- 11.07.2016 00:00
Stanford'da her ülkeden, her inançtan, her etnik kökenden gazeteciler bir araya geldik. Türkiye'den geldiğimi duyan herkesin yüzünde aynı acıma duygusu ve aynı kelime beliriyordu: Erdoğan…
Evet, artık dünyada baskısı, yasakları, hakkındaki yolsuzluk iddialarıyla tanınan bir yöneticimiz var. Medyadan ve gerçekten nefret ediyor. O yüzden gazetelere baskı uyguluyor, el koyduruyor, gazetecileri hapse attırıyor. Hoşuna gitmeyen her haberden bizzat davacı oluyor.
Gazeteciler için Türkiye bir cehennem. Şu anda en çok Kürt ve Cemaat'e yakınlığıyla bilinen gazeteciler için cehennem. Mehmet Baransu ve Hidayet Karaca'yı saymazsak, cezaevinde bulunan gazetecilerin tamamı Kürt meslektaşlarımız, muhabir arkadaşlarımız. Kimi kısa, kimi çok uzun süredir cezaevinde.
Ne için?
Haber yaptıkları için.
Oysa, haber gazeteciliğin özüdür. Olmazsa olmazıdır, namusudur.
Bugün Türkiye'de haber yapmak değil yapmamak, doğruyu değil, yalanı yazmak muteber. Ahlaksızlığın, mesleğe ihanetin prim yaptığı bir ülkede yaşıyoruz.
Amerika'da virtual reality'nin habercilikte nasıl kullanılabileceği, insansız hava araçları dâhil, teknolojinin gazeteciliğe ne gibi katkılarda bulunabileceğini tartışıyor meslektaşlarımız. Gazetecilik okullarında bu konseptle eğitiliyorlar. Biz ise bu çağda Abdülhamid istibdatı ve sansürünü yaşıyoruz. Haber yaptığımız, yazı yazdığımız için suçlanıyoruz.
Yalanı baş tacı edenler, elbette doğrudan hoşlanmıyorlar. Kürt coğrafyasında olup bitenlerin duyulmasından ise hiç hoşlanmıyorlar. Onun için Kürt medyasına baskı yaparken, gencecik meslektaşlarımızı sudan nedenlerle tutukluyor, gözaltına alıyor, çırılçıplak aramaya tabi tutuyorlar.
Korkutarak, aşağılayarak terbiye etmeye çalışıyorlar gazetecileri. Ama nafile…
Bu yola ilk başvuran onlar değil. Son da olmayacaklar. Kötü yola düşen herkes gerçekten korkar. AKP kötü yola düştü ve şimdi bu gerçeğin duyulmasını istemiyor.
Hurşit Külter'in hesabının sorulmasından korkuyor, Suriye'de radikal İslamcılarla yaptığı yatak arkadaşlığını ortaya çıkmasından korkuyor, Rıza'nın itirafçı olup AKP'li dostlarıyla kara paraları nasıl kırıştıklarını anlatmasından korkuyor.
Bu kadar korkuyla yaşayan bir iktidarın, çözümü sansürde, baskıda, yasakta araması normal elbette…
Gerçek gazeteci, demokrasinin sigortasıdır. Yaptığı haberlerle halkın, yöneticilerin eylemlerinden haberdar olmasını ve oyunu sağlıklı biçimde atmasını sağlar. Gazetecinin susturulduğu bir toplumda demokrasi de adalet de olmaz.
Gazeteci susmaz, susturulamaz. Onun için her kim olursa olsun, nerede olursa olsun, baskı gören, susturulmaya çalışılan meslektaşlarımızın yanında olmaya devam edeceğiz.
“Gazetecilik suç değildir” kampanyasının bildirisinde vurgulanan şu satırları sizinle paylaşmak istiyorum:
“Gazetecilik, Türkiye tarihinde belki de ilk kez, yabancı basına dek uzanan bir şekilde baskı altına alınıyor, kriminalleştiriliyor.
Gazeteciler işini yapamaz hale getiriliyor ve işten atılıyor… Sık sık sansür baskısı altında çalışıyor, yaptığı habere ve çalıştığı kuruma göre damgalanıyorlar.
Gerçekler yayın yasaklarıyla karartılıyor. Hoşa gitmeyen yayınlar suç sayılıyor. Pek çoğu kapatılma tehdidi altında.
Gazetecilerle dayanışma sergileyen farklı kesimler de hedef tahtasına oturtuluyor.”
Bizler, yaptığımızı suç olmadığını biliyoruz. İşimizi yapmaya, doğruları yazmaya devam edeceğiz.
Yorum Yap