Kurultay CHP'ye çare mi?

  • 30.08.2014 00:00

 Cumhuriyet Halk Partisi'ni (CHP) yakından izleyenler, cumhurbaşkanı seçimlerinden sonra parti içinde olağanüstü bir kurultayın toplanması talebine kadar gidebilecek sıkıntıların doğabileceğine ihtimal veriyorlardı. Bunun bir nedeni cumhurbaşkanı adaylığı için muhafazakâr bir kişinin seçilmesine olan ve yeterince ifade edilememiş tepkiler kadar, on ay sonra yapılacak milletvekili seçimlerinde bazı kişilerin yeniden aday gösterilmeyeceğine dair işaretlerin artması olmuştu. Bu kişilerin başında da, cumhurbaşkanı seçiminden hemen sonra, rahatsızlık su yüzüne çıktığında Kemal Kılıçdaroğlu’nun “yakamızdan düşsünler” dediği “ulusalcı milletvekilleri” geliyordu.

Nitekim olanlar oldu ve bu milletvekilleri, cumhurbaşkanlığı seçiminden hemen sonra, Genel Başkan Kılıçdaroğlu’nun istifası ve olağanüstü kurultay talebiyle kamuoyunun önüne çıktılar. Kılıçdaroğlu’nun da hiç uzatmadan parti içi tartışmalara son vermek için (2015 seçimlerini düşünerek) muhaliflerin yeterli imzaları toplamalarını beklemeksizin genel başkan olarak kendisinin kurultay çağrısında bulunmasıyla bugüne gelinmiş oldu.

Dolayısıyla bu kurultay restleşmesinin CHP’nin parti olarak yaşadığı sorunlara cevap olmasını beklemek aşırı iyimserlik olur. Bu sorunların neler olduğu bir yana, parti içinde ve dışında böyle bir hazırlık olmadığı da ortada. Daha doğrusu hazırlık olsa bile bunun geç kalmış bir hazırlık olduğu çok açık. Çünkü CHP’nin parti olarak sorunları on ay gibi kısa bir sürede çözülebilecek sorunlar değil. O nedenle de yapılacak kurultay, bir “yenilenme” kurultayından çok “genel başkan”ın parti içindeki “kredibilitesini” ve “meşruiyetini” artırmaya yönelik bir kurultay olacaktır.

Fakat burada, kurultay talebinin “ulusalcı milletvekilleri”nden gelmesine rağmen Kılıçdaroğlu’nun bunu bir fırsat olarak değerlendirip kurultayı kendisinin toplamasının başka bir nedeni olabilir mi, diye de sormamız gerek. Doğrusu ben bu sorunun cevabının Halkların Demokratik Partisi'nin (HDP) cumhurbaşkanı seçiminde elde ettiğiseçim başarısı olduğunu düşünüyorum.

Şöyle ki; CHP’de ilk önemli politika değişimi olan “ortanın solu” politikasının tartışılmasında ve daha sonra benimsenmesinde, Türkiye İşçi Partisi’nin (TİP) 1965 seçimlerinde 15 milletvekiliyle meclise girme başarısı yatmaktaydı. 1960’larda sol ve sosyalist fikirlerin toplumda yaygınlaşıyor olması yanısıra TİP’in elde ettiği bu seçim başarısı, CHP’nin yeni bir arayışa girmesine neden olmuştu. Nitekim bu arayış da bir yıl sonra 1966’da, 18. Kurultay’da “ortanın solu” politikasının (sosyalizmden farklı olduğu vurgusuyla da olsa) benimsenmesine yol açmıştı.

Kısacası, nasıl ki 1960’larda CHP dışındaki solun toplumdan destek alması CHP’nin de “sol”a yönelmesine yol açmışsa, öyle anlaşılıyor ki bugünün CHP’si de, kendi dışındaki solun, yani HDP’nin popülerleşmeye başlamasından etkilenerek daha sol bir siyasete yönelmeyi arzu etmektedir. Genel Başkan Kılıçdaroğlu’nun ulusalcı milletvekillerinin olağanüstü kurultay talebini sektirmeden kabul etmesi ve bu çağrıyı kendisinin yapması da böyle açıklanabilir.

Klıçdaroğlu ne yapmak istiyor?

Kılıçdaroğlu’nu tanıyanlar onun daha çok “sosyal demokrat” bir kişilikte olduğunu söylerler. Bu anlamıyla Deniz Baykal’dan çok Bülent Ecevit’e benzer bir liderdir. Ne var ki genel başkanlığa geldiği yıllarda Türkiye siyasetinde Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) hegemonyası oluşmuş, CHP’de ise Baykal liderliğinde AKP ve Erdoğan karşıtı sert bir söylem benimsenmişti. Siyasete İstanbul Belediye Başkan adaylığıyla atılan Kılıçdaroğlu ise bu sert siyaset ortamına inat topluma ülkenin “Gandi”si olarak sunulmuştu. Bilindiği gibi Gandi, Hindistan’ın bağımsızlığını sağlayan bir lider olarak “pasif direniş” gibi siyasi mücadeleye barışçı yöntemleri sokmuş bir kişiydi.

Kılıçdaroğlu ile Gandi arasında kurulan bu anlamlı ilişki, ilk zamanlarda, Kılıçdaroğlu’nun kişiliğine de uygun görünmüşse de, bir süre sonra genel başkanlığa gelişiyle birlikte Kılıçdaroğlu’nun Baykal’laşmasına tanık olundu. Yapılan bütün seçimlerde önce sert, sonra yumuşatıcı bir üslup benimseyen Kılıçdaroğlu, bu nedenle de kimilerine göre “tutarsız” bir liderlik sergiledi.

Kılıçdaroğlu bu kurultay çıkışıyla, her ne kadar, ulusalcı milletvekillerine “Yakamızdan düşsünler!” diyerek bir tasfiye yapacağı izlenimi vermişse de, asıl istediğinin kendi liderliğinin parti içinde mutlak kabulünü sağlamak olduğu ileri sürülebilir. Çünkü liderliğinin kabulünü sağlamakla, uzun zamandan beri eleştirilerden korktuğu için atamadığı adımları atmak, birlikte çalışmak isteyip de çalışamadığı kişileri partinin ön saflarına getirmek istiyor olabilir. Bu kişilerin ise “ulusalcı” olmaktan çok “sosyal demokrat” olarak bilinen kişiler olacağı ise kesin.

CHP’de muhalefet ve ideoloji sorunları

Muharrem İnce’nin genel başkan adayı olması ise Kılıçdaroğlu muhalefetinin çapını gösteren bir olaydır. Çünkü, İnce’nin ne “muktesabatı” ve ne de “liderlik” özellikleri CHP’nin liderlik koltuğuna oturmak için uygundur. Ama ne var ki parti içinde Kılıçdaroğlu’nun birlikte çalışmak istemediği bazı kişilerin İnce’nin yanında yer alması da kaçınılmazdır. Bu nedenle de parti içinde muhalif bir dalganın yükseleceğini söylemek mümkündür.

Nitekim son günlerde, yükselen bu muhalefet dalgası içinde parti büyüklerinin önemli bir kesiminin de olacağı konuşulmakta, kimlerin nasıl çabalar içinde oldukları yazılıp çizilmekte. Fakat bilmek gerekir ki, CHP’de siyaset yapmanın bir formu olarak kimileri de öne çıkmadan muhalefetlerini sürdüreceklerdir. Örneğin eski genel başkan Deniz Baykal’ın Kılıçdaroğlu’ndan memnuniyetsizliği bilinse de İnce’nin yanında açık bir biçimde tutum alacağını beklemek de doğru olmaz.

CHP’nin cumhurbaşkanı seçimlerinde “muhafazakâr” bir aday olarak Ekmeleddin İhsanoğlu’nu seçmiş olması partide olduğu kadar basında da “CHP’de ideoloji” sorununu gündeme getirdi. CHP’nin neredeyse gelenekselleşmiş yüzde 20-25 bandından çıkıp gerçek bir iktidar alternatifi olabilmesi, “laik, batıcı, modern” kesimlerin dışındaki kesimlerden de oy almasıyla mümkündü. Öte yandan toplumun yüzde 50’ye varan kesimi ise “muhafazakâr AKP”ye, diğer kısmı ise milliyetçi siyasetlerle, Kürt siyasetine oy vermekteydi.

Nitekim kendisine yöneltilen bir eleştiriye Kılıçdaroğlu, “Ne yani ithal seçmen mi getireceğiz?” diyerek partisinin bu sıkışmışlığını dile getirmişti. Türkiye’de bir zamandan beri giderek yükselen “kimlik siyaseti”, AKP’yi dindar ve muhafazakâr kimliğin partisi haline getirirken, CHP’yi de “laik, batıcı, modern” kimliğin partisi haline getirdi. Bir başka deyişle her iki parti de toplumdaki doğal tabanlarının üzerine oturdular. Ama ne var ki dindar-muhafazakâr kesimin toplumda sayıca daha fazla olması, AKP’yi yüzde 45-50’ye yakın bir oyla iktidara taşırken, CHP’yi de yüzde 20-25 bandına mahkûm etmekteydi. Dolayısıyla CHP’nin, bir anlamda Türkiye sosyolojisinin getirip soktuğu bu çıkmazdan çıkışının bir yolu, doğal olarak “dindar-muhafazakâr” kesimlerden de oy almaya çalışması olmalıydı. Ekmeleddin İhsanoğlu’nun cumhurbaşkanı adayı olarak seçilmesi de bu yüzdendi.

Aslında CHP’nin bu türden “sağa”, “dindar ve muhafazakâr kesimlere” yönelmeye çalışması da yeni değildi. Daha önce Baykal zamanındaki “çarşaf açılımı” da bu türden bir açılımdı. Ama ne o açılım tutmuştu, ne de bu seferkinin tutmasının bir garantisi vardı.

Aslında CHP’deki ideoloji sorunu, bir kimlik olarak “laik, batıcı, modern” kimliğin sorunudur. Bu kimlik, cumhuriyeti kuran ve cumhuriyet tarafından kurulan bir kimliktir. Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana, ülkeyi şu ya da bu biçimde bu kimlik mensupları yönetti. Ama bir azınlık kimlik olarak nasıl oldu da çoğunluğu yönetti, diye sorulacak olursa bunun cevabı “vesayet rejimi” dediğimiz askerin rolünün olduğu cumhuriyet rejiminde aranmalıdır.

Vesayet rejimi, siyaset üzerinde her zaman askerin gölgesinin olduğu; askerin, kurucu ilkelerin dışına çıkılan her durumda (ki bu neredeyse her on yılda bir olmuştur) siyasi sisteme müdahale ettiği ve her seferinde de yönetimi yeniden “laik, batıcı, modern” kesimlere verdiği bir rejim özelliği göstermiştir.

Vesayet rejiminin geriletildiği şu günlerde ise CHP’nin parti olarak, ama daha da önemlisi “laik, batıcı, modern” kesim bireylerinin tümünün, kendi mensup oldukları kimliğin aslında azınlık bir kimlik olduğunu, bugüne dek ülkeyi yönetiyor olmalarının asıl nedeninin “asker”in sistem içindeki varlığı olduğunu görmeleri gerekiyor.

Ancak böylelikle toplumun önüne, insanların kendi hayallerini de içeren yeni bir toplumsal tahayyül koymaları mümkün olabilir. CHP’nin "ideolojik sorunu" denilen sorunun temelinde de bu yatmaktadır. Kurultayın böyle bir tartışmayı göze alması istense bile pek mümkün görünmüyor.

http://www.aljazeera.com.tr/gorus/kurultay-chpye-care-mi

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (www.marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yorumlar (3)

  • adalet güneşin doğduğu sabah
    adalet güneşin doğduğu sabah
    26.01.2012 11:25

    sayın nihat bey: yazılarınızı başından beri takib etim çoğu zaman size pravaktör, vehabi, şii, talibancı, veya bu adam uzayda mı yaşıyor dedik. ne bizde osmanlı sevgisi bıraktın nede cumhuryet nede tarikat; sizin tabirinizle kuran merkezine döndük kafamızı kurcalayan her soruyu kurana götürdük baktık ki söylediklerin hepsi hakikat. elinize, zihninize ve gönlünüze sağlık. kaleminiz tükenmesin...

  • sedat kayapınar
    sedat kayapınar
    20.01.2012 17:22

    Gerçekten çok doğru bir konu nihat bey. Eşsiz yorumunuzu tebrik ederim. Sizi sürekli takip etmekteyim.

  • Ad Soyad Giriniz...
    Ad Soyad Giriniz...
    20.01.2012 09:58

    hi

Hack Forum Hacker Forum Hack Forumu Warez Forumu Hacker Sitesi Hacking Forum illegal forum illegal forum sitesi warez scriptler nulled forum crack forumu hacking forumu illegal hack forumu hacking forums