- 31.05.2019 00:00
AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan gösterişli bir toplantıyla bir “Yargı Reformu Paketi” açıkladı. Ulusalcı çizgideki duruşuyla başta işkence iddiaları olmak üzere her türlü hukuksuzluğu (Ergenekon Davaları hariç) görmezden gelen Barolar Birliği Başkanı Metin Feyzioğlu, yeni paketi alkışlarla karşıladı, övgü yağdırdı.
Tablo öyle mi?
Her şeyden önce yaptığı ve söylediği birbiriyle tamamen çelişen, hukuk dışı uygulamaları nedeniyle Avrupa Birliği’nden kapsamlı bir raporla yeni bir azar işiten bir liderle karşı karşıyayız. 17-25 Aralık sürecinde karşı karşıya olduğu somut yolsuzluk iddialarını hâkim-savcı ve polisleri yerinden edip tutuklatarak örten, yolsuzluk iddialarını darbe girişimi söylemiyle kapatan bir liderle karşı karşıyayız.
Mühürsüz oy pusulalarını geçerli saydırmak suretiyle Anayasa değişikliği yaptırıp kendini başkan seçtiren seçimlerdeki hile ve usulsüzlükler ortaya çıktığında da “Atı alan Üsküdar’ı geçti” diyebilecek zihniyetteki bir siyasetçi ile karşı karşıyayız. Kaybettiği İstanbul seçimini hiçbir yasal gerekçe olmadan talimatla yenilettiren bir kimlik var kürsüde yargı reformu anlatan...
Daha önemlisi yargı sistemini kendi kişisel çıkarı ve düşmanlarını cezalandırmak için kullanmaktan çekinmeyen bir siyasi karakter var karşımızda. Bu gerçekliğin yargı reformuyla birleşmesi mümkün değildir çünkü bağımsız olmayan bir yargının reforme edilme imkânı yoktur. Türkiye yargı sistemi çürümüştür ve tarihi bir değişim geçirmeden düzelme şansı yoktur.
Son olarak Osman Kavala’nın Anayasa Mahkemesi başvurusunun reddinde gördüğümüz üzere kritik isimlerin kararlarına Saray’ın elinin uzandığı ve hükmün oradan geldiği görülüyor. Saray’ın yakından izlediği ve kararı yargıçlara bırakmadığı 40-50 kişiden bahsediliyor. Bu isimler arasında Osman Kavala ile birlikte Nazlı Ilıcak ve Ahmet Altan da var.
Bu tabloyu bir kalemde silen Erdoğan “reform” açıklamasında şunları rahatlıkla söyleyebiliyor:
“Yargı Reformu Strateji Belgesi iki temel anlayış üzerine oturuyor. Biri hak ve özgürlüklerdir. Demokrasinin güçlendirilmesi, hak ve özgürlüklerin geliştirilmesi hedefi vardır. 2002 yılından itibaren Türkiye'nin önceliklerini bu başlıklar altına şekillendirmeye gayret ettik. İfade özgürlüğünü demokrasinin en önemli şartı olarak görüyoruz.
Son altı yıllık süreçte ifade ve medya özgürlüğünün geliştirilmesi üzerine önemli adımlar attık. Anayasa başta olmak üzere köklü değişiklikler yaptık. Bu belge ile ifade özgürlüğünün geliştirilmesi ve daha ileriye taşınması konusunda yeni yaklaşımlar ortaya koyuyoruz.
Türkiye işkence kötü muameleye sıfır tolerans anlayışını benimsemiştir. Geçmişte hep tartışılan sistematik işkence ya da kötü muamele iddiaları artık geride kalmıştır. Bu iddialar artık geride kalmıştır. Bu alandaki kazanımlarımı korumakta kararlıyız. Tutuklama tedbirinin ölçülü kullanılmasına yönelik yeni adımlar atıyoruz.
İnternet üzerinden ifade özgürlüğü konusu, günümüzün önemli tartışma alanlarından biri haline gelmiştir. Bu konuda da yeni yaklaşımlar geliştirdik. Hak ve özgürlüklerin güvence altına alınması, adil yargılanma hakkının temini gibi bir çok konuda önemli yenilikler getiriyoruz.”
İnsanın nutku tutuluyor…
Ülkesini en çok tutuklu gazeteci sayısında zirveye taşımış, sayısını hatırlamadığım kadar gazete ve televizyonu kapatmış, Sabah ve Hürriyet’in kamu kaynakları üzerinden kimliği belirsiz kişilere satılmasını sağlamış biri basın özgürlüğünün savunucusu olduğunu iddia edebiliyor.
Halfeti’de Kürtlere sokak ortasında işkence yapıldığını dünya alem görmüşken, bu insanlar gözaltında yaşadıklarını anlatmaya utanırken; Cemaat mensubu Dışişleri mensuplarına Ankara’da insanın dile getirmeye bile razı olamayacağı utanç verici muameleler yapılırken işkenceye ve kötü muameleye sıfır toleranstan bahsedebiliyor.
Wikipedia’dan şu satırları okuduğunuz Ahval’e kadar sayısız site keyfi gerekçeler ve Saray’ın talimatıyla yasaklanmışken internet ve ifade özgürlüğünden bahsedebiliyor.
İnsanın bu tabloya bakıp söyleyebileceği tek şey var: Pes!
Gerçek ortada, Türkiye ekonomiden yargı sistemine, eğitimden ifade özgürlüğüne kadar her alanda uygar dünyadan kopmuş, Kazakiztan-Özbekistan seviyelerine gerilemiştir.
Bu satırları yazarken Sputnik’ten bir yargının çürümüşlüğünü gösteren şu haber düştü ekranıma: İzmir’de bir hâkim, yanında çalışan zabıt katibinin kendisine hakaret ettiğini belirterek şikâyetçi oldu. Savcılığın hazırladığı iddianameyi kendisi kabul ederek dava açtı. İlk duruşmada hem hem şikâyetçi hem de hâkim olarak yer aldı…
Türkiye’de yargının içinde bulunduğu durum budur. Başka söze gerek yoktur. 300 tane yargı reformu da yapsan hukuksuzluğun tepeden başladığı bir ülkede çürüme giderek yayılacaktır.
Uygarlığı nitelendiren tüm sıralamalarda küme düşen Türkiye’nin Erdoğan önderliğinde düze çıkmasını beklemek ham bir hayaldir. Bu şahsiyetin yönetimindeki Türkiye her geçen gün daha fazla yolsuzluk, hukuksuzluk ve yolsuzluk batağına sürüklenecektir. Yargıda reformun ilk şartı Erdoğan’dan kurtulmaktır…
© Ahval Türkçe
Yorum Yap