- 12.07.2014 00:00
İmparatorluk artığı olarak geç uluslaşmanın bedelini totaliter bir rejim altında yaşayarak ödeyen Türkiye’nin demokratikleşme hamlesi Batı’da demokrasinin sorgulanmakta olduğu bir döneme denk geldi. Gelir dağılımının giderek bozulduğu Batı toplumlarında demokrasi ile kapitalizmin birlikte var olma sorunu entelektüel çevrelerin önemli bir tartışma maddesi.
New Left Review Dergisi’nin son sayısında Wolfgang Streeck, ‘‘Kapitalizm nasıl sona erecek?’’ başlıklı makalesinde bu soruyu yeniden gündeme getirmiş. Kapitalizm ile demokrasinin uzlaşması, mülk sahiplerinin oy çoğunluğuyla iktidarı ele geçirecek yoksulların zenginlerin mallarına el koymaması, buna karşılık varsılların da varlıklarını korumak için totaliter yönetim biçimlerine başvurmayacakları yolunda zımni bir anlaşma yapmalarıyla mümkün oldu.
Soğuk Savaş sırasındaki komünizm, kapitalist toplumlar için bir check and balance görevi görerek aşırılıkları önemli ölçüde törpüledi. Amerika’da siyah-beyaz eşitsizliğinin sona ermesinden, emeğin örgütlenmesine ve sosyal devlet ilkesinin yüceltilmesine uzanan yelpazede sosyalist bloğun varlığı etkili oldu. Emekçi sınıflar bu dönemde serbest piyasa ekonomisini, özel mülkiyet rejimin kabul etti. Bu dönemde demokratik özgürlüğün piyasa ve kar elde etme özgürlüğünün ayrılmaz bir parçası olduğu kabul edildi.
Ancak arka arkaya gelen ekonomik krizler kapitalizm ile demokrasinin birlikte var olma sorunsalını yeniden gündeme getirdi. Bugüne kadar düzenli büyüme, sağlam para ve az da olsa sosyal eşitlik, kapitalizmin kimi faydalarını kapital sahibi olmayan kesimlere ulaştırmayı da başarıyordu. Bu sayede sistem ihtiyacı olan meşruiyeti de sağlıyordu
Bugün gelinen noktada sokaktaki insan için siyaset, yaşamlarında bir etki yapmayan, yetersiz ve çürümüş bir kurum haline gelmiş durumda.
Savaş sonrası demokrasinin meşruiyeti, devletin piyasalara müdahale ederek onları yurttaşların çıkarına uygun olarak düzenleme kabiliyetinden kaynaklanıyordu. Oysa 2008’de ortaya çıkan büyük ekonomik kriz, devletin piyasalara müdahale konusunda ne kadar yetersiz hale geldiğini ortaya koydu. Devletin aradan çekilmesiyle, yurttaşlar piyasa aktörleri karşısında yalnız kaldı ve ağır bedeller ödemeye başladı. Bu, yurttaşların hayatını doğrudan etkileyen kararların herhangi bir siyasi sorumluluğu olmayan Amerikan Merkez Bankası veya Avrupa Komisyonu gibi kurumlar tarafından alındığı bir dönem oldu. Başta Amerika olmak üzere tüm gelişmiş ülkelerde sendikaların güç kaybetmesi ise ücret belirleme, bütçe yapma yetkilerinin seçmenlerin etki alanı dışında kalan ulus üstü kimi kurumlara geçmesine denk geldi.
Peki, kapitalizm ölüyor mu? Bugüne kadar defalarca gündeme gelmiş ama bir türlü gerçekleşmemiş bir iddia bu. Ancak, Wolfgang Streeck’e göre, asıl sorun kapitalizmin ölüp ölmemesi değil, önünde onu denetleyecek, terbiye edecek hiçbir kurum veya gücün kalmamış olması. Bu koşullarda sistemin arızları her geçen gün artıyor ve birikiyor. Bu durum, artık sistem işlemez hale gelinceye kadar sürecek diyor Streeck.
Burada Karl Polanyi’nin ‘‘hayali emtialar’’ dediği, toprak, emek ve para kavramına dönüyor. Hayali emtia, arz ve talep kurallarının kısmen ve kabaca uygulanabildiği kaynak anlamında kullanılıyor. Bu yüzden, emtia olarak muamele görmelerinin çok dikkatli koşullar altında gerçekleşmesi gerekiyor çünkü tamamen emtialaşmaları onları yok edebilir veya kullanılmaz hale getirebilir diyor Polanyi. Bugün ileri kapitalist toplumlar bu 3 hayali emtia konusunda böyle bir kritik noktaya gelmiş durumda. Çevre de, emek de, aşırı basılan para da yok olma veya kullanılamaz hale gelme tehlikesiyle karşı karşıya.
Burada, AKP ve Türkiye’yi devreye sokabiliriz. Hızla kalkınma iddiasındaki AKP, iletişim ve finans sektöründeki hızlı gelişmeler, Avrupa Pazarı’na dahil olma sayesinde kapitalist toplumların geçirdiği aşamaları bir şekilde atladı ve ‘‘hayali emtialar’’ denilen kaynakları tüketme noktasına geldi.
Soma’da ölen 301 maden işçisine gösterilen duyarsızlık, her gün meydana gelen iş kazalarındaki can kayıpları, devletin sokaktaki yurttaşına gösterdiği ölümcül şiddet bunun örnekleri. Çevre konusu ise saymakla bitmez. Karadeniz’de derelerin, Ege’de zeytinliklerin, İstanbul’da ormanların yok edildiği, daha fazla kar ve zenginlik için doğanının ırzına geçildiği bir dönemde yaşıyoruz.
ABD ve Avrupa Merkez Bankaları’nın bol para politikaları ise buralara yolsuzluk, hırsızlık ve kamu kaynaklarını kullanarak haksız kazanç sağlama şeklinde yansıyor.
Demokratik kapitalizmi yaşayamadan, demokrasinin krizi aşamasına hızlı bir geçiş yapmış bulunuyoruz. Böyle bir tabloda demokratik bir toplumu sadece yeni anayasa ve yasalar sağlar mı emin değilim. Çünkü Batı’nın iyi yanlarını görmezden gelip hastalıklarını almış bir toplum, krizleri daha sancılı ve ağır bedelle yaşayacaktır gibi görünüyor.
Yorum Yap