- 9.02.2016 00:00
Havuz medyasının AKP için önemli görülen konularda yekvücut davrandığı artık bırakın gazetecileri, sokaktaki insanın bildiği bir gerçek. Televizyonların alt yazılarına kadar müdahale eden irade, manşetlere, birinci sayfaya tek sütun girecek haberlere, hangi habere nasıl bir manşet atılacağına kadar karar veriyor.
Gazete ve televizyonlar, bugün Saray tarafından aranan ‘düşük profilli başbakan' örneğinde olduğu gibi, düşük profilli yayın yönetmenleri tarafından idare ediliyor. Kendilerine sıkılmadan gazeteci diyen bu tipler, ‘'Maaşımı alırım, emirlere uyarım'' mantığı içinde görev yapıyor. Her biri, küçük boy ‘Alo Fatih' bunların...
Can Dündar'a adliye kapısında girişilen silahlı saldırı, bu ortak davranış modelinin yeni bir örneğini oluşturdu. Havuz medyası olayı ya hiç görmedi ya da ‘tiyatro' diye niteledi. Bir insanın hayatını ilgilendiren bir konuya polemiksel yaklaşmaktan hiç sıkılmadı. Niye böyle yapar bir siyasi hareket. Emrindeki medya AKP tarafından casus ilan edilen önemli bir gazeteciye yönelik silahlı saldırıdan niye rahatsız olur. Gazetecinin gerek sınır içinde, gerekse uluslararası alanda mevcut şöhretine şöhret katmasından çekindiği için mi? Ancak, tirajı ve itibarı belli havuz medyasının Can'a yönelik saldırıyı görmezden gelmesinin bir etkisi olmadı. Olay özellikle uluslararası medyada geniş şekilde yer aldı.
Bu arada, hükümet kanadından Can Dündar ve Cumhuriyet gazetesine bir ‘Geçmiş olsun' mesajı geldi mi bilmiyorum ama bu kanatta göze çarpan bir sessizlik hakimdi. Kendi kiralık kalemlerine bunun onda biri saldırı gerçekleşse, yeri göğü ayağa kaldıracak olanlar kafalarını kuma gömmeyi tercih etti.
Gerçi kendi geleneklerinden gelme, parti tabanında iyi kötü sempati sahibi başbakanlarına sahip çıkmaktan aciz olanların Can'a farklı davranmasını beklemek safdillik olurdu.
Saldırganın partiye giderek yakın durmaya başlayan silahlı çete liderlerinden birinin adamı olma endişesi bir rol oynamış da olabilir bu saldırıda. Herkes, kendisine bir vazife çıkarıyor çünkü siyasiler tarafından hedef gösterilen kişiler hakkında.
Gerekçesi ne olursa olsun, siyasi iktidarın böylesi ürkütücü bir olayı yok sayması, küçümsemesi, tiyatro olarak nitelemesi, geçmişte Uğur Mumcu ve Mehmet Ali Kışlalı gibi gazetecileri teröre kurban vermiş bir gazete ve yöneticisi başta olmak üzere, iktidara muhalif tüm gazeteciler için rahatsızlık vericiydi. Muhalif gazetecilere açılan siyasi dava boyutunun bir adım ötesine geçildiğinin bir göstergesiydi sanki.
Yolsuzluk ve hukuksuzluğa bulaşanlar, kirli işlerini yalanlarla örtenler, en çok gerçeklerden korkar. Gerçeklerin ortaya çıkmasının kurdukları tahakkümcü dünyayı yıkacağından endişe ederler. Bu anlamda gerçek gazeteci, hakikatin sözcüsüdür. Cumhuriyet gazetesi, Can Dündar ve Erdem Gül, bunun için boy hedefi olmuştur. Muktedirin hemen herkesi korkuttuğu veya satın aldığı bir dönemde, gerçeğin taşıyıcısı olmuş ve birilerinin huzurunu kaçırmışlardır. Bu eylemin muktedir çevrelerdeki rahatsızlık verici boyutunun bizim tahminlerimizin ötesinde olduğu anlaşılıyor.
Burada, anlaşılmaz olan, ana akım medyadan gelmiş ve isimleri gazetelerin künyesinde yayın yönetmeni olarak çıkan karakterlerin, bu saldırıyı görmezden gelmeleri veya alay edici başlıklarla görmeleridir. Türkiye'de vicdanların ne kadar kolay satın alınabildiğinin bir göstergesidir. Evet, gazetecilik bir aşk işidir ama şarkıda söylendiği gibi, ‘Yeter ki, onursuz olmasın aşk!...'
Yorum Yap