- 2.10.2014 00:00
Sahipliği 17 ve 25 Aralık operasyonlarına konu alan SABAHGazetesi’nin dünkü manşeti hem doğrudan yüksek yargı mensuplarını hedef alıyor, hem de kendisi ve Erdoğan açısından çok kritik önem taşıyan Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu seçimlerini yönlendirme amacı taşıyordu.
Askeri vesayet döneminde kaldığını düşündüğümüz gazetecilik anlayışı, Erdoğan’ın oluşturduğu ve sahibi belirsiz medya gruplarında yeniden hortladı. Erdoğan rejimine karşı çıkan, eleştiren herkes payını alıyor bu yeni tarzdan. Askeri vesayetin tetikçilerinin yerini Erdoğan’ın tetikçileri aldı… Gazete köşelerinde, televizyon ekranlarında seviyesiz bir üslupla terör estiriyor, karakter infazları gerçekleştiriyorlar.
Bizzat Erdoğan’ın televizyon alt yazılarını, gazete manşetlerini, birinci sayfa güzellerinin dekolte ölçüsünü belirlediği bir sistem bu. Geçmişte Genelkurmay’da gazeteciler ‘‘dost ve düşman’’diye ayrılırdı, bugün Erdoğan’ın konutunda ve AKP Genel Merkezi’nde yapılıyor bu. HSYK seçiminde düşman gördükleri yargıçlar da payını alıyor bu çirkin yayıncılık anlayışından, milyonlara mal olmuş sanatçı Sezen Aksu da…
Erdoğan bu durumu basın özgürlüğünün sağlam bir temele oturması olarak açıklıyor.
Manşetlerin, yazıların, televizyon programında konuşulacakların tek bir kişi tarafından belirlendiği bir dönem. Cici demokratlar bile, onun gözüne girmek için çırpınıyor ve Türkiye’nin iyiye gittiğini iddia edebiliyor. Sıkıysa etmesinler, köşeleri ellerinden alınır, televizyon programları kaldırılır.
Bunu göze almak için yürek ve demokrasiye inanç gerekir.
Dün Türkiye tarihine geçecek bir Meclis açılış konuşmasına tanıklık ettik. Erdoğan, Meclis’e değil de salı günleri toplanan AKP Parti Grubu’na hitap eder gibi konuştu. Söyledikleri de 10 yıldır kabak tadı veren söylemlerinden farklı değildi.
Paralel yapı dediği insanlara, yargıya, muhalefete ve Kürtlere atıp tuttu.
Kobane ve bölgedeki gelişmeler sonucu tehlikeye düşen barış sürecini kurtarmak için elinden geleni yapan, sorumlu bir siyasetçilik örneği gösteren Selahattin Demirtaş’ın aksine, kitleleri kışkırtıcı bir hitap şekli seçti.
Erdoğan’ın bugüne kadar izlediği yoldan, onun barış süreci dediği şeyin, Kürtlerin boyun eğmesi, teslim olmasını anladığı artık çok net anlaşılıyor. Daha ne istiyorsunuz havasında…
Bütün gücü elinde toplayan birinin, yerinden yönetim, çok seslilik gibi talepleri kabul etmesi hayal bile edilemez.
Yeni anayasadan söz etti ama fiiliyatta uygulanmakta olan başkanlık sistemi nedeniyle, Kürtlerle pazarlığa oturma zorunluluğu yok. Suriye ve Irak’ta İŞİD’le savaşan PKK ve Kürtlerin kendisine fazla sıkıntı çıkarmayacağına inanıyor olsa gerek.
Ama dönem değişti…
Kürtlerin haklarını almak için ille de silahlı mücadeleye girişmelerine gerek yok artık. Hong Kong’ta bile binlerce genç, demokrasiye sahip çıkmak için sokaklara dökülüyor ve her türlü riski göze alıyorsa, Türkiye’de başka bir gelişmeyi beklemek saf dillik olur.
Bölgede bugünlerde tanık olduğumuz gösteriler, bölge halkının Kobane’ye ve Suriye’deki akrabalarının akibetine ne kadar duyarlı olduğunu gösteriyor. Kobane’nin barış süreci ile bağlantılı olup olmadığını Yalçın Akdoğan Ankara’dan vereceği talimatlarla belirleyemez. Bunu bölge halkının hissiyatı ve temel hak ve hürriyetlerine sahip çıkma derecesi belirleyecektir.
Kendini en güçlü hissettiğin an, aslında en zayıf olduğun, zaafiyetlerini ortaya koymaya başladığın andır. Erdoğan ve avanesi için o gün hızla yaklaşıyor. Yolsuzluklarını örtmek için yargıyı ablukaya alma, bu haberleri yapan yayın organlarını polis marifetiyle bastırmaya çalışma bu çaresizliğin açık göstergesi.
Türkiye tehlikeli bir yola giriyor ve Erdoğan kendisini ve yakınlarını kurtarma uğruna bu gerçeği görmüyor.
Gerçekten yazık…
Yorum Yap