- 16.02.2012 00:00
Geçen gün bir üniversitede çocuklara yönelik düzenlenen bir kamp programının resim sergisini gezdim. Yaşları beş ile on iki arasında değişen çocukların yaptıkları resimleri birbirinden çirkindi.
Çocukluk; insan ömrünün en heyecanlı, en enerjik, hayal gücü en yüksek olması gereken biyolojik evresiyken, bu çocuklar bu kadar kötü resimler çizmeyi nasıl başarıyorlar, aklım almadı. Bir kere bütün resimlerde bina var. İyimser olmak gerekirse çocuklar daha bu yaşta Maslow’un ihtiyaç sıralamasını tutturmuşlar. Barınma ihtiyacına resimlerinde müstesna bir yer ayırmışlar. Hayır, son zamanlarda konut üreten müteahhitler çok kazanıyor, ondan mı bu konut düşkünlüğü diye düşündüm ancak bu resimlerin benim çocukluğumda da böyle çizildiğini hatırladım. Taze dimağlardaki bu ev düşkünlüğünü “Orta Asya’dan göçtük”, “Osmanlı çadırlarda kuruldu” gibi ev hasreti oluşturacak iğdiş eden tarih bilgilerinin de payı büyük olmalı.
Resimlerde tabii sadece çatılı binalar yok. Haliyle insan da var. Ayrık duran bacaklarının arasından neredeyse kamyon geçecek kadınlar. Dikdörtgen gövdeli erkekler ve korkuluktan hallice çocuklar. Ve mutlaka yol.
Resimdeki her nesne reel. Her renk gerçeğine uyun.
Peki! Hayal gücünde fırtınalar kopan bir çocuğa her daim ev, yeşil ağaç, mavi gökyüzü çizdiren nedir? Gerçekliğe bu övgünün kaynağı nedir?
Bir insan yedisinde neyse yetmişinde de aynıdır diye pek hikmetli bir söz söylemiş atalarımız. Yedisinde hayal kuramayan on yedisinde de kuramaz, yirmi yedisinde de kuramaz, kırk yedisinde de kuramaz.
Yeni yıl öncesi televizyoncuların sokak röportajlarında insanlara sorduğu “Milli Piyango’nun yılbaşı ikramiyesi size çıkarsa ne yaparsınız” sorularına verilen cevapları bir düşünelim. Soruya cevap veren insanların yüzde 99’u “bir ev, bir araba alırım” der. Çeyreği kadarı da ev-arabanın yanına “bir de dünya turuna çıkarım” diye ekler. Ev nasıl burada da karşımıza çıktı gördünüz mü? Ee, ne de olsa çocukluk travmamız.
En absürd hayaller kurma fırsatında bile bir insanı bu kadar reel düşünmeye mecbur hissettiren nedir?
Tabii ki bu kuraklık genetik değil öğrenilmiş. Okullarda okutulmuş. Anaokulundan itibaren aşırı doz doktrinasyondan beyinler dumur olmuş. Rejimin “bu halkın hayal kurmasına izin verirsen ya davulcuya varır ya zurnacıya” itikadıyla hayal kurmak ikinci bir emre kadar yasaklanmış. Ya da en fazla “Atatürk bugün yaşasaydı” sınırlarına kadar tasmalar gevşetilmiş. Haliyle, çikolata paketi üzerinde gördüğünde bile “hıh! Mor inek mi olur! Saçmalık” dedirtecek hale gelinmiş.
Parti, cemaati dövebilir mi?
MİT kriziyle birlikte AK Parti ile Gülen cemaati arasında yüzyılın savaşı çıktığı söyleniyor. Mehmet Uzun’un dillendirdiği “her ağacın kurdu kendindendir” sözünde yatan hikmet, Fenerbahçe Orduevi’nden Basın-Ekspres yoluna pek çok kesimi sevince gark etmiş durumda. “Bu irticacıları biz deviremedik, kendi kurtları devirecek” ‘party’lerinde eğlence sabaha kadar hız kesmeden sürüyor.
Peki, böyle bir kavgada parti cemaati dövebilir mi?
Hayır, çünkü “Allah çalışana verir” prensibine aykırı.
Parti bir şehre gider. En kalabalık meydanında, salonunda insanları toplar. İki saat konuşur ve bir oylarını ister. Cemaat bir şehre gider, orada kalır. Her bir insanla tek tek konuşur. Sonra tekrar konuşur ve tekrar konuşur. Evine gider, dükkânına gider, evine çağırır. Ondan kalbini ister, zamanını ister, çocuğunu ister, parasını ister.
Allah var. Bu iki çalışma denk mi? Partinin cemaati dövmesi ilahi adalete sığar mı?
-
Toplumsal Onarım ve Siyasal Rehabilitasyon
Anabilim Dalı Başkanı, Ruh ve Sivil
Hastalıkları Mütehassısı
Yorum Yap