Lâmı cimi yok, insanlar yaşam biçimlerini, inançlarını, değerlerini korumak için kan döker. İslam'ı kurup yayarken de döktü, İspanya İç Savaşı'nda da döktü. O yüzden CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu'nun sözleri sert ve rahatsız edici olsa da bir gerçeğin altını çizmektedir.
Başkanlık sisteminde ısrar, başta laiklik olmak üzere temel değerlerini kaybedeceği endişesi yaşayan insanların beklenmedik bir direnme riskini içermektedir.
Bu, işin bir boyutu. Asıl rahatsız edici boyutu ise, Kılıçdaroğlu'nun sözlerinden rahatsız olanların müzakere masasının devrilmesinden sonra dökülen kana tek laf etmemesi, Erdoğan'a bu konuda bir tek soru soramaması. CHP liderine ‘Kemal' diye yazanlar, Erdoğan'a başına 'Sayın' da koyarak böyle bir soruyu soracak yüreğe sahip değil çünkü.
24 saatin kanlı özeti: İstanbul Sancaktepe'de bombalı araçla askeri servise saldırı, dokuz yaralı; Diyarbakır Hani yolunda bombalı araç patladı, dört ölü; Hakkâri'de çatışma, bir helikopter düşürüldü, sekiz asker hayatını kaybetti.
Temmuz'dan beri yaşanan çatışmalarda ölenlerin sayısı ise ürkütücü. Resmi açıklamalara göre 4 binden fazla PKK'lı, 1300 IŞİD'li öldürüldü, hayatını kaybeden asker sayısı 450, sivil sayısı 250'yi aştı.
Şehirlerimiz, turizm merkezlerimiz güvensiz hâle geldi. Lastik patlasa, bomba sanıp paniğe kapılan bir ülkeye döndük.
Ama asıl önemlisi hızla kanıksamamız…
Niye bu kadar insan daha önce ölmüyordu ve şimdi ölüyor?
Ve daha önemlisi siyasisinden gazetecisine kadar geniş bir kesim bu gerçeği neden görmüyor? Bu dökülen kandan neden rahatsız olup sorgulamıyor?
Öldürdüğün her bir kişinin yerine onlarcasının gönüllü olup dağa çıktığı bir Kürt gerçeği var karşımızda. Sen bu insanların siyaset yapmasını engeller, Kamuran Yüksel gibi isimlerini cezaevine atar; Selahattin Demirtaş başta Kürt siyasetçilere aynı muameleyi yapmaya hazırlanırsan bu sayının daha da artacağından emin olabilirsin.
1950'den sonra yaşanan siyasetin kitleselleşmesi, bir avuç bürokratın denetiminden çıkmaya başlaması, sadece muhafazakâr sağın işine yarayıp elini güçlendirmedi. Aynı gerçek Kürtler için de geçerli hâle geldi. Ancak, bölünme korkusu Kürtlere siyasetin yolunu hep tıkadı.
Seçim barajları, Meclis'ten atmalar, cezaevinde işkenceler, sokak ortasında infazlarla Kürt demokratik siyasetinin önü kesilmeye çalışıldı ama başarılamadı. Yaşadıklarımız, başarılmasının mümkün olmadığını da gösteriyor.
AKP, ikinci döneminin başında yaşadığı sivilleşme sürecini geride bıraktı. Yolsuzluk iddialarıyla karşı karşıya kalınca, çareyi askerle anlaşmada buldu ve başta Kürt meselesi olmak üzere askerin temel saydığı konularda çözümü askere yaklaşmakta buldu.
Kürt meselesinde asker ikna edilmeden demokratik çözüm yolunun tekrar açılması mümkün görünmüyor. Zaten bu yolu öneren, destekleyen bir siyasi yapı da bulunmuyor.
Kürt siyasi hareketi Irak'tan Suriye'ye yayılan bir coğrafyada güçlenirken silahlı çözüm modelinde ısrar edilmesi, daha çok kanın akacağının göstergesidir. Elbette, Kürt sorunu üzerinden her türlü demokratik muhalefetin sesinin kesilmesi, başta Cemaat olmak üzere farklı düşünen her kesime acımasız bir baskı uygulanmaya devam edileceğinin de işareti.
Yorum Yap