- 8.10.2011 00:00
Bu yazı matkap ve çekiç seslerinin fonunda, marangozlara hangi mobilyanın nereye kurulacağını göstererek ve “Bu nereye konacak abi” sorusuna cevap verebilmek için sık sık kesintiye uğrayarak yazılmıştır.
Kısaca taşınıyorum, ne yazacağımı inanın ben de çok merak ediyorum, fazlaca kişisel olur ve sürçülisan edersem hakkınızı helal edin demek istiyorum.
Başlayalım bakalım...
Ustalar baskın basanındır deyip öğlen yerine ibibikler öter ötmez eve geldiğinde Steve Jobs’un hayalbaz manifestosunu ezber edecek kadar günlük gazeteyi devirmiştim.
Evde tek başınaydım, telefonumu kapatmıştım.
Yani her şey birkaç saat kapanıp bir şeyler karalamama müsaitti.
O esnada kapı çaldı.
Normal Türkçe bir zırrr sesi çıktı zilden (meğer kendisiyle henüz yeni müşerref olduğum için anlamamışım, aslında arkadaş acı acı çalmış).
Jobs’un öğüdüne uyup sezgilerimi dinlemeye karar verdim.
Kapıyı açtım. Ve bizim çekmeceli dolapla burun buruna geldim.
Sonra dolabın altında ezilmekte olan biri, birtakım sesler çıkardı.
Kenara çekilip kapıyı iyice açtım.
Böylece peş peşe masa, sandalyeler, raflar ve bilumum eşyamız önümden geçit resmine başladı.
Sonrası bildiğiniz taşınma gerilimi üstüne yazı yazamamaktan mütevellit sinir krizi vaziyeti. Planlandığı gibi İki üç saat sonra olsa gayet normal ölçülerde acıtacak bir vakanın benim için kişisel felakete dönüşmesi ve o anda bunu yeryüzünde anlayabilecek kimsenin bulunmaması.
Mesela evin diğer şahsiyetine telefon edip diyorum ki, “Yahu ustalar erkenden geldi ben nasıl çalışacağım şimdi?”
“Neyin nereye konacağını göster onlar yaparlar, sen devam et çalışmaya” gibi onun için son derece doğal bir cevap geliyor.
Tamam, ben de biliyorum hayatın manasını açıklayacak yazılar yazmadığımı.
Ama bırak gazete yazısını, manitana aldığın çiçeğin kartına iki satır güzel laf yazacak olsan konsantrasyonunu bozmayacak bir ortam gerekir.
İki dakika önce “Şunun ucundan tutuver be abi” diyen ustaya yardım bâbında büfe omuzlayıp, unutkan marangoz için evde yıldız uçlu tornavida, kerpeten arayıp iki dakika sonra da yüksek fikirlerini döktüremez ki adam.
Bunu, yani insanların yazı-çizi işlerini ciddiye almadıklarını, daha doğrusu işten saymadıklarını daha evvel de farklı misallerle yaşadım.
Yazın tatil yerindeki evde küçük bir çalışma masam vardı.
Masa, ev pek küçük olduğu için mecburen salonun bir köşesinde duruyordu.
Yaz boyunca, salondaki açılan kanepede yatan tüm misafir tayfası, üstünde kitaplarımın, kalemlerimin, defterlerimin filan bulunduğu o çalışma masasına vestiyer muamelesi çekti.
Pantolonlar, tişörtler, makyaj çantaları, saatler ve ceplerden çıkan tüm ıvır kıvır o masanın üstüne kondu; gömlekler onun sandalyesine asıldı.
Bazen (sık sık diye tashih edeyim) söylenirdim, “Ben de sizin işyerinize gelip pantolonumu, gömleğimi, tıraş bıçağımı masanıza koyacağım o zaman ne hissettiğimi anlarsınız” diye.
Kimse beni ciddiye almadı ama kış geldi İstanbul’a döndüm ve eylemlerime başlamakta kararlıyım...
Her neyse, sanırım memleket insanı birinin masa başına oturup bir şeyler yazmasını işten sayacak kadar ciddiye almıyor.
Gönül rahatlığıyla, buruşmasın diye pantolonunu çalışma masana boydan boya yayıyor, çünkü yaptığın şeyi hayali buluyor.
Her şeyin biraz geç geldiği memleketimize Steve Jobs ruhu bir hayalbazlık ne zaman gelir bilinmez.
Çünkü aynı zamanda devlet marifetiyle yasaklanmış, temel bir politika bu memlekette hayal kurmak.
Biraz önce internette okuduğum bir haber günün mana ve önemine gayet uygun bu açıdan.
Bir lisede öğrenciler Che’nin bilmem kaçıncı ölüm yıldönümü nedeniyle anma düzenleyip, okulun üst katlarından Che silueti ile “Gerçekçi ol, imkânsızı iste” yazılı bir pankart sarkıtmışlar.
Tabii polis de ânında öğrencilere cop ve biber gazı sarkıtmış, çocukları gözaltına almış.
Dünyayı hayalleriyle değiştiren bir hayalbazın fikirlerini ezber ettiğimiz bir günde, zamanında dünyayı değiştirmiş bir başka hayalbazı andığı için liseli öğrencilerin polisten dayak yediği bir memleket burası işte...
Kıymetli okurlar! Böyle olsun istemezdim ama yazıyı acil bitirmem gerekiyor.
Çünkü dışarıdan gelen seslere göre şu anda çalışma masam eve taşınıyor ve büyüklüğünden yola çıkarak onun ancak bir masa tenisi masası olabileceğine karar vermiş olan bir usta diğerine şöyle sesleniyor:
“Getirin o pinpon masasını bahçeye kuralım...”
Ben ustalara dalmaya gidiyorum, şans dileyin!
Yorum Yap