- 3.01.2014 00:00
Başbakan, kendini Gezi olaylarında protesto eden yurttaşlarına ‘‘Tencere tava, hep aynı hava’’ diye alaycı bir tavırla cevap verirse, yolsuzluk iddialarına karşı tutumu nedeniyle alacağı cevabın da kafiyeli olması kaçınılmaz hale geliyor.
Süleyman Mercümek’ten Yasin El Kadı’ya kadar tutarlı bir çizgisi var Milli Görüş siyasetinin. İnkara dayalı, dikkatlere başka noktaya çekmekte son derece başarılı.
Herhangi bir tehdit hissettikleri an ilk yaptıkları iş savcıyı değiştirmek oluyor. Deniz Feneri davasının savcısı Ergenekoncu idi, bu savcı da Cemaatçi… Savcı beğendiremiyoruz bu zanlılara.
17 Aralık’ta başlayan yolsuzluk soruşturmasının ikinci dalgasında, savcının talebi üzerine özgürlük hakiminin verdiği gözaltı kararları, tedbir kararları, ifadeye çağrı tebliğleri var.
Bu yargı kararlarının akıbeti belli değil.
‘‘Darbe geliyor’’ yaygarası arasında bu mahkeme kararları iptal mi edildi, yürütme emriyle geçersiz mi sayıldı bilmiyoruz.
Ama bildiğimiz bir şey var, o da gündemi belirleme üstünlüğünü kaybeden AKP’nin başı derde girdiğinde hemen bir yalana sarılma kabiliyetinin yüksekliği.
Gezide camide içki içildiğine ilişkin iddialar, türbanlı bir kadının saldırıya uğradığına ilişkin palavralar hep bu nedenle ortaya atıldı. Toplumun birbirine düşman iki kampa bölünmesi pahasına bu yalanlara en üst düzeyde sahip çıkıldı, meydanlarda dile getirildi.
Şark Kurnazlığı üzerine kurulu bir politika diplomaside de yüzünü gösteriyor. 2015’in yaklaşması nedeniyle Ermenistan açılımı gerçekleştiriliyor, Türkiye’deki gelişmelerin arkasında olmakla suçlanan İsrail ile arayı düzeltmek için perde arkası görüşmeler yapılıyor, yargıyı yürütmeye bağlama gerçeğinin üstünü örtmek için 2014’ün Avrupa Birliği yılı olacağı ilan ediliyor.
İlkeye değil, duruma bağlı bir siyaset anlayışının ne içeride, ne de dışarıda inandırıcılık veya saygınlığa sahip olması beklenemez.
Batı basınında yolsuzluğa bulaşan Başbakan Erdoğan’ın günlerinin sayılı olduğu yorumları hızla yayılıyor.
İktidar ne yapıyor?
Kendi sahibi oldu medya kuruluşları üzerinden siyasetçileri, gazetecileri karalama kampanyaları düzenliyor, insanları hedef gösteriyor.
Bu hükümetin 4 bakanı birden ciddi yolsuzluk iddiaları sonucu görevden ayrılmak zorunda kaldı. Eski İçişleri Bakanı Muammer Güler, oğlunun masumiyetini bir hafta içinde açıklayacağını iddia etti ama sonra derin bir sessizliğe gömüldü.
Onlar susunca milletin de unutacağını sanıyorlar.
Şimdi düne kadar ağızlarına geleni söyledikleri Silahlı Kuvvetlere umut bağladılar. Vesayet gücü kırılmış askeri Cemaate yedek güç olarak yanlarına almak için Ergenekon ve Balyoz’u sil baştan yapma noktasına geldiler.
Dar alanda kısa paslaşma sonucu Başbakan’ın Başdanışmanı Yalçın Akdoğan ‘‘Milli orduya kumpas’’ kurulduğunu yazdı, Genelkurmay da bu cümleyi esas alarak dava hakkında dün suç duyurusunda bulundu. Bu cümleden yola çıkarak davaların yeniden görülmesini istiyorlar.
Milli Güvenlik Kurulu’nda mı bulundu formül bilemiyorum ama yıllarca süren davalar, ortaya konulan deliller, Yargıtay kararları, hatta AİHM kararları falan hep hikâyeymiş. Keşke ilk baştanİlker Başbuğ’u dinleselermiş, ‘‘Gerçekten boruymuş bu, boru.’’
Genelkurmay Başkanlığı ‘‘İyi ki bu orduyla savaşa girmemişiz’’ diyen Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’tan da bir özür talep eder mi acaba…
Yorum Yap