- 19.06.2013 00:00
16 Haziran pazar günü “eş durumundan” eylemci oldum.
Daha doğrusu hayat arkadaşımı kollamak için elim mahkum yollara düştüm diyelim.
Gezi Parkı’na verilen baskını, işlenen insanlık suçlarını gece boyunca izlemenin yarattığı akşamdan kalmalıkla sabah uyanmıştım.
Oğuz Atay’ın kulakları çınlasın, malum küçük burjuvanın pazar ayini üç kısma ayrılır: Pazar gazetesi, büyük kahvaltı ve akşamüstü kime gidelim sıkıntısı.
Gazete ve büyük kahvaltı tamamdı, anlaşılan kime gidelim sıkıntısı ise kesinlikle çekmeyecektik.
Çünkü karşımda “Yeter artık a dostlar, tutmayın beni kendimi meydanlara atıcam” diyen bir kadın vardı.
Gezi ruhunu tarumar eden şiddet yanlısı grupları, sokakların tehlikeli olduğunu gerekçe gösterip muhalefet etme teşebbüsüm nakıs kaldı.
Arkadaş çoktan sosyal medyadan randevuyu almıştı bile ve bana da tebliğ etti: “Taksim Dayanışması saat 16.00’da buluşuyor. Al sana gezi ruhu! Ben gidiyorum…”
Böylece yola düştük.
Pazar günü bütün öğleden sonrayı, Beşiktaş’ta buluşup Akaretler üzerinden Teşvikiye’ye yürüye(bile)n gezi direnişçilerinin arasında geçirdim.
Pazar günü Nişantaşı’nda ne oldu?
Soluduğum gaz, yaşadığım asap bozukluğu gibi küçük ayrıntıları bir kenara koyarsak galiba iyi de oldu.
Çünkü cumartesi akşamı parkın hoyratça dağıtılmasından sonra verilen en barışçıl, en manalı tepkiyi bizzat gözlemlemiş oldum.
Şimdi bu protestoyla ilgili, olan biteni majestelerinin medyasından izleyen veya en iyi ihtimalle Nişantaşı’ndaki evinin penceresinden tanık olanların kuşbakışı yorumlarını okuyorum.
Ve bunlardaki vahim eksikleri tashih etmek adına, kayıtlara geçsin diye yazıyorum.
16 haziran pazar günü yapılan protestoda neler gördüm:
1 ) Gezi Parkı’nda savunmasız insanlara bütün gücüyle saldıran devlete karşı öfkeyle toplanan çoğu kadın yaklaşık dört-beş bin genç gördüm.
2 ) Bu öfkeyi şiddetli bir tepkiye dönüştürmek isteyen 10-15 kişiye rağmen, öfkelerini Gezi’nin yenilmez armadası orantısız mizaha dönüştürmeyi tercih eden kahir ekseriyeti gördüm.
3 ) Akaretler’den Teşvikiye’deki polis karakolunun önüne kadar slogan atmak dışında en ufak bir taşkınlık yapmadan yürüyen bir kitle gördüm.
4 ) Gezi ruhunu kirletmeye teşne olanları susturup, eylemi eğlenceye çevirenleri gördüm.
5 ) “Arkaik bakış”lar gördüm; “Faşizme karşı omuz omuza” sloganı atanlara bakan gençlerin gözlerinde.
6 ) Balkonlardan, pencerelerden açılan kalpaklı Atatürk’lü bayrakları ve eylemcilerin aşağı yukarı yarısı gibi bir oranda onları alkışladığını gördüm.
7 ) Teşvikiye karakolunun önüne kadar güle oynaya gelindiğini ve orada birden gaz atılmaya başlandığını gördüm. O gazın sadece eylemcileri dağıtmak için atılmadığını, insanlar geriye doğru kaçışırken özellikle kaçış yönlerine de gaz atıldığını, böylece iki gaz arasında bırakıp olabilecek en büyük hasarın verilmeye çalışıldığını gördüm.
8 ) Tamam, polis kimseyi coplamadı, dövmedi. Buna isteyen sevinebilir. Ama hatırası genzimde çok taze olduğu için söylüyorum: Bin katır mı bin satır mı hesabı bir plebisit yapılsa, eminim ki “milli irade” adamda ölecekmiş hissiyatı yaratan yoğun gaz yemek yerine birkaç fiskeyi tercih etmek yönünde tecelli ederdi.
9) Evet, yoğun gaz atıldı, gördüm. Ekrandan veya balkondan nasıl sayılıyor bilemem ama sadece Teşvikiye caddesinde benim yakın çevreme onlarca gaz bombası düştüğüne tanık oldum.
10 ) İnsanların birazcık temiz hava alabilmek için çekilmeye çalıştıkları Teşvikiye Camii’nin bahçesine bile gaz atıldığını gördüm. Çünkü tam oradaydım ve elinden tutup çekiştirdiğim kadına homur homur söylenmekteydim.
Veee son: Taksim Dayanışması’nın çağrısıyla pazar günü Akaretler-Teşvikiye güzergahında yürüyen protestocular için söylüyorum. Bu grubun en önündekiler de dahil (iki saat boyunca çok yakındım ön tarafa) kesinlikle polise bir şiddet eyleminde bulunulmadı. Polis saldırısı olduktan sonra da… Ama anlaşılan o ki, polis barışçıl eylemcileri dağıtıp kendi kalemi olan şiddet yanlısı küçük gruplarla takılmak istedi. Ortaya öyle bir resmin çıkmasını direnişin bütün kritik aşamalarında devlet çok arzuladı zaten. Cumartesi akşamı yaşanan misal yeterli: Madem derdin Gezi parkı’nı boşaltmak, o halde parkta kimse kalmamış insanlar Divan Oteli’ne sığınmışken neden saatlerce içeri gaz atıyorsun? Var mı bunun bir izahı?
Neyse neyse, uzun lafın kısası Vali Konağı caddesindeki 15-20 “sapancı” ile, barikat kuranlarla bu gençleri aynı kefede göstermek en hafif ifadeyle haksızlık olur.
O gençleri “yenerek” mutlu olamazsınız
Bunlar eylemde gördüğüm vakalardı. Ama çok daha mühim ve tehlikeli bir şey daha gördüm o gün.
Daha önce Gezi Parkı’na yaptığım ziyaretlerde asla bu oranda görmediğim bir şey.
Bütün yaşananlardan sonra memleket ruhen yarılmıştı. Tiyatronun maskları misali memleketin bir yarısı Kazlıçeşme’de gülerken, diğer yarısı Nişantaşı’nda ağlıyordu. Bir yanda “Milli iradeye saygı” mitingi yapılırken diğer yanda Gezi direnişçilerinin şahsında memleketin yüzde 50’si ilaçlanıyordu.
Başta Başbakan Erdoğan olmak üzere AKP’liler eğer Gezi direnişçilerini, sadece hükümeti düşürmek isteyen geleneksel laik kesim olarak teşhis etmeye devam ederse, bu büyük yanılgıyla ağır bir fatura öderiz hep birlikte.
Orada bu memleketin olmazsa olmazı olan orta sınıfa ait üniversiteli bir gençlik var.
Tıpkı bir zamanlar başörtülü olduğu için üniversiteye gidemeyen kızların olmazsa olmaz olması gibi.
O gençleri “yenerek”, buna rağmen mutlu olamaz bu ülke. Başbakan Erdoğan, “Bay yüzde elli” olarak yönetemez, yönetmemeli bu memleketi.
28 Şubat’ta, başörtüsü eylemlerinde birlikte mücadele ettiğimiz vicdanlı Müslümanları buna razı mı?
Razı değillerse ses versinler. Çünkü Başbakan Erdoğan’ı “Bay yüzde 50” olmaktan kurtarmak, bu saatten sonra sadece onların elinde.
KAYNAK
http://kuyerel.org/yazarlarimizYaziGoster.aspx?id=1325&yazarId=128#.UcCQp1qjrIc.gmail
Yorum Yap