- 24.01.2013 00:00
Soru: Sevgili Sivilay Abla; fanatik bir Muhteşem Yüzyıl izleyicisiyim. Aslında Hürremciyim. Doğal olarak Pargalı İbrahim’i sevmiyorum ama boğdurulması sahnesi ve onun öncesinde çocukluğuna ait görüntüler beni çok etkiledi. İçimden İbrahim Paşa’nın yasını tutmak geldi. Ne yapsam ne yapsam diye düşünürken aklıma helva kavurup apartman komşularıma dağıtmak geldi. Hem sabahın köründe asansörde zar zor günaydın diyebiliyoruz birbirimize. Muhabbet etmek için bir vesile olur dedim ve bol iç fıstıklı ve halis köy tereyağı ile enfes bir helva kavurdum. Kapısını çaldıklarımın kimi alay etti, kimi cenazede helva dağıtma kültürümüze hakaret ettiğimi ima edip azarladı.
Toplumsal Onarım ve Siyasal Rehabilitasyon Ana Bilim Dalı başkanı olarak bu olaya ne diyorsun? Ben mi kaçığım yoksa komşularım mı odun? (Beyza K.)
Cevap: Sevgili Beyza; öncelikle dizide ölen arkasından helva dağıtıp deli muamelesi gören ilk sen değilsin. Kurtlar Vadisi’nin çeyrek asır önce çekilmiş bölümlerinde oynayan ancak Polat Alemdar’ı gölgede bıraktığı için senaristin hain kurşunlarına kurban giden Çakır’ın gıyabi cenaze namazını kılanlar bugün bile alay konusu.
Bizim toplumun sapık gibi bir gerçeklik saplantısı var. Her saplantı bir hastalıktır ve tabii ki her psikologun yapacağı gibi hastanın çocukluğuna inmemiz gerekmektedir.
Çocukluğumuza indiğimizde menfur bir şarkı ile karşılaşırız. Ankara’nın dişlek şanslı veletlerinden oluşan TRT Çocuk Korosu’nun, ürküten hayalet tonlamasıyla başladığı “seeeen hiiiiç gör-dün-mü, üüçç kulaklı bir adam” ve gülüşmelerin ardından neşeli ve alaycı bir üslupla “olur mu hiç üç kulak dön de ayanaya bak heyyy!” diyerek devam ettikleri “Üç Kulak” şarkısı.
Bu bir çocuk şarkısı değil, adeta bir ulusun hayal gücüne indirilmiş Dexter satırı. Üç kulaklı adam mı olurmuş, dizide boğdurulan Pargalı için gönlünden helva kavurup komşularına dağıtmak da ne oluyor? Dön de aynaya bak heyy!
O değil de, canım çok helva çekti.
Salça ve matkap
Geçen gün radyo dinliyorum. Şarkılar arasında pratik ev bilgileri veriliyordu. Gümüşlerimizi parlatmak için salça dolu bir kavanoza batırıp bekletmemiz, daha sonra da eski bir diş fırçasıyla aralara giren salçaları temizlememiz yeterliymiş.
İyi de niye? Marketlerde gümüş parlatıcısı satılıyor. Hemen hemen de salça fiyatına. Üstelik aralara girmiş salçalardan kurtulmak için çatalların dişlerini fırçalamaya da lüzum yok.
Pratik ev bilgileri, yuvalarımızı birer kimya laboratuarına çevirecek zenginlikte. Salça ile gümüş parlatabildiğini gören ev hanımı sirke ile kimyasal bomba yapabilecek özgüvene sahip olur, MacGyver’ı da yanına çırak diye alır.
Bu kadının bir de erkek tipi var ki: Yapı marketinden matkap seti alırlar, seksen beş uçlu, darbelisinden.
Neymiş? Evde bir tablo asılacağı zaman duvara delik açacakmış. Hadi İsveç’te el emeği çok pahalı. Onları anlıyorum. Bizde öyle mi? Ustayı çağırıyorsun. 25 TL’ye duvarlarını istersen çivi yatağına çeviriyor.
Salça yemek yapmak içindir. Gümüşler gümüş parlatıcısıyla parlatılır. Matkapla duvarı delmek bir iştir. Usta çağırılır. Her matkabı olan usta değildir. Division of Labor arkadaşlar.
***
Toplumsal Onarım ve Siyasal Rehabilitasyon
Anabilim Dalı Başkanı, Ruh ve Sivil
Hastalıkları Mütehassısı
Yorum Yap