- 14.07.2014 00:00
İddia korkunç: Emniyet Genel Müdürlüğü bünyesinde kurulan Kozmik Çalışma Grubu (KÇG) 100 bin civarında şirketi fişlemek için skandal bir toplantı yapıyor.
Taraf Gazetesi’nin gündeme taşıdığı iddiaya göre 26 Haziran günü bazı savcılar ve bürokratların da katıldığı görüşmede birtakım kararlar alınıyor. Ne gibi? Hükümete destek vermeyen şirketlerin üzerine gidilecek, onlar hakkında sahte ihbar mektupları yazılacak, kamu kuruluşları tarafından inceleme ve denetleme bahanesiyle baskılar kurulacak, malum gazete ve TV’lerde o fişlenmiş firmalar hakkında olumsuz haberler yapılacak… Amaç ne? Şirketleri ya kendi tarafına çekmek yahut iflasa zorlayıp devralmak, satın almak. Mümkün mü böyle bir şey? Hele bu çağda? İmkânsız! Çünkü devletin insanları fişlemesi de, ayrımcılık yapması da, korku ve nefrete sebebiyet vermesi de suçtur. Ve bu suçu işleyenler eninde sonunda hesap vermek zorunda kalacaktır…
Haber gazetede yer alınca ilgili devlet kurumlarından ciddi bir tekzip bekledi kamuoyu. Neden? Çünkü gazete somut birtakım tespitler yapıyordu haberde. Mesela toplantının gününden, katılan birimlerden, alınan “10 aşamalı karar”dan vs. bahsediyordu. Daha da ötesi, ‘gizli toplantı’ya katılan savcı, emniyetçi ve diğer bürokratların makam araçlarıyla gelmediğine dair ayrıntılar veriyordu. Maliye Bakanlığı’na bağlı Gümüşdere Tesisleri’nde gerçekleştirildiği iddia edilen toplantıya dair o kadar ayrıntılı bilgi verildiğine göre ilgili kişi ve kurumların açıklama yapması gerekiyordu. Anayasa ihlali anlamına gelen ve yasalara aykırı bir şekilde gerçekleştiği çok aşikar olan toplantı ile ilgili sükut etmek ve iddiayı susarak geçiştirmek mümkün değildi.
Emniyet Genel Müdürlüğü’nden, İçişleri Bakanlı-ğı’ndan, Adalet Bakanlığı’ndan tık çıkmadı. Olacak şey değil! Dehşetengiz ithamlarda bulunan bir haber neşrediliyor ve en ağır suçla zan altında kalan devlet birimleri suskunluk içine gömülüyor. “Sükut ikrardan gelir” deniyorsa, bakanlardan memurlara kadar silsile halinde işlenen bir suç kabul ediliyor demektir. Fişleme başlı başına anayasal bir suç. 10 adımdaki her merhale kriminal bir girdabın içine çekiyor devleti. Demokratik bir ülkede hiçbir devlet kurumu insanları inancına, hayat tarzı ve tercihine göre fişleyemez; onlara karşı ayrımcılık yapamaz. Bu ülkeye faşizmin geldiğini, demokrasinin rafa kalktığını, despotizmin devlet yönetim biçimine dönüştüğünü kabul eden devlet görevlisi varsa (makam ve unvanı ne olursa olsun) bilmeli ki hem tarih karşısında, hem adalet karşısında hukuksuzluğun hesabı mutlaka sorulur…
100 bin işyerinin fişlenmesi ile ilgili iddiaya karşı sessiz kalmayan tek makam Maliye Bakanlığı oldu. Bir açıklama yaptı. Ne yazık ki somut iddialara net cevaplar ver(e)medi Bakanlık. Azarlayıcı ve buyurgan laflarla yapılan açıklamada söz konusu iddialara karşı doğru düzgün cevap yok. Halbuki Maliye, son günlerde piyasada sıkça duyulan güdümlü denetimlerden dolayı zan altında çalışıyor. Bazı şaibeli şirketlerin borçları silinirken, hiçbir denetime tabi tutulmazken vs., bazı şirketler üzerine haksız bir şekilde gidildiğine dair çok güçlü deliller var maalesef. Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in bu tür konularda titiz bir insan olduğunu sanıyorum. Ne var ki son dönemde ortaya konan “denetim kriterleri”nin Maliye’de hazırlanmadığı, bir başka birimde çalışılmış fişleme listelerinin Maliye bürokratlarına dayatıldığına dair ciddi veriler var. Maliye Bakanlığı’nın ticari hayatı altüst edecek, insan haklarını ihlale kadar sürüklenebilecek uygulamalara göz yumması, sadece suça ortak olmayı netice vermez; aynı zamanda ülkenin birlik ve dirliğine dokunduğu gibi nice insanımızın âhını almayı getirir. Ve yazık olur!
Kendisine emaneten verilmiş devlet mekanizmasını ara dönemlerde baskı aracı olarak kullanan hiçbir parti, hiçbir şahıs, hiçbir hükümet, hayırla yâd edilmedi. Edilemez de! Zira şartlar normale döndüğünde bugün yapılan her yanlış tek tek ortaya çıkar, mağdurların ihkak-ı hak mücadelesi hukukun huzuruna getirilir ve bazı insanlar mahcup duruma düşer. Değmez ki! Dün ‘kupür davası’nın mağduruyuz diyenler, bugün ‘kibir davası’ peşine mi düştü?
Veri ambarında toplantı! Çağrışımları insana darı ambarını hatırlatıyor. Hani o veciz atasözümüz vardır ya: Aç tavuk kendini darı ambarında görür diye. 17 Aralık’tan bu yana (yaklaşık 8 aydır) devletin bütün imkânlarını tepe tepe kullananlar, Hizmet Hareketi ile ilgili somut suç bulamadılar. Bundan sonra da bulmaları mümkün değil; zira bu topluluk kanun dışı hiçbir işe karışmadı, bulaşmadı. Suç bulamayınca suç uydurmak ancak faşist devletlerin yapacağı şenaattir. Demokratik hukuk devletinde ‘cadı avı’ da olmaz; keyfi baskılar da.
Görünen o ki hayalî ‘paralel’ suçlamasından hukukî sonuç alamayanlar, hukuk dışına çıkmayı planlıyor. Yalnız unuttukları bir şey var: Dünyevî bakımdan korkudan korkanlar, uhrevî açıdan bu dünyada sadece Allah’tan korkar; gayrına boyun eğmez. Hele zulme? Asla! Onların vereceği cesur hukuk mücadelesi tarihe yeni bir destan olarak geçecek ve nesiller boyu alkışlanacaktır. Bundan zerre kadar kuşku duymaya gerek yok...
Hiç kimsenin korkmasına da gerek yok. Korkulacak dünyalık tek şey var: Korku. Suç işleyenler korkmalı, kanunsuz iş yapanlar korkmalı, anayasa ve yasaları çiğneyenler korkmalı, yalan söyleyenler, iftiraya başvuranlar, hırsızlık yapanlar, yolsuzluk cenderesine sıkışanlar, suç ihdas edenler, kanunsuz emir veren ve o kanunsuz emri yerine getirenler korkmalı…
Gerçek mi önemli, algı mı?
O kadar bilgi dolaşıyor ki orta yerde; insanlar bazen gerçekle yalanı birbirinden ayıramıyor. Gerçeklerin anlaşılabilmesi için aktif sabır gerekiyor! Ve dimdik durmak, O’ndan başka hiç kimseye eğilmemek, bükülmemek…
Bizzat Başbakan halkın huzurunda en yüksek tonda bazı iddialar attı ortaya; ne var ki gerçek ortaya çıkınca meselenin hiç de öyle olmadığı anlaşıldı. Ama aynı laflarla, kara propagandaya devam ediyor birileri. Ramazan ayının tövbe ve istiğfar iklimi bile onları yalan ve iftira dolu sözlerden uzak tutamıyor. Mesela bayrak direğine tırmanıp ay-yıldızlı bayrağı indiren kişinin ‘paralel’ olduğunu iddia ettiler. Dünyanın dört bir yanında o bayrağı göndere çeken insanlara bundan daha ağır bir suçlama yapılabilir mi? Sonuçta bayrağı indirme cüretinde bulunan o kişinin ismi MİT tarafından belirlendi ve PKK üyesi olduğu resmen ifade edildi. Özür dilenmesi gerekmiyor mu Camia’dan?
“Dönemin Başbakanı” diye bir tabirin fezlekede yer aldığı iddia edildi. Yazıldı, çizildi, meydanlarda konuşuldu. 17-25 Aralık büyük yolsuzluk operasyonunu yürüten emniyet yetkilileri ve savcılar tekzip etti bu iddiayı. Dinlemediler, temcit pilavına devam ettiler. En sonunda milletvekili Hakan Şükür konuyu Meclis’e taşıdı ve ‘dönemin Başbakanı’ iddiasının belgesini istedi. O gün bugündür Şükür’e cevap veremiyorlar.
Onlarca hadise var böyle, bu sütuna sığmaz. Korkunç iddialardan bir kısmı ispatsız-delilsiz, bir kısmı da yalan olduğu sübut bulmuş. Ne yazık ki asılsız-fasılsız iddialar tekrar tekrar söyleniyor, algı operasyonu yapılıyor.
Peki algı mı önemli gerçek mi? Tabii ki gerçek! Çünkü algı, yalan dolanla inşa ediliyor, iftiradan medet umuluyor, çarpıtma yapılarak hakikatin üzeri (muvakkaten bile olsa) örtülüyor. Ancak, unutmamak gerekir ki gerçekler daima ortaya çıkar ve bütün yalancılar bir gün mutlaka mahcup duruma düşer; burada olmasa bile öbür tarafta!
HOŞ GELDİN ARAPÇA ZAMAN
Yorum Yap