- 29.05.2016 00:00
‘‘Öyle inanıyorum ki, son kertede biz gazeteciler tarihin tarafsız tanığı olmaya uğraşmalıyız. Varlığımızın bir nedeni varsa, bunun en azından tarihi, hiç kimsenin ‘Bilmiyordum. Kimse bize anlatmadı’ diyemeyeceği bir şekilde, olduğu gibi aktarmak olmalı.’’ Böyle diyor, Independent’in usta Ortadoğu muhabiri, gazeteci Robert Fisk ‘The Great War for Civilisation’’ isimli kitabında.
Bölgenin en iyi gazetecilerinden biri olarak tanımladığı Amira Hass, bu tanıma karşı çıkıyor kitabında anlattığına göre… ‘‘Hayır, Richard yanılıyorsun’’ diye itiraz ediyor ve itirazını şöyle dile getiriyor: ‘Bizim işimiz güç odaklarını gözlemlemek. Otoriteye meydan okumak, özellikle hükümetler ve siyasiler, bizi ve başkalarını ölüme götürecek kararları aldığında onlara karşı çıkmak.’’
Fisk, bunun o güne kadar duyduğu en iyi gazetecilik tanımı olduğunu söylüyor.
Bu iki tanımı da bugünün Türkiye'sine uygulamak mümkün değil. Ne tarihi olduğu gibi aktarmak ne de bizleri ölüme götüren kararları sorgulayan bir gazetecilik anlayışı mevcut. Gazetecilerin iyi para kazanmaları ayıp değildir. Önemli olan bunu mesleklerini layıkıyla yaptıkları için kazanıyor olmaları. Patronların, iktidarların, siyasilerin tetikçiliğini yaparak servet üretenlere gazeteci denilemez, denilse denilse klavye veya ekran fahişesi denilir.
Bugün Türkiye, Kürtlerin temel hak ve taleplerini tanırmış gibi yapıp tanımadığı için kanlı bir savaşın içine sürüklenmiş durumda. Kürt coğrafyasında yaşananları, bugüne neden gelindiğini gerçekten anlamda sorgulayan, halka anlatan gazete ve gazeteci sayısı çok az. Ana akım medyada yok denecek kadar az. Saray’ın ve Genelkurmay’ın sözcülüğüne soyunmuş tipler propaganda makinesinin çarkı göreviyle yetinmekten mutlular.
Aynı şekilde, bu ülkenin Cumhurbaşkanı, eşi, bakanları; İranlı bir genç adamın rüşvet, kara para aklama, kadın sağlama suçlarından Amerika’da yargılandığı bir davada adı geçiyor. Savcı, İran, Türkiye ve Makedonya pasaportu taşıdığı ortaya çıkan Rıza Zarrab isimli gencin Türkiye’de yasadışı faaliyetleri nedeniyle yakalanıp tutuklandığını, ancak kurduğu rüşvet ağı sonucunda cezaevinden kurtulduğunu söylüyor. Ülkemizin Adalet Bakanı dut yemiş bülbül gibi suskun. Savcının elindeki bilgileri, Rıza’nın neler anlatabileceğini bilmediğinden olsa gerek, ülke yargısına, siyasetine ve devlet işleyişine ağır ithamlar içeren bu sözleri duymazdan geliyor.
Sırf o mu?
Ülkenin medyasının tamamı bu gelişmeyi yok sayıyor. Saray’ın aldığı tek önlem, Rıza Sarraf’ın dört milyon doları aşkın yardımda bulunduğunu bizzat açıkladığı, Emine Erdoğan’ın başkanlığındaki derneğin sitesini yok etmek ve basına abluka uygulamak oluyor. Türkiye’deki 17-25 Aralık soruşturmasını Amerikalı Savcı’nın deyimiyle ‘rüşvet’ ağı ile kapatıp bunu ‘darbe’ olarak pazarlayanlar, suskun. Kendisine gazeteci diyenler de suskun.
Türkiye’de her iktidarın operasyon aracı olarak kullanılan Doğan Medyası gelişmeleri birinci sayfasından tek sütun görüyor. New York’ta Türkiye’nin yargılandığı bir davayı manşete çıkarmaktan korkuyor. Saray’ın gözüne girmek için bu ülkede sivilleşmenin yolunu açabilecek bir fırsat olan Ergenekon Davası’nı karalama kampanyası başlatıyor. Ahmet Kaya’yı, Hrant Dink’i ölüme götüren yola taşları sıralayan ve bu konuda tek bir özeleştiri yapmayanlar, başkalarından hesap sormaya kalkıyor.
Gazetecilik yapmamak için para alanlara gazeteci denildiği rezil bir dönemden geçiyoruz. Medya gücünü kamu üzerinden Servet yapmak için kullananlardan gazetecilik, ahlak beklemek boşuna elbette. SABAH’ta yayın yönetmeni olduğum andan itibaren, mesleğin Onur'unu ayaklar altına alanlarla mücadeleye giriştim. Özelleştirme, sahipsiz bankalarla yapılan işbirliği sonucu elde edilen servetleri gündeme getirip, devletin muhaliflerine yönelik kanlı bastırma yöntemlerini nasıl görmezden gelip desteklediklerini anlattım.
Bugün gelinen noktada duruşlarında gram farklılık olmadı. Tetikçilerinin isimleri değişti ama işlevleri değişmedi: Patronlarının Servet'ine bekçi köpekliği yapmak için gerçeğin ırzına geçmek.
Bugün Türkiye kanlı bir iç savaşı eşiğindeyse, barışı ve birliği tehlikedeyse, yargı uluslararası arenada tartışmalı hale gelmiş, işçileri maden ve inşaatlarda beşer onar ölüyorsa, işini yapmayan medyanın sorumluluğu büyüktür. Otoriteyi sorgulamak yerine, onunla işbirliği içinde ülkeyi yağmalayamaya girişenlerin halka gerçekleri anlatmasını beklemek gerçek bir saflıktır.
Bir ülke sadece siyasetiyle çökmez. Yargısı, ekonomisi, ahlakı, sporu, eğitimi ve elbette medyası ile çöker. Türkiye’de bugün tanıklık ettiğimiz olay tam da budur. Ülkenin tüm kurumlarının, onları ayakta tutması gereken bireylerle birlikte hızla çürümesini görüyoruz.
Bu tamir edilmesi mümkün olmayan bir gerçeklik bu. Boyayla, onarımla ayakta tutulması imkansız. Yıkılıp yeniden kurulması gerekir ki, bugün olan tam da budur.
ERGUN BABAHAN / HABERDAR
Yorum Yap