- 13.05.2015 00:00
Tayyip Erdoğan’ın, ne kadar çırpınırsa çırpınsın kaybedeceği açık. Çünkü öyle bir yola girdi ki, kaybedeceğini hissettiği için çırpınıyor, çırpındıkça da kaybetme yolunda ilerliyor. Onun adına talihsiz bir diyalektik ama ne yaparsınız bazen hayat böyle çalışıyor.
Üstelik de bu sonuca onu hızla getiren “Ben başka türlü Cumhurbaşkanı olacağım” inadı oldu bence. Evet, yüzde 52 oy almış bir siyasetçi olarak “başka türlü bir cumhurbaşkanı” olacağım demesine kimsenin çok fazla bir itirazı olamazdı. Bundan öncekilerden daha fazla hükümet işlerine karışması ya da kamu yatırımlarında gözlemci olması gibi işleri, itirazlar olsa bile görmezden gelinebilirdi.
Ama bu “başkalık,” “cumhurbaşkanının” “cumhurun başı” olduğunu ve bu nedenle de “tarafsız” olması gerektiğini unutması konusunda olamazdı. Çünkü bırakın yasaları, kelimenin anlamı bakımından bile cumhurbaşkanı tüm cumhuru temsile edecek bir kişi olmalı. O nedenle de bir cumhurbaşkanı, cumhurun, yani halkın başı olarak konuştuğundan, toplumun bir kısmı için “onlar” diyerek ötekileştirici konuşamaz ya da konuşamamalı. Eğer konuşursa hem şimdiki yasalara göre suç işlemiş olur ve hem de cumhurun gözünde - kelimeyi kullanmayacağım ama siz anlayacaksınız- (...) durumuna düşer. Recep Tayyip Erdoğan’ın girdiği ve onu kaybetmeye doğru götüren yol da böyle bir yol.
Sizi bilmiyorum ama benim için Erdoğan’ın böyle bir noktaya gelmesi büyük bir hayal kırıklığı. Çünkü seksen yıldır ceberut devletin katı laik uygulamalarının yanı sıra ayrımcı ekonomik uygulamalarından da mağdur olmuş geniş bir kesimin güven duyduğu bir liderin, göz göre göre otoriter bir yola, üstelik de değiştirdiğini söylediği “Kemalist” bir devlet anlayışına benzeye benzeye tarihin karanlıklarına doğru gidiyor oluşu hüzünlü bir durum değil mi?
Bir zamanlar, nasıl yeni kurulan devletle özdeşleşmeyen hemen herkese, başta Müslümanlara, Alevilere ve Kürtlere, devlet katından yıldırımlar yağdırılmışsa, tıpkı onun gibi bugün Recep Tayyip Erdoğan da devlet katından kendisine muhalif hemen herkese benzer yıldırımlar yağdırıyor.
Fakat burada bir sorun var. Bu sorun bütün bu had ve sınır aşmaları karşısında toplumun bir kesiminden hiç ses çıkmaması.
İslami cenahtan kişilerin, Erdoğan’da kendi kimlik talepleri ve kendi değerleri bakımından çok şey buldukları anlaşılabilir bir durum. Hatta değişimin motorunu İslami kesim olarak gören liberal aydınların benzer duygulara sahip olmaları da öyle. Ama bu kesimlerden Erdoğan’ın, artık bırakın anayasayı, yasaları, tüzükleri, yönetmelikleri... nezaket kurallarını bile çiğneyen davranış ve sözlerine sessiz kalmaları gerçekten anlaşılır gibi değil. Haydi bir adım daha gidelim, diyelim ki sağ siyasetlerin geleneğinde baş kaldırmak yoktur, açıkça lidere itiraz yoktur, vs. Tamam bunu da anlamaya çalışalım. Ama, kendilerini “liberal” olarak adlandıran yazarlara, liberal düşünce adamlarına ne oldu? Neden onlar bütün bu, her türlü sınırı aşan dayatmacı söylemlere karşı- bir-ikisi hariç- bir itirazda bulunmuyorlar? Tek bir eleştirel yazı dahi yazmıyorlar?
Farklı bir kimlik penceresinden baktığımdan yazmıyorum bunları. O nedenle de temel özelliği “çatışmacı” olan bir siyasetin bir başka kutbundan değil bu sorularım. Ama bugün, Cumhurbaşkanı ve partisinin geçmişte çok önemli işler başardığını düşünenlerin bile, son zamanlarda ortalığa dökülen uluorta konuşmalar ve onca “çiğliğe” rağmen, özellikle liberal yazarların hiçbir şey olmamış gibi davranabilmeleri ve tek cümle bile itirazda bulunamamaları açıklanmaya muhtaç bir durum. “Ne yapalım onlar da böyle düşünüyorlar” cümlesindeki “düşünce”yle açıklamanın pek olası olmadığı bir durum. Bilmem yanılıyor muyum?
Yorum Yap