- 28.04.2012 00:00
ay canına bu sefer CHP mi haklı çıkacak yoksa, diye düşündüm Hüseyin Çelik’i dinleyince.
TRT Haber’de 27 Nisan e-muhtırası hakkında suallere cevap veriyordu AKP’nin basın sözcüsü Çelik.
Dinleyince anladık ki e-muhtıra aslında e-muhtıra değilmiş.
27 Nisan bildirisini yazdığını bizzat açıklayan zamanın Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt bir gün kendisine, “Sayın Bakan” demiş, “o bir muhtıra değil. TSK’nın hassasiyetleri yansıtan bir açıklama. Kimin üzerine alındığı bizi alakadar etmez”.
Çelik de diyor ki, “Madem Sayın Büyük anıt böyle diyor, beyan esastır onu esas alıyorum”.
Şahane bir izah. Demek ki bundan sonra etkili ve yetkili makamlarda bulunanların konumlarına, ellerinde bulunan güce, yaptıklarının neticelerine filan bakmadan sadece beyanlarını esas alacağız, öyle hemen de üzerimize alınmayacağız.
Yazan komutan “muhtıra değil” mi dedi, tamamdır o artık bir açıklama, hatta daha doğrusu e-beyancanım.
O e-beyan ile siyasete ve Anayasa Mahkeme’sine yani Cumhurbaşkanlığı seçimine müdahale edilmiş ne gam...
Varsa yoksa beyan.
O zaman 27 Nisan 2007’de verilen e-beyanı da biraz hatırlayalım:
“Ne mutlu Türküm diyene anlayışına karşı çıkan herkes Türkiye Cumhuriyeti’nin düşmanıdır ve öyle kalacaktır”, “TSK bu tartışmalarda taraftır ve laikliğin kesin savunucusudur (...) Gerektiğinde tavrını ve davranışlarını açık ve net bir şekilde ortaya koyacaktır, bundan kimsenin şüphesinin olmaması gerekir”, “TSK, bu niteliklerin korunması için kendisine kanunlarla verilmiş olan açık görevleri eksiksiz yerine getirme konusundaki sarsılmaz kararlığını muhafaza etmektedir.”
Ama anlaşılan AKP bu beyanları esas almaya pek teşne değil.
Bu nedenle, CHP bu sefer haklı mı çıkacak acaba, diye düşündüm.
Şimdiye kadar darbelerle ilgili olarak iktidara “hesaplaşamaz ki” diye tutturan ve sürekli gol yiyen CHP’nin bu sefer haklı çıkması olası.
Her ne kadar Kılıçdaroğlu 27 Nisan sürecinde olayların akışını tersten okuyarak emsali olmayan bir teoriye imza atmış olsa da... İlkokul öğretmenimizin mevsimleri sırasıyla ezberlettiği fişleri (ilkbahar/ yaz / sonbahar /kış) metafor olarak kullanarak Kılıçdaroğlu’nun nasıl bir tersten okuma yaptığını hatırlayalım: Dolmabahçe buluşmasında muhtıra anlaşması / e-muhtıra verilmesi / AKP’nin direnişi / seçimde oy patlaması yapması.
Yani neymiş? Kılıçdaroğlu’na göre yaz mevsimi ilkbahardan önce geliyormuş. Üstelik kendisini “ama önce muhtıra verildi sonra Dolmabahçe görüşmesi yapıldı” diye uyaran gazetecilere de “olsun, ben öyle düşünüyorum” gibi yeryüzünün en naif cevabını vermiş. Yine de CHP bu kez haklı çıkabilirmiş. Çünkü “beyan esasmış” arkadaşlar!
Devlet sevgisi - insan sevgisi
Son günlerde iki vakaya fena halde takıldım.
1) Mehmet Ağar’ın, cezaevine girmesi törenleri sırasındaki açıklaması.
2) Bursa Emniyet Müdürü’nün parkta takılan sevgililer nedeniyle “kanının donması”.
Ağar vakası: Özel cezaevi aranmasına, cezaevinde kalan tüm mahkûmların yollanıp tüm personelin değiştirilmesine, Korkut Eken’in önden gidip jandarmadan içtima almasına, onun için cezaevinin memurluk düzeyinden müdürlük düzeyine çıkarılıp bir müdür atanmasına, cezaevinin teftişe hazırlanır misali gıcır yapılmasına filan takılmadım. Ağar’ın söylediği ve samimi olduğunu bildiğim bir söze fena halde takıldım ama. “Bunu da bir devlet görevi olarak görüyorum” dedi ya Ağar işte ona. Çünkü bu asla anlayamayacağım, anlamak istemediğim bir “devlet sevgisi” türü. Kimin devleti nasıl seveceği kimseyi ilgilendirmez ama seven şahsiyet, zamanında elinde devletin geniş yetkilerini bulunduran biriyse işler değişiyor. Çünkü cezaevine girmeyi de bir devlet görevi olarak gören zihniyet, aynı “sevgi türü” neticesinde kendi deyimiyle “bin operasyon”a imza atıp bir sürü hayatı karartabiliyor.
Parktaki sevgililer vakası: Mevzu gene “sevgi” ama bu kez seven de sevilen de insan kıymetli okur. Bursa Emniyet Müdürü Ali Osman Kahya kendisinin de sık sık geçtiği bir parkta takılan sevgililerden dertli. “Her ağacın altında bir çift var, yatak odası gibi davranıyorlar. Bu kanıma dokunuyor” demiş. Çiftlerin parktaki banklara ortopedik çift kişilik yatak muamelesi yaptıklarını sanmıyorum ama hadi öyle diyelim, bir parkta iki sevgili en fazla ne yapabilir ki? Hem de polis müdürünün deyişiyle her ağacın altında bir başka çift varken. En korkuncu da iki insanın birbirini sevmesi bir başkasının nasıl kanına dokunur? Müdür beyin donan kanının çözülmesi için, Beatles’ın All You Need is Loveşarkısını polis radyosundan 100 kere istek parça yapmasını öneriyorum.
Yorum Yap