- 11.01.2014 00:00
Sayın Cumhurbaşkanı Abdullah Gül…
Türkiye’de muhafazakâr kesin lidere muhalefeti, farklı fikirle karşısına çıkmayı bilmezken, siz Milli Görüş çizgisinin tartışılmaz lideri görünen merhum Necmettin Erbakan’a bayrak açtınız.
Milli Görüş çizgisinin küresel sistemle bağdaşmadığını, liberal anayasal düzene ters düştüğünü, Avrupa Birliği ile barışık olamayacağını ilk siz gördünüz.
O çıkışınız sadece içinden geldiğiniz siyasi akımı değiştirmedi, Türkiye’yi değiştirdi, daha müreffeh ve daha demokratik bir toplum olmasına tarihi bir rol oynadı.
O çıkışınızın sonucu Türkiye’de birbirini düşman gören seküler ve muhafazakâr kesimlerin barışması, birbirinin yaşam hakkına saygı duyması oldu.
O çıkışınızın bir başka sonucu Türkiye’de askeri vesayetin sona ermesi, toplumun tabularının yıkılmasında çok önemli adımlar atılması oldu.
O çıkışınız diğer bir sonucu Türkiye’nin Avrupa Birliği ile tam üyelik müzakerelerine başlaması ve insanımızın günlük yaşamından haklarına kadar geniş bir yelpazede hayal edemeyeceği haklara kavuşması oldu.
Bu çıkışınız sayesinde Türkiye düne kadar Avrupa Birliği’ne tam üyeliğe daha yakın, yargının bağımsızlığı konusunda daha fazla mesafe almış, yarına daha güvenli bakan bir ülke idi.
Ancak düne kadar…
Bugün Türkiye yarına endişeyle bakan, yargısı Adalet Bakanı’na tabii kılınmaya çalışılan, Avrupa Birliği tam üyeliği ve değerleri hayalinden hızla uzaklaşan, yolsuzluğun kural haline geldiği bir ülke haline gelmiş bir ülke oldu.
Türkiye modeli, yolsuzluk ve yolsuzluğu soruşturan kamu görevlilerinin cezalandırıldığı bir ülke olarak anılır oldu.
Çıkış noktanız daha müreffeh, daha demokratik, daha şeffaf, insan haklarına daha saygılı, hukukun üstünlüğü kuralının daha sağlamlaşmış olduğu bir Türkiye idi.
Çankaya’da görev sürenizin dolmasına az bir zaman kala, bütün bu hayaller kumdan yapılmış kale misali bir bir yıkılıyor.
Söylemesi acı ama askeri vesayetle teslim aldığınız Türkiye’yi bir başka vesayetin kucağında devretmek üzeresiniz.
İngilizce deyimiyle ‘‘That’s not fair…’’
Bu coğrafya her türlü bela ve acı ile yanıp kavrulurken bu ülke bu noktaya halkının sağduyusu, hukuka olan inancı ve bir arada yaşama saygı duyan geleneği sayesinde geldi.
Şimdi bu temeller sallanıyor.
Yeniden bir çıkış yapmanızın ve ülkeye gerekli liderliği göstermenizin bir başka zamanı geldi.
Soru şu: Bugün değilse, ne zaman.
Stalin, Leninizm’in İlkeleri kitabında bir ülkede devrimin objektif koşullarını sayarken yönetenlerin de, yönetilenlerin de mutsuz olmasını sayar. Türkiye bugün o noktada. Günümüz koşulları devrimi olanaksız kılıyor olsa da, demokrasi dışı kimi macera opsiyonlarının açık olduğu herkesin malumu.
İktidarın inanılmaz bir körlükle her türlü doğruyu inkâr ettiği, her sorun veya karşı çıkışın arkasında uluslararası bir komplo aradığı, daha da ötesi Başbakan’ın bizzat İstiklal Savaşı’ndan bahsettiği bir dönemden geçiyoruz.
Medyanın ardından yargının, Cemaat’in ardından her türlü sivil toplum girişiminin susturulup imha edilmeye çalışıldığı bir dönem aynı zamanda bu. Bush’un ünlü deyimiyle ‘‘Ya bizdensin ya da bize karşı’’ deyiminin Ankara modelini izliyoruz.
Acıdır ki, toplumun beklentilerine demokratik yollarla karşılık verecek inanılır, güvenilir bir muhalefet de yok. İktidar karşıtlarını birleştiren tek nokta, Erdoğan’a duydukları öfke, daha da ötesi nefret.
Bir toplumun geleceği nefret üzerine değil, umut üzerine kurulmazsa, o toplumun birarada yaşama şansı azalır. İnsanlar gibi, toplumları da yaşatan umuttur.
Bu noktada size düşen görevler vardır. Anayasada yazılı olan veya olmayan görevler.
Anayasada yazılı olmayan ilk göreviniz, her geçen gün karamsarlığa kapılan, demokrasi dışı girişimleri desteklemeye daha hazır hale gelen belirli kesimlere, demokrasinin önem ve kıymetini hatırlatmak ve içinde bulunduğumuz durumdan yine demokrasinin kurum ve kurallarıyla çıkacağımız hatırlatmak.
Bir başka göreviniz, bunu yapmak için yıllar önce yaptığınız gibi risk almak ve yeni bir çıkış yapmak.
İslam âlemini de, Batı medeniyetini de bilen, devletin her mevkiinde görev yapmış olan tecrübeli bir siyaset adamı olarak, tarih size yine kritik bir kavşakta kritik bir görev yüklüyor.
‘‘Ben ne yapabilirim ki…’’ sorusunun cevabı basit, anayasaya, hukukun üstünlüğüne, yargının bağımsızlığına saygıyı öne çıkarın. Siz bir tek şey yapın, toplum kendine güvenini kazanır.
Unutmayın ki, tarihin yeniden yazıldığı günlerden geçiyoruz. Tarih sayfalarına nasıl geçeceğiniz en çok bu dönemde ne yaptığınızla belirlenecek. Veya ne yapmadığınızla…
Karar ve tercih sizin.
Yorum Yap