- 17.03.2014 00:00
Hemen baştan söyleyeyim ki röportaj teklifi Fethullah Gülen Hocaefendi’den gelmedi; bizden gitti. “Bizden” diyorum çünkü mülakat talebi bir kişiyle, bin kişiyle sınırlı değil, vicdanlardan yükselen bir arzuydu.
BBC’deki geniş röportajı saymazsak, Hocaefendi uzun bir zamandan beri sessiz kalmayı tercih etmişti. Oysa her gün meydanlarda zehir zemberek laflar edilmiş, insaf ve vicdana sığmayan ithamlarda bulunulmuştu. Hezeyan dolu lafların muhatabı olan Hocaefendi, seviyenin dibe vurduğu o noktada sustu. Susması bir bakıma normaldi; zira Hocaefendi’nin nezaketi, edebi, terbiyesi meydanlarda sarf edilen yakışıksız laf kalabalığına cevap vermeye müsait değildi. Ancak her hakaretamiz laf, milyonlarca insanın yüreğini dağlıyor, Hocaefendi’nin “sükutun çığlıkları”na sığınması, insanlardaki infiali daha da artırıyordu.
Tam bu aşamada Hocaefendi’ye mülakat talebini arz etmiş olduk. Bu arzunun ma’şeri vicdanın sesi olduğunu söylemeyi de ihmal etmedik. Vicdanlardan yükselen sese “Hayır” demedi ve bu röportaj ortaya çıktı. Hazırlıkları bitirip Pensilvanya’ya ulaştığımızda Hocaefendi’nin duruşuna bizzat şahit olmanın merakı ve heyecanı içindeydik. Onca anlamsız ve insafsız saldırıya kim maruz kalsa ciddi bir sarsıntı yaşardı. Ne var ki karşımızda Türkiye’nin yetiştirdiği en değerli ilim ve fikir adamlarından biri vardı ve her dönemde mezalime maruz kalmıştı. Bütün despotlar, darbeciler, baskıcılar Hocaefendi’nin bağımsız davranışından rahatsız olmuştu. Mahzundu, kederliydi ama mehip duruşunda bir milim değişim yoktu. Belli ki yakışıksız laflardan incinmişti; ama o burkuntu zerre miktar ümitsizliğe dönüşmemiş; tam aksine zifiri karanlığın akabinde doğacak bir güneş için dua ediyordu.
Yorum Yap