- 5.02.2016 00:00
Osmanlı İmparatorluğu’nun işgali ile sonuçlananBirinci Dünya Savaşı bittiğinde aynı cephede savaşan ülkeler arasında, başta İngiltere ve Fransa olmak üzere ganimetin paylaşım mücadelesi başlamıştı. Ardından İtalya ve İngiltere’nin dürtmesiyle fotoğrafa giren Yunanistan’ın devreye girmesiyle, işler iyice sarpa sardı.
Bu tabloyu doğru okuyan Mustafa Kemal, yıkılmış imparatorluğun enkazından bağımsız bir devlet yaratmayı başardı. Her paylaşım savaşının kazananı ve kaybedeni olur. Osmanlı kaybetmiş, Türkiye kazanmıştı. Almanya kaybetmiş, bir kısım Araplar kazanmıştı.
Kazananların kendilerine bağımlı olacağı için azınlıklar üzerine kurdukları, kafalarına göre çizdikleri haritalarda ortaya çıkan yeni devletler, milliyetçilik virüsünün henüz bölgeyi sarmadığı bir dönemde bile gerilimli bir nüfus yapısına sahipti. Suriye’yi ele alırsak, bugün olduğu gibi, o gün de Sünni ve Şii Müslümanlar, Aleviler, Maronite Hristiyanlar, Ortodoks Yunanlılar, Ermeni ve Asurlu Hristiyanlar, Dürzüler ve Yahudiler’den oluşuyordu.
Renkli bir mozaik; ama iyi yönetilmediği, içerde huzur sağlanmadığı zaman kaotik ve kanlı bir tabloya dönmeye müsait bir mozaik. Suriye bunu yaşıyor. Bugün kaos ve kan Suriye’de. Kaos ve enerjinin olduğu, enerji yollarının kesiştiği her yerde olduğu gibi paylaşım savaşı da var.
Batılı ülkelerin Suriye üzerindeki iştahı, Paris saldırılarının ardından Parlamento frenini aşıp koşarak buraya gelen Fransa’nın telaşı, insanı Paris’teki saldırılara bile kuşkuyla bakmaya itiyor. Ankara, Diyarbakır ve Suruç bombalarında olduğu gibi.
Türkiye de bu iç savaşı; Birinci Dünya Savaşı’nda kaybettiklerini, toprak olarak olmasa bile, ekonomik olarak alma, bölgesel gücünü geliştirme, enerji yollarını daha etkili kontrol edebilme fırsatı olarak gördü ama Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan olma riskiyle karşı karşıya kaldı.
Planların yolunda gitmemesi; gücünün kısıtlı olduğunu, dost bildiklerinden kazık yediği hissine kapılması hırçınlaşmasına yol açtı. Cumhuriyet’in kuruluşundan bu yana çözemediği Kürt Sorunu eski bir yara gibi açılıverdi bedeninde. Kanıyor Türkiye…
Suudi Arabistan’ın, şiddete karşı görüşleriyle bilinen Şii din lideri Nemr Bakır el Nemr’i 2 Ocak günü kafasını keserek infaz etmesi, bölgede zaten kaotik olan tabloyu daha da kötüleştirdi.
5’inci yılına giren Suriye Savaşı’nın yakında biteceğine ilişkin henüz bir umut ışığı yok. Suudi Arabistan-Türkiye cephesine şimdi İsrail’in de katılacak olması, işi daha da karmaşıklaştıracak.
Devrim yapıp Türkiye’nin gücünü artıracak bir Lenin’in sahnede olmadığı bu dönemde, Türkiye İttihatçı politikalara geri döndü. Anadolu’yu Ermenilerden temizleyen zihniyet, benzer bir politikayı bugünün dünya koşullarında Kürtlere uygulamaya uğraşıyor.
24-25 Nisan 1915’te İstanbul’da 180 Ermeni kanaat önderinin tutuklanmasıyla başlamıştı tarihe geçen soykırım. Tutuklanmış ve katledilmişlerdi. Şimdi Kürt siyasetinin önde gelenlerini tutuklamaya hazırlanıyor zihniyet. Bir yandan da sorunlu gördüğü yerleşim merkezlerini insansızlaştırmayı…
Evet, tarih tekerrür etmez ama tarihten ders almayı beceremeyenlerin bedel ödemesi de kaçınılmazdır. Türkiye hızla böyle bir noktaya doğru savruluyor.
Yorum Yap