- 12.01.2013 00:00
Paris’te olanların ayrıntılarını daha henüz bilmiyorsak da, 2012’nin son günlerinde bu ülkenin yüzde 50 oyla iktidara gelmiş hükümetinin başbakanının “Derin devlet daha henüz bitmedi” diyebiliyor olmasından giderek bu işin de “derin devletin işi” olduğunu düşünmek “örgüt içi” açıklamasından daha tutarlı bence.
Tabii ki bu kadar bilinmezin ortasında iddialı sözler söylemek, analizler ve yorumlar yapmak pek anlamlı değil. Ama Başbakan’ı böcekler koyarak dinleyecek kadar ileriye gitmiş birilerinin varlığı dış istihbarat teşkilatlarını akla getirse bile yine de bizim bu derin devlet meselesini ciddiye almamız gerekir. Gerekir çünkü, bu devletin hamurunda devleti toplumdan daha üstün tutan bir anlayışın varlığı bilinen bir husus. O nedenle de barışa attığımız adımın ilk günlerinde “Biz her şeye kâdiriz, adamı ya da kadını Avrupa’nın göbeğinde de olsa vururuz” mesajı barış yanlılarına değilse kime gözdağı olabilir ki?
Üstelik, bırakın öldürülenlerin Kürt siyasi hareketinin önemli insanları olması gerçeğini, bu olayın, Öcalan’la devletin görüşmeye başladığı, Başbakan’ın siyaseti daha iyi izleyebilmesi için Öcalan’ın odasına televizyon konulacağını açıkladığı bugünlere rastlaması, bu cinayetin Kürt halkından ve barış yanlılarından başka bir adresi yok diye düşündürtüyor.
Ama Victor Hugo’nun dediği gibi, “Zamanı gelmiş bir fikrin önünde bir ordu bile duramaz”. Bu ülkede de barışın zamanı çoktan gelmiş durumda. Bunu fark eden herkes büyük bir olgunlukla atılan adımın arkasında sessizce duruyor. O nedenle de bu türden mesajların da pek bir kıymet-i harbiyesi de kalmadı aslında.
Bu savaşta kırk bine yakın insan öldü. Ama savaş bitmedi. Otuz yıla yakın sürmüş olan bu savaşta, savaşın bitmemesine ilişkin çeşitli gerekçeleri olan insanlar bakımından, onları içine alan bir çeşit savaş patikası oluştu.
Biliyorsunuz yürürken bir patikaya girdiğinizde bir süre sonra siz mi patikada yürüyorsunuz yoksa patika mı sizi kendi yolunda yürütüyor karışır. Yürürken karşınıza başka patikalar da çıkabilir tabii ki. Ama bir patikadan diğerine geçmenin de bir bedeli vardır. Aralardaki çalıları ve bayırları aşmak her zaman maliyetlidir. Dikenler ve teller bir yerlerinize takılabilir, bayırlar sizi yanıltarak düşürebilir. O nedenle de patikada yürüyenler için en doğru yol genellikle üzerinde yürünen patikaya devam etmektir.
Ama bir gün gelir yürüdüğünüz patikanın sizi istediğiniz yere götürmediğini fark edersiniz. Size uygun olanın, yürüdüğünüz patikanın aşağısında uzanan bir başka patika olduğunu görürsünüz. Eğer oraya geçmek için, dikenlerin, tellerin ve küçük bayırların size kesebileceği maliyete katlanmayı göze alamazsanız o patikaya da geçemezsiniz.
Savaş patikasının, her geçen gün yürünmesi anlamlı olmayan bir patika olduğunu fark ediyor bu toplum. Onun için de barış patikasına doğru yöneldi. Ama ne var ki bunun bir maliyeti olduğu açık. İkisi arasında dikenler, teller ve bayırlar var. O nedenle de dikkatli olmak gerekiyor.
Ama bu durumda herkesten çok Kürt halkının ve onun siyasetçilerinin dikkatli olması, olgunluk göstermesi, sakin ve sorumlu davranması gerekiyor. Çünkü dediğim gibi Paris’te olanlar özellikle onlara ve genel olarak da barış patikasından yürümek isteyen insanlara yapılmış bir eylem.
Biliyorum diyorsunuz ki “Acı hep bu yana mı düşüyor usta”? (Refik Durbaş’tan aşırarak.)
Maalesef, acı, çokluk o yana düşüyor.
Barış patikasına geçmek kolay değil.
erolkatircioglu@gmail.com
Yorum Yap