Devlet zırhına bürünenler suç işlerse

  • 7.07.2014 00:00

 Günlerden bir gün, adamın biri savcının kapısını çalsa ve “Başbakan Erdoğan paralel yapının başıdır, onunla ilgili elimde çok ciddi bilgiler var.” dese, o savcıya ne yapmak düşer?

Hemen herkes için yapılabilecek bu tür bir ihbar için somut belgeleri talep edip incelemek mi; yoksa “Zaten etrafındaki insanların çeşitli alanlarda gösterdiği faaliyetten dolayı bende de böyle bir his/kanaat vardı; dolayısıyla soruşturma başlatmalıyım.” demek mi? Hangisi hukukîdir? Tabii ki hukukta öncelik somut delilindir. Somut suçun ve ona dair delilin olmadığı yerde ihbarcının hiçbir kıymeti yoktur. Neden mi?

    Uç örnek olması hasebiyle Başbakan Erdoğan üzerinden devam edeyim müsaadenizle: Vaktiyle Tayyip Erdoğan ile yol arkadaşlığı yapmış dünya kadar insan var. Bunlardan bir kısmı, onlarca yıl içinde, umduğunu bulamamış, derin bir hayal kırıklığı yaşamış olabilir. Dolayısıyla kızgındır, hırçındır... Bu tip adamlar, intikam almak için kanal kanal dolaşsa, Erdoğan’ı zan altında tutacak laflar etse hukuken esaslı bir mana teşkil eder mi? Ortada somut bir belge olmaksızın yapılan ithamlar, savcılık tarafından ciddiye alınır mı?

    Nereden mi geldi aklıma bu hayali kurgu? İzah edeyim: Hafta içinde bir internet sitesinde ilginç bir haber gördüm. İddiaya göre Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı Anayasal Düzene Karşı İşlenen Suçlar bürosunca bir soruşturma yürütülüyormuş. Latif Erdoğan ve Ahmet Keleş adlı kişiler, bu savcılığın talebi üzerine Ankara TEM’de ifade vermiş. İnternet sitesinde gördüğüm kadarıyla bu kişiler daha önce malum medyaya ne konuşmuşsa orada da aynı hezeyanda bulunmuş. Hatta o kadar coşmuşlar ki (internet sitesinin iddiasına göre) doğru dürüst tanımadıkları halde bazı kişilerden bile bahsetmişler. Absürt bir durum, hukuk dışı bir metot...

    Mekanizma yeni değil aslında. Malum medya, ‘eski Türkiye’nin en bayat numarasına sımsıkı sarılarak, “Önce haber yap ki savcılık ihbar kabul etsin; sonra savcı harekete geçince tekrar haber yap ki millet gerçek sansın...” diyerek yalan ve iftiralarına aylardır devam ediyor. Savcıların bu oyuna gelmesi, ‘güdümlü medya’ ile ‘bağımsız yargı’yı suç ortağı haline getirebilir. Bu tarihî hatadan kurtulmanın tek yolu var: Hukukun somut delil üzerinden yürütülmesi. Yani, suç icat edip suçlu belirleme yerine, somut delil var mı ona bakılması...

    Beş ay önce Ceza Muhakemesi Kanu-nu’nda (CMK) yapılan değişiklikler nedeniyle delil meselesi daha bir ağırlık kazanmış durumda. Mesela eskiden sıkça başvurulan ‘kuvvetli suç şüphesi’ soruşturma yapabilmek için artık yeterli sayılmıyor. Yapılan değişiklik, savcı ve emniyet birimlerine ‘somut delillere dayalı suç şüphesi’ mecburiyeti getiriyor. O kadar ki bir zamanlar gözaltı kararı için kullanılan ‘suçun işlendiğini düşündürebilecek emareler’ artık yeterli bir sebep olmaktan çıktı; çünkü CMK’daki değişiklik, ‘suçun işlendiğini gösteren somut deliller’i zorunlu hale getirdi...

    Daha mürekkebi bile kurumamış yasalar somut delil üzerine bu kadar vurgu yaparken ve uluslararası hukuk normları ‘delil’i esasa alırken birtakım muhteris kişilerin güya itirafları üzerine soruşturma açılamaz. Açılırsa suç işlenmiş olunur. Belki de bu yüzden bazı gazetelere konu edilen ‘soruşturmalar’ın resmiyette izine rastlanamıyor. UYAP’ta kaydı olmayan dosyalar ne demek? “Müvekkilim hakkında bir soruşturma var mı?” şeklinde yapılan yazılı başvurulara “Hayır, hiçbir soruşturma söz konusu değildir.” denmesine rağmen gizliden gizliye insanların ifadesinin alınması ne manaya geliyor? Başka ya da benzer adlarla kayıt yapıp soruşturmaları ilgili kişilerden kaçırmak, insanları tanık sıfatıyla çağırıp onlara dosyalarını vermemek gibi hukuk dışı uygulamalar da kanunen suçtur...

    Eski İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin’in soru önergesiyle Meclis’e taşıdığı ama susarak savuşturulmaya çalışılan “Cemaat’e tuzak” planının gerçek olduğu belgeleriyle ortaya çıktı. Savcı Serdar Coşkun’un yürüttüğü soruşturma kapsamında EGM, bütün emniyet müdürlüklerine “Cemaat’i araştırın, delil bulun” diye yazı göndermiş. Dün bazı internet sitelerinin yayınladığı, bugün de bizim manşete taşıdığımız haber gösteriyor ki, hem anayasa çiğnenmektedir hem darbe dönemlerinde bile görülmeyecek şekilde hukuksuz işlemler yapılmaktadır.

    Bir Emniyet Genel Müdür Yardımcısı tarafından yürütüldüğü söylenen ve tamamen hukuksuzluk üzerine bina edilen “Cemaat’e tuzak kurma çalışması” Emniyet Teşkilatı’nı da büyük bir sıkıntıya sokacak mahiyettedir. Kanunlara riayet özelliği ile tanınan Emniyet Genel Müdürü Mehmet Kılıçlar’ın da bu gidişattan rahatsız olmaması düşünülemez; zira İstihbarat Daire Başkanlığı, KOM Dairesi ve Terörle Mücadele Şubesi’nden seçilmiş kadronun kurduğu kozmik dairenin bugün yaptığı ile, geçmişte Batı Çalışma Grubu’nun (BÇG) yaptığı arasında hiçbir fark yoktur. Çok geniş bir alanda yapılan fişlemeleri BÇG de gizleyememişti; bugünküler de gizleyemez. Kanun dışı yollarla kurgulanan ve suç icat edebilmek için kullanılan o kozmik yapının bazı ‘özerk kuruluşlar’dan aldığı bilgilerle yaptığı fişlemeler de hukuka aykırıdır. Bir gün bu ülke normalleştiğinde hiçbir bürokrat hukuk karşısında bugün yapılan zulmün hesabını veremez.

    Herhangi bir sosyal grubu ya da siyasî yapıyı gayr-ı memnunların delilsiz dedikodularıyla baskı altında tutmak, vatandaşa zulmetmek demektir. Hukuku böyle çirkin bir mecraya iterseniz, kanunları çiğnemiş olursunuz. Hukuksuz emri veren de, o emre itaat eden de suç işlemiş olur. Bir kitleye reva görülen hukuk dışı bir yol yarın herkes için aynı tehlikeyi işaretler ve o korkunç mecra bir gün herkesin başına bela olabilir. Hatalar zinciri öyle bir savrulmaya dönüşür ve öyle bir gün gelir ki eski özel kalem müdürünüzden bakanınıza kadar herkes (kırgınlık ve kızgınlıkla) benzer bir isnatta bulunup karşınıza dikilir ve ‘somut delil’ göstermeksizin en ağır suçlamaları art arda sıralar, onca yaptığınız ‘hayırlı’ işi ‘çete şeması’ diye savcılara teslim eder. En iyisi mi herkes hakka riayet etsin, hukuktan ayrılmasın.

Sen onu bir de mazluma sor

Cumhurbaşkanlığına aday olduğu gün Başbakan Erdoğan’ın şöyle bir cümle sarf ettiğini gazeteci Nazlı Ilıcak’ın Twitter’daki mesajından öğrendim. Demiş ki Başbakan: “Allah bizi zulüm ve adaletsizlikten muhafaza eylesin.” Bu satırları okuyunca insanın dudaklarına acı bir tebessüm gelip oturuyor. Yürekten ‘Amin’ deme ve Allah’tan herkes için istikamet talebinde bulunmanın yanında insan, “Yahu acaba Sayın Başbakan, bu ülkede yaşanan zulümlerden habersiz midir?” demeden de edemiyor. Nitekim Sayın Ilıcak da tereddüte kapılmış ve şöyle bir mesaj göndermiş takipçilerine: “Acaba ne yaptığının farkında mı değil? Yoksa biz fark etmeyelim mi istiyor?”

    Bir yerde zulüm olup olmadığını anlamak için mazlumlara kulak vermek gerekir; zulüm safında yer alanlara değil. Çünkü zulüm yolunda mevzilenen hiçbir kimse, “Biz zalimiz” demez. Dememiştir de. Zalimler hep haklı olduğunu, karşıdaki kişilerin bu zulmü hak ettiğini, yapılanın az bile olduğunu, daha korkunç şeyler yapılması gerektiğini vs. düşünür. Hiçbir suçu olmadığı ve suçun şahsiliği esas alınması gerektiği halde hedef tahtasına konan, horlanan, hakarete maruz bırakılan, okuluna, yurduna, dershanesine, işyerine ayrımcılık yapılan insanların sabırla dolu iniltisini duymayan, zulmü nereden bilecek? Zulüm olup olmadığı cafcaflı nutuk çekenlerin yaldızlı laflarına bakılarak anlaşılmaz; onu mazlumların yaralı sinelerine sormak lazım. Ve titremek lazım ki Allah mazlumların âhını yerde bırakmaz; hemi vallahi hemi billahi…

Sizin mahalleye Ramazan hiç  uğramıyor mu?

Sahuruyla, iftarıyla, teravihiyle muazzam bir zaman dilimindeyiz. Bu mevsimde insanlar melekleşir, kalpler yumuşar, vicdanlar Allah’a yönelir. Rahmet kapıları bu yüzden Ramazan ayında ardına kadar açılır. Zengin fakire karışır, kırık kalpler tamir edilir, insanlar günahtan sakınır ve Rabb’e yaklaşır...

    Üzülerek görmekteyim ki malum medyada görev yapan bazı arkadaşlar ne Ramazan dinliyor ne oruç. Yalan yanlış iddialar, iftira ve hakaret dolu beyanlar, gıybet ve ihtiras kokan laflar. Üstelik bunları televizyon ekranlarından, gazete sütunlarından yapıyorlar. Ve her gün ısrarla irtikâp ediyorlar dinin günah saydığı o fiilleri. Gıybet günah değil mi, yalan haram değil mi, iftira vebal değil mi? Hangi akıl ve mantıkla milyonlarca Müslüman’a hakaret edebiliyorlar; anlayabilmiş değilim. Kimsenin de anlaması mümkün değil. Ölçü Kur’an ve sünnetse yukarda saydığım ve her gün binlerce kez işlenen günaha mümin bir insan nasıl tevessül edebilir?

    Sanırım şöyle anlamsız bir mazeretin arkasına sığınıyor birileri: “Harp hiledir, dolayısıyla her şey mubahtır.” Bu, sırat-ı müstakimi esas alan hiçbir müminin kabul edebileceği bir yol değil. Neden mi? Harp hiledir sözü, ‘yalan söyleyin, iftira edin, hakaretten kaçınmayın’ gibi Kur’an dışı ve sünnete aykırı bir manaya gelmez. Vaki midir ki Hazreti Peygamber (sas) herhangi bir harpte, haşa, yalan söylemiş, gıybet etmiş, iftira kampanyası düzenlemiş olsun. Kaldı ki harp marp de yok ortada. Hayır, mübarek günde milyonlarca müminin gıybetini yapıp onların hakkına tecavüz eden her bir fert, üstelik bunu milyonların huzurunda yaparak günahı alenen ifa eden her fert, o insanlardan tek tek helallik dilemek zorundadır. Ve öbür âlemde bunun hesabını vermek imkânsızdır...

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (www.marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Hack Forum Hacker Forum Hack Forumu Warez Forumu Hacker Sitesi Hacking Forum illegal forum illegal forum sitesi warez scriptler nulled forum crack forumu hacking forumu illegal hack forumu hacking forums