- 22.08.2011 00:00
Bir soru sormuştum cumartesi günkü yazımda, “PKK savaşa yol açacağını bile bile şiddeti neden tırmandırdı?” diye.
Ve bu sorunun gerçek cevabını güzide yorumcularımızın yorumlarında bulamadığımı söylemiştim.
Söveniyle, seveniyle, adabıyla eleştireniyle bir ton civarında e-posta geldi (sevenlere selam, sövenlere aynen iade olsun).
Adabıyla eleştirenlerin kahir ekseriyeti demiş ki, “Sorunun cevabı pekâlâ birçok yorumda var, neden beğenmiyorsun?”
Cevap veriyorum:
Biiir... Meselem “beğenmek” değil “gerçek” cevabı arıyorum.
İkiii... Pek stratejik ve müthiş derin analizler kılığına bürünmüş o yorumlarda “PKK bunu niye yaptı?” sorusunun cevabı yok. Çünkü yorumların bir kısmı “unutmak hastalığından”, bir kısmı da “körlük” denen illetten muzdarip.
Ve o soruyu farklı gerekçelerle açıklarmış gibi yapsalar da, aslında otomatik pilota bağlanmış vaziyette varmak istedikleri tek bir yer var: “Seçimler yapılmış, vesayet rejimi son darbeyi de yemişti. BDP güçlü biçimde Meclis’e girmişti ve AKP yeni Anayasayı hazırlayarak Kürt meselesinde büyük adımlar atacaktı.”
Eeee, sonra...
“Yani, her şey şahaneydi, barıştan önceki son virajı alıyorduk.”
Bak sen, sonra ne oldu?
“Sonra PKK durduk yerde şiddet eylemlerine başladı ve barışı sabote etti.”
Bunu yaza yaza, söyleye söyleye kafamıza kazıdılar. Peki işin aslı öyle mi?
Bence hayır. Tıpkı büyük Türk komiseri Behzat Ç’yi yaratan yazarın kitabının adı gibi “Her temas iz bırakır” kıymetli okur ve son aylarda da aynen öyle oldu.
Devletin de, iktidarın da, bizim de yaptığımız her hareket, her temasımız Kürtlerde iz bıraktı.
Zihinlerden silinmeyen eski izlerimizin üzerine eklenmeye devam ettiler.
Seçimlerden önce başlayıp ateşkese rağmen süren operasyonları, bunlarda 50’ye yakın Kürt ailesinin çocuklarını kaybetmesini ( Yani sizin anlayacağınız, “50 teröristin öldüğü bildirildi” vaziyetini), sinek kakası kadar haber olan her hafta düzinelerce KCK’lının tutuklanması gibi temasları yazmamın bir manası var mı bilmiyorum.
Hadi bunların hepsine bir kulp uydurdunuz diyelim.
İyi de daha dün, peş peşe iki Kürtçe şarkı söyledi diye bir sanatçıya İstanbul’un ortasında sahneyi dar ettik yahu biz. Bilmem bu size yeterince temas eden bir hatırlatma oldu mu?
Yani ortam biz Türklerin görmek istediği gibi hiç de öyle güllük gülistanlık değildi.
Şimdi diyeceksiniz ki iyi de Öcalan’la müzakereler sürüyor, Barış Konseyi’nden filan söz ediliyordu.
Tamam öyleydi, ama bilmem hatırlayan kaldı mı, Silvan saldırısından önce Öcalan Kürtlerin varlığının yeni anayasada yer alacağı güvencesi verilirse sorunu bir haftada çözeceğini garanti etmişti.
Yani bir haftada PKK’nın silahlı güçleri sınır dışına çıkacak, böylece çatışma ihtimali bitecekti.
Peki AKP hükümeti müzakere yürüttüğü Öcalan’a bir cevap verdi mi? Niye vermedi diye soran kaç kişi oldu?
Müzakere masasına tabağında referandum üzeri seçim zaferiyle oturan AKP, tabağındakileri iştahla yerken neden Kürtlere bu yemekten onların da karnının doyacağı güvencesini, hissini vermedi.
Niye aylarca hiçbir adım atmadı, ya da en azından atacağı adımları bir programla açıklamadı?
Derdim PKK’yı temize çekmek değil, buna zaten kolay kolay benim de, kimsenin de kalemi yetmez.
PKK’nın yeryüzünün barışa en meraklı örgütü olmadığı da malum. Ki 30 senedir silahlı mücadele veren bir yapıdan bunu beklemek benim için bile saflık olur.
Ama eğer bir gün, şimdi uzaklardasın diye hüzünlendiğimiz barışa ulaşmak gibi bir derdimiz varsa, önce gerçekleri ıskalamaktan vazgeçmemiz lazım.
En mühim gerçek de şu: Karşımızda senelerdir yok sayılan bir halk ve onların çocuklarından oluşan silahlı bir örgüt var. Ve bizim iki gün konuşup unuttuğumuz o temaslar onlarda derin izler bırakıyor.
Senelerdir aynı kısır döngüde debeleniyoruz. PKK’nın eylemlerinin başladığı 1984’den beri 300’den fazla MGK toplantısı yapılmış. Binlerce kez “Terörle bir yere varılmaz” açıklaması duymuşuz.
Ve maalesef binlerce ölü verdikten sonra artık biliyoruz ki, savaşla da bir yere varılmıyor.
“Kürt sorunu nasıl çözülmez?” sorusunu, savaş boyalarını en hızlı süren kalemşorlar bile artık içten içe “savaşarak çözülmez” diye cevaplıyor.
Peki nasıl çözülür?
Bugüne kadar yapılmayanı yaparak, denenmeyeni deneyerek herhalde.
Biz gerçekleri ıskalaya duralım, gerçekler yeni Atletico Madridli Arda Turan’ın ayağına tam oturmuş.
O da voleyi yapıştırıp, Türk ve Kürt halkına barış çağrısı yapmış.
Artık önümüzdeki savaşlara bakmayalım diye.
Yorum Yap