nin geleceğini kurtaracak ciddi bloklaşmalar yaratmalıdır” dedi. Bizim HDP açısından vurguladığımız diğer kimliklerle ortak bir siyasi duruşun organize edilmesi gerekliliğini Demirtaş daha genel bir muhalefet hedefi olarak ifade etmiş. Yani özetlersek Demirtaş’ın sözünü ettiği gibi “Türkiye bir uçurumun kıyısına gelmiş durumdadır” ve burada barış ve demokrasi isteyenlerin bir blok kurmaları ve yaklaşmakta olan tehlikeye karşı yeni politikalar üretmeleri bir tür kaçınılmazlıktır.
“Yaklaşmakta olan tehlike” nedir?
Yaklaşmakta olan tehlike Kürt sorununu çözemeyince silahla bu işi bitiririz diyen bir zihniyet dünyası değildir tek başına. Bunun daha da ötesinde, yüzüncü yılına yaklaşan bir cumhuriyet denemesinde başlangıçta yapılan ve neredeyse yüz yıldır dondurulmuş olan hataların yarattığı bir karşılaşmadan söz ediyorum aslında. Yani Osmanlı’nın son zamanlarında ortaya çıkmış “Daha Batılı” modernleşme iddialarıyla “Daha İslami” modernleşme iddialarının bir çatışmasını yaşıyoruz bugün. Bu çatışmanın o günkü galibi “Daha Batılı” modernleşmeden yana olanlarken, doksan yıl sonunda “Daha İslami” modernleşmeden yana olanlar bugün iktidara gelmiş durumda.
Tabii ki bu yazının sınırları içinde bu iki modernleşme çizgisinin özelliklerini ve farklılıklarını tümüyle tartışmak mümkün değil. Ama altının çizilmesi gereken farklılıklarından bir tanesi, bu iki projenin ima ettiği siyasi değerler dünyasıdır. “Daha İslami” olan anlayışın zihniyet dünyasında geleneksel (dinseli de içeren) değerlere ilişkin duyarlılıklar varken, “Daha Batılı” olanda “evrensel” değerlere bağlı (dinle ilişkin seküler) bir duyarlılık vardır. Nitekim o nedenle de bugün AKP iktidarı (MHP ile birlikte) ‘yerli ve milli’nin altını çizerken, muhalefette bulunan CHP, ‘Batı’lı ve evrensel değerler’den HDP de ‘yerel ve evrenselin sentezinden’ sözetmekte.
Bu çatışma, bu toplumda yüz yıldır alttan alta süren bir çatışmadır ve bugün Türkiye bu iki zihniyet dünyasından bir sentez üreteceğine, bir uzlaşmazlık ve çatışma üretmiş durumdadır. O nedenle de bugün akademisyenlere ‘Alçak, hain, onlardan tiksinti duyuyorum’ diyen bir zihniyetle, devlet görevlilerine ‘Mevzuata fazla takılmayın’ diyen, yaptıkları yanlışlardan özür dileyeceklerine onların üstlerinin örtülmesine çalışan, herkesten ‘biat’ bekleyen bir zihniyet dünyasının çılgınca yürüyüşüne tanık olmaktayız. Bu bir yıkıcı yürüyüştür ve buna karşı toplumda ‘evrensel’ değerlerden yana olanların (yerel ve evrenselin sentezinde ısrar ederek) birlikte davranmaları gerektiğini ima etmektedir. Bu da açıkçası bir ‘demokrasi siyasetine’ ihtiyacımız olduğunu gösteriyor. Demokrasi siyaseti nedir, nasıl yapılır, ya da nasıl yapılmalıdır gibi soruları bir yana koyarsak, demokrasi siyasetinin bu ülkede bu güne dek hemen hiç yapılmadığını, yapılanın ‘sandık demokrasisinden’ öte bir anlam taşımadığını bilmemiz gerekiyor. O nedenle de kurulması gereken blokun siyasi mesajlarının çok basit olması, aklı başında ve vicdanlı herkesin bu mesajlarla ilişki kurabilmesinin sağlanması temel bir ilke olmalıdır. Bir de bugünün siyasetinin medya siyaseti olduğunu düşünürsek böyle bir blok çalışmasının medya mecralarıyla birlikte düşünülmesi gerektiği de yine atlanmaması gereken bir noktadır.
Yorum Yap