- 29.03.2012 00:00
Soru: Sevgili Sivilay Abla; Geçen hafta sizin duyurmuş olduğunuz Köpek Konferansı’na gittim. Konuşmalar çok iyiydi ama bir hayvanseverin köpeği ile konferansı dinlemesine izin verilmedi. Bir hayvansever olarak bu durumu kınadığımı belirtmek isterim. Bir köpeğin yanı sahibinin yanıdır. Köpeği sahibinden ayırmak Hayvan Partisi’ne yakışmadı. Sevgiler. (İzgi Görgün)
Cevap: Sevgili İzgi; Bu hafta anlatmak istediğim her konuya değinebileceğim bir soru göndermişsin. Teşekkürler.
Sondan başlayalım. Sahiplik ilişkisi mal ile insan arasında olur. Bir insan kendisini “köpeğin sahibi” olarak tanımlıyorsa köpeği “mal” hükmünde görüyor demektir. Kimse çocuğuna ben bunun sahibiyim demez. Ya da bir çocuğa senin sahibin kim diye sorulmaz. Ancak “bu ayakkabının sahibi kim” diye bir soruyu gayet tabii sorabilirsin. Ya da havaalanında “sahipsiz valizler imha edilecektir” anonsu duyabilirsin. Bu durumda adamın köpeğini, adamın ayakkabısından ve valizinden ayıran nedir?
Mevcut hukuk sistemi, hayvanı “mal” olarak gördüğü için sokak köşesinde tekmeleyerek kedi öldürmek; belediye bankına çakı ile kalp çizmekle eşdeğer şekilde cezalandırılıyor. Biz bu yasal düzenlemeyi değiştirmeye çalışırken hayvanseverlerin kendilerini “sahip” olarak görmesi büyük bir çelişki.
Hayvanseverlerin düştüğü bir diğer büyük çelişki ise hayvanlarını insanlaştırmaları. İnsanlaştırdıkça değerli, cins, özel oldukları konusunda oluşmuş değer yargıları. Bir bahar günü köpeğinin kapalı bir salonda “sahibinin dizlerinin dibinde” uslu uslu oturup yedi saat panel dinlemesini talep etmek, köpeğin bundan memnun olacağını sanmak bu faraziyenin en somut hali.
Sibirya kurdunu yazları otuz beş derece sıcak geçen İstanbul’un bir apartman katında mutlu sanmak, sentetik halının patiler için topraktan daha iyi olduğunu sanmak, avlanmaya bayılan kedilerin kuru mamayla ziyafet çektiğini düşünmek, hayvanlara kazak, pabuç giydirmek, kafa tüylerine fön çektirip toka takmak da aynı ahmak insan bakışının ürünü hayvanseverlik gösterileri.
Bir de hayvanseverler sayılırken kendini nimetten sayan kuş ve balık meraklıları var. Kim bunlar? Kafeste kanarya, muhabbetkuşu besleyenler, bu kuşların doğal ortamda varlıklarını sürdüremeyeceğini iddia edip evrimi de ve yaratılış teorisini de altüst edenler. Kuş ve balık besledikleri için bu alanda bir sektör oluşmasına imkân verenler. O kuşların tropikal ormanlardan, o balıkların egzotik göllerden yakalanıp kutular içinde yarı baygın binlerce kilometre taşınmasına neden olanlar.
Peki, bunlar mı daha hayvansever yoksa benim eve temizliğe gelen ve evde yakaladığı örümceği çöpe ya da lavaboya değil pencereden aşağı atan Hatice mi? Keşke örümceğe ve kanaryaya bu soruyu sorabilsek. Hangi sevgiyi tercih edeceklerini öğrenebilsek.
Bu bakış açısının zirve yaptığı an “Yetenek Sizsiniz” yarışmasının finaliydi. Tüm Türkiye ittifak etti ve horon gibi, amuda kalkmak gibi basit insan hareketleri yapan köpeği en yeteneklimiz olarak seçti.
O köpeğe hayranlık duymak için amuda kalkmasını, horon tepmesini beklemek niye? Onun burnuyla alabildiği kokuyu yüz bin insan birleşse alamaz. Onun duyabildiği sesleri duymak için çok pahalı ve hassas cihazlara ihtiyaç duyarız. Deprem erken uyarı sistemi hâlâ bulunamadı ama o köpekte bebekliğinden bu yana mevcut.
Hadi bir değişiklik yapalım. Hayvanları hayvan oldukları için sevelim. Hayvanlara kendi yaşam biçimimizi dayatmayalım.
-
Toplumsal Onarım ve Siyasal Rehabilitasyon
Anabilim Dalı Başkanı, Ruh ve Sivil
Hastalıkları Mütehassısı
Yorum Yap