- 19.09.2020 00:00
Türkiye’nin içinde bulunduğu durumu en iyi anlatacak kelime “çürüme” sanırım. Türk Dil Kurumu çürümeyi “Genellikle mikroorganizmaların etkisiyle, kimyasal değişikliğe uğrayarak bozulup dağılmak; Sağlamlığını, dayanıklılığını yitirmek ve yıpranmak, çökmek” olarak tanımlıyor.
Ülke Afrika’nın muz cumhuriyetlerine dönmüş durumda. Bir bakanlık özel davet usulüyle ihale açıyor, hiç utanıp sıkılmadan çağrıyı Bakan Yardımcısı’nın şirketine yapıyor ve ihaleyi veriyor. Selahattin Demirtaş ve son avukatlar soruşturmasını yürüten Ankara Başsavcısı’nın nişanlısıyla bir savcı maaşıyla yapılamayacak aşırı bir lüks tatile çıktığı görülüyor…
Erdoğan’ın “özel müteahhiti” Mehmet Cengiz’e Kazdağları’nda 3.5 milyon ağaç kesip doğayı katletme izni veriliyor. Ekonomi iflas noktasına geldiği için kendisine bu aşamada sadece 1.3 milyar liralık bir liman ihalesi ayarlanabiliyor.
Bir tarikat mensubunun sahibi olduğu sucuk fabrikasının sucuklarında eşek eti çıkıyor ama adam her akşam haber kanallarının programlarında baş konuk olarak boy göstermeye devam ediyor. İktidara yakın, düşük gelirlilere hizmet veren bir marketin sattığı ballar sahte çıkıyor.
Yıllardır ülkede İçişleri Bakanlığı yapan, ülkede PKK’li sayısını 300-400 kadar diyerek en küçük detaya hakim olduğu iddia eden Süleyman Soylu, Anayasa Mahkemesi üyelerine laf çakayım derken ülkenin başkentinin kimse için güvenli olmadığını açıklayıveriyor.
Türkiye şu anda ülkenin en geri, en çapsız kadrolarının yağmaya dayanan anlayışıyla yönetiliyor. Ülkenin doğasına, varlığına, insanına karşı amansız bir Cihad yürütülüyor. Ergenekoncu, devlet üniversitelerinden emek harcanmadan doktora sahibi olmuş zır cahil generaller, ulusalcı artıkları, Türkçü ve İslamcılardan oluşan bu kadronun ülkeyi getirdiği nokta çürüme: Türkiye sağlamlığı ve dayanıklılığını yitirdi. Çökmüş ama çöktüğünün farkında olmayan bir devlet.
Bu sahte güç havası muhalefeti de sarmış durumda. Ülke yangın yerine döndüğünde, Kürt işçiler ırkçı saldırılarla öldüğünde, hukuk cinayetleri işlendiğinde, Dersim’den Kazdağları’na, Artvin’den Mersin’e kadar doğası talan edildiğinde toplanmayan CHP Merkez Yönetim Kurulu, Oruç Reis geri döndü diye toplanıyor. Barışı değil, savaşı tahrik eden bir ana muhalefet var ülkede…
Ülkenin parası da ekonomisi de çöp olmuş durumda. Derecelendirme kurumları sırayla ülke notunu kırıyor. Bu notlar Türkiye’nin çok ihtiyacı olan döviz cinsi borçlanmanın maliyetini inanılmaz yükseltiyor ama ülkenin cumhurbaşkanı çıkıp üstelik kurumun adını da yanlış söyleyerek “ekonomi pik noktasında” gibi bir palavrayı savurabiliyor.
Koronayı saymıyorum bile. Yalanın rekor kırdığı, utanmazlığın diz boyu olduğu, doktor ve sağlık çalışanlarının hayatının hiçe sayıldığı bir alan o. Uzmanların sözlerinden anladığımız kadarıyla vaka ve can kayıplarının sadece yüzde 10’u açıklanıyor. İllerden gelen rakamlar Sağlık Bakanı’nı anında yalanlıyor ama adam pişkin. Bunca yalana rağmen ülkenn saygın ismi kabul ediliyor.
Bu çürüme, yerlebir olma, her türlü değerini kaybetme durumu karşısında övündükleri tek şey Kürtlere uyguladıkları zulüm. Gücünü öyle gösteriyor kendi halkına.. Birleşmiş Milletler Bağımsız Uluslararası Suriye Raporu, Türkiye’nin Suriye’de Kürtlere neler yaptığını, insanlık suçu kapsamına girecek eylemlere imza attığını açıkça belirtiyor…
Bu tablo karşısında ülkenin Cumhurbaşkanı çıkıp şu açıklamayı yapabiliyor: “Avrupa ve ABD demokraside ve ekonomide tümüyle yerle yeksan olsa bile biz milletimizi kalkındırmaya devam edeceğiz. Kendimizle birlikte ister tarihi bağlara dayansın, ister yeni ilişkiler olsun dostlarımız için de aynı mücadeleyi göstermekte kararlıyız. Bu Türkiye modelidir. Başka bir yerde insani değerler üzerine bina edilmiş böylesine samimi bir demokrasi, adil bir kalkınma hedefi, köklü bir hak ve adalet ideali bulamazsınız.”
Gerçeklikten tamamen mi kopmuş yoksa yalanda sınır tanımayacak kadar ölçüyü kaçırmış mı bilemedim ama bunları söylemiş. Toplumun önemli bir kesimi de her gün yoksullaşmasına rağmen bu söyleme inanıp AKP’ye oy vermeye devam ediyor. İşkencenin, hukuksuzluğun dizboyu olduğu bir ülkenin lideri böyle bir iddiada bulunma cüreti gösteriyor. Sorsan Suriye’de şefkatli olduklarını da söyler.
Gelinen nokta şu: Türkiye’nin hukuku, demokrasi, diplomasisi, ekonomisi, ahlakı, medyası çökmüş durumda. Dünyada Ermeni Soykırımı ve inkarıyla bilinen Türkiye, şimdi Kürtler konusunda da benzer bir politika izlemekle suçlanıyor… Bütün bu yapılanların, göz yumulan eylemlerin elbette bir bedeli olacaktır. Çürüyüp çökmekle başlayan bir bedeli...
Yorum Yap