Zalimin arkasından…

  • 6.10.2014 00:00

 Her geçen gün zulüm hudutları zorluyor; aklın, vicdanın, insafın hudutlarını. Gün geçmiyor ki yeni bir zulme şahit olmayalım. İnsanların yüreği burkuluyor, gözleri yaşarıyor.

Mazlumun âhı zalimin umurunda mı? Tabii ki hayır. Ne zaman umurundaydı ki? O her daim gözlerini kapamış, kulaklarını tıkamış; hatta kendi iç sesini duymamak için sürekli höykürerek kendini haklı çıkarmaya çalışmıştır.

Bu ülkede uzun zamandan beri bazı insanlara gadrediliyor, cevrediliyor, zulmediliyor. Hafta içinde zulüm zincirine yeni bir halka eklendi. Yaptığı hizmetlerle toplumun bütününden takdir alan Kimse Yok mu Derneği’nin izin almaksızın yardım toplama hakkı, Bakanlar Kurulu kararıyla iptal edildi. Böyle bir kararın varlığı önce gazetelerde, sonra sosyal medyada duyuldu. Ne var ki Hükümet Sözcüsü ve Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, iddiayı yalanlamıştı. Ne acıdır ki Arınç’ın, “Böyle bir kararın imzalandığını ben görmedim.” demesinden iki gün sonra Bakanlar Kurulu kararının belgesi ortaya çıktı. Üstelik o yasakçı ve ayrımcı kararın altında Sayın Arınç’ın da imzası bulunuyordu. Hemen her konuda veciz konuşmalar yapmaya özen gösteren Bülent Bey belgenin ortaya çıkmasıyla birlikte kayıplara karıştı adeta. Günler sonra bir şeyler söylemeye çalıştı. Kimseyi ikna edemedi tabi ki. Belki kendisi bile inanmadı söylediklerine... Bilemiyorum ki utanç duyulası o kararla ilgili gerçeği kamuoyuyla paylaşmak mı istemedi? Sebep her ne olursa olsun ortada hicap duyulması gereken bir tablo var. Neden mi?

Kimse Yok mu Derneği muazzam hizmetler yaptı ve yapıyor. Buna rağmen denetim üstüne denetim, teftiş üstüne teftiş geçirdi. Basına sızan teftiş raporu, dernekte en ufak bir hata bulunmadığını ortaya koydu. Haliyle akla şu soru geliyor: Bu derneğin maruz kaldığı teftiş ve denetime aynı kulvarda hizmet veren kurumlardan hangisi maruz kaldı? Kimse Yok mu’ya karşı takınılan kindar tavır, ayrımcılık suçunun daniskası değil de nedir?

Anayasa’yı askıya alanlar, yasaların üzerinde adeta horon tepenler, tabii ki Anayasa’nın eşitlik ilkesine de riayet etmez. Hâlbuki bu bir suçtur. Ayrımcılık yapmak, ötekileştirmek, şeytanlaştırmak, nefret suçu işlemek... Aynı zamanda zulümdür bunlar. Eğer bir ülkede hak hukuk varsa, kanun herkes için geçerli olmalıdır. Kişilere ve kitlelere göre kanun keyfî bir şekilde uygulanıyorsa orada bir adaletsizlik vardır, orada bir zulüm vardır.

Maalesef Türkiye’de epey bir zamandır haksızlık, adaletsizlik, hukuksuzluk göstere göstere yapılmakta. Mesela binlerce okulun arasından sadece bazı okullara zorluk çıkarılıyor. “Cemaat paranoyası” ile yola çıkanlar, bazı mekteplerin önünden dozerleri, zabıtaları, müfettişleri eksik etmiyor. Aynı standardı iktidar ailesinin kanatları altında palazlanan kurumlar için uygulasalar, belki pek çoğu kapanmak zorunda kalacak. Peki, adalet mi bu?

Onca işadamının arasından belli kişiler, belli şirketler seçiliyor, onlara vergi memurları gönderiliyor. İnsanların ekmeğiyle oynayan bu çağdışı uygulama zulüm değil de nedir? Onca banka varken sadece bir bankayı hedef alıp batırmaya yönelik komplo üstüne komplo kurmak, devlet sorumluluğu ile bağdaşıyor mu? Onlarca konser, toplantı ve programa ev sahipliği yapan stadyumları, konferans salonlarını vs. Türkiye’nin gururu  olmuş Türkçe Olimpiyatları’na yasaklamak hangi insafla, hangi iz’anla izah edilebilir? Yurt dışındaki en büyük markalarımız olan Türk okullarını yabancı istihbaratlara yanlış bilgilerle jurnallemek hangi devlet aklıyla telif edilebilir?

O kadar çok örnek var ki! Hangisine dokunsanız, bin âh işitirsiniz. Her biri talihsiz bir zorbalığın yansıması olarak geçecek tarihe. Ve bir gün insanlar mutlaka bu yapılan haksızlığın insanî olmadığını haykıracaktır. Nitekim Kimse Yok mu Derneği’ne karşı yürütülen ayrımcı uygulama toplumun hemen her kesiminden büyük tepki aldı. Politikacılar, sanatçılar, gazeteciler, sivil toplum öncüleri, Kimse Yok mu’ya reva görülen haksızlığa karşı esaslı bir duruş sergiledi. Bunların arasında benim en dikkatimi çeken ve çok manidar bulduğum Saadet Partisi Genel Başkanı Mustafa Kamalak’ın söylediği cümleler oldu. Derneğe yapılan haksızlığı dile getirirken Sayın Kamalak diyor ki, “Zalimlerden rahmetle anılan bir kimseye rastlamadım.” El hak doğru söylüyor Başkan. Tarih şahittir ki zalimler hayatını huzur içinde idame edememiş, sekine içinde hayata gözlerini yumamamış ve tabii ki rahmetle yâd edilmemiştir. Kitlelerin coşkun alkışları arasında onca eza ve cefayı insanlara reva görenlerin arkasından hayır duası yapıldığına rastlayan var mı?

Zerre miktar şerefiniz varsa

Birkaç hafta önce ilginç bir komplo teorisi işittim. Güya 17 Aralık’tan çok kısa bir süre önce Brüksel’e gitmişim, oradan da İsrail’e geçmişim, sonra Türkiye’ye dönmüşüm. Bu kuyruklu yalandan yola çıkarak senaryolaştırılan esrarengiz gezilerdeki görüşmelerle 17 Aralık’taki yolsuzluk ve rüşvet operasyonunda rol almışım.  Çok güldüm. Deli saçmasıydı çünkü. Hayatımda İsrail’e hiç gitmedim. Brüksel’e ise en son, 2012’de o günlerde Dışişleri Bakanlığı yapan Ahmet Davutoğlu ile beraber “Time in Turkey” sergisi için gitmiştim. Bu gerçeğe ulaşmak zor değil ki; yurt dışı giriş çıkışlarına göz atmak yeterli. Uydurmaya ne gerek var? Hadi uyduracaksın, bari azıcık makul olsun...

Benim komplo teorisini ciddiye almadığımı gören bir arkadaşım şöyle bir uyarıda bulundu: Bu iddiayı Cumhuriyet Savcısı İsmail Uçar da dile getirmiş. Meslektaşımın dediğine göre Savcı Uçar, yandaş medya diye bilinen yapının muhabirlerine bu senaryoyu anlatmıştı. İnanamadım. Çünkü bu tür bir iddiada bulunan kişi asla savcı olamazdı. Olsa olsa bir parti binasının izbe odalarının birinde cigarasının dumanlarını ciğerlerine çekerken insanları diline dolayan bir militan böyle konuşabilirdi. Bu nedenle, Sayın Savcı’nın böyle bir şey dediğine inanamadım hâlâ daha inanamıyorum. İnansam hem savcıyı arardım, hem HSYK’ya şikâyette bulunurdum. Yandaş muhabirler, çocuksu yalanlarına savcıyı alet etmiş diye düşündüm...

Meğer mesele, birkaç muhabirin uydurduğu zekâ yoksunu komplodan ibaret değilmiş. Takvim adındaki gazetede yukarıda özetlediğim komplo aynen haber yapıldı. Malum, bu gazetenin sabıkası bir hayli kabarık. Son bir yılda uydurduğu haber sayısı, basın tarihinde üretilen bütün yalanlara denktir. Yalan haberler, iftira kampanyaları, hayalî röportajlar vs. bu gazeteyi yönetenlerin çapını her gün gözler önüne seriyor. Başındaki adam bütün kutsallarını yitirmiş, hak hukuk tanımıyor. Ar damarı çoktan çatlamış bu kimseler, insanların şerefi ile oynamayı gazetecilik sanıyorlar. İftiralarına karşı dava açacağım. Ama muhatap almaya değer mi? Değmez. Muhatabım onlar değil, boyunlarındaki tasmayı tutanlardır. Önce bir İngiliz atasözünü hatırlatmak isterim: “Madem kendiniz havlayacaktınız, bu kadar köpeği neden besliyorsunuz?”

Sonra da malum iki muhataba sesleniyorum: Ey Serhat! Ey Berat!

Ben hayatımda İsrail’e gitmedim. Haberde bahsedildiği tarihlerde Brüksel’e de gitmedim hatta o tarihlerde yurtdışına da çıkmadım; eğer zerre miktar Allah’a inancınız varsa, ahirette hesaba çekileceğinizi düşünüyorsanız, gazetenizde yer alan bu çirkin iddiayı ispat edin, yahut özür dileyin. Bu iftira dolu haberler ilk defa bana yapılmıyor; daha önce başka insanlar için de korkunç yalanlar yazdınız. Unutmayın bir gün hesaba çekilecek ve Ahkemü’l-Hakîmîn nezdinde rezil rüsva olacaksınız. “Yazdıklarımız doğru!” diyorsanız, hodri meydan; çıkın şu İsrail-Brüksel hattında uydurulan yalanı ispat edin. Doğruysa vallahi terk ederim bu diyarları. Ya doğru değilse? Özür dileyecek misiniz? Unutmayın, hiçbir iftira yanınıza kâr kalmaz; mazlumların eli zalimlerin yakasında olur daima...

PANORAMA

İTFAİYEDE YANGIN: Yolsuzluk ve rüşvet operasyonlarına ‘darbe’ deyip milleti ayakta uyutmaya teşebbüs edenler, hafta içinde itfaiye soruşturmasının neden yapıldığını izah etmek zorunda. Aylar öncesinde itfaiye ile ilgili iddialara arslanlar (!) gibi karşı çıkanlar, soruşturma dosyasından bazı üst seviye isimler ayıklanınca operasyon yapılmasında mahzur görmedi. Üstelik seçilmiş bazı kanun adamları da parlatılıyor, başka görevlere hazırlanıyor bu vesile ile. Her neyse, görüldüğü gibi suç dosyalarının ört bas edilmesi kolay gözükmüyor; çünkü yangını söndürmekle görevli kurumlarda yangın varsa onu gizlemek imkânsız hale geliyor...

REKLAM BİLE YASAK: Yılların televizyoncusu Tayfun Talipoğlu, geçenlerde dert yandı. Bir haber ajansına röportaj verdi diye reklam filminden kendisini çıkarmış, ona benzeyen birini o reklama monte etmişler. Yukarıdan emir mi gelmiş, yoksa işgüzar birileri “Aman patron görmesin!” diyerek mi bu çılgınlığı yapmış; bilinmez. Aslında şaşılacak bir şey yok. Öyle bir dönemde yaşıyoruz ki bazı medya kuruluşları “O görürse kızar!” deyip reklam yayınlamamak için mazeretler üretiyor. Daha geçen hafta bizzat şahit oldum. Sahi “Yeni Türkiye’de basın özgürlüğü” nutkunu en son kim çekmişti?


Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (www.marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Hack Forum Hacker Forum Hack Forumu Warez Forumu Hacker Sitesi Hacking Forum illegal forum illegal forum sitesi warez scriptler nulled forum crack forumu hacking forumu illegal hack forumu hacking forums