- 2.03.2013 00:00
Dün sabah, çalan saate sıkı bir kroşe çakıp uyudum.
Kalkınca baktım ki iş işten geçmiş, işe geç kalmışım...
Aheste aheste çarşıya doğru yürüdüm.
Adı fırın kendisi pastane olan, sürekli gittiğim mekândan içeri daldım.
Garson çocuk tanıyıp selam verdi fakat her yer dolu görünüyordu.
Oturacak bir masa bulup bulamayacağını sormak istedim.
Ancak ağzımdan çıkan kelimeler nedeniyle aramızda şöyle bir muhabbet yaşandı:
Görüşme masası var mı acaba?
“Birazdan kalkanlar olacak abi...”
Olmaz, masadan kalkmamak lazım, sürece güvenmek lazım.
“Bugün oturan kalkmadı valla, bir çay söyleyen iki saat konuşuyor...”
Konuşma tutanakları var mı sende?
“Artık ezberledik biz abi, hep aynı muhabbetler...”
Peki, kim sızdırdı bu konuşmaları?
“Biz servis yaparken her şeyi açık açık duyarız zaten abi...”
Sürecin şeffaf yürümesi önemli ama...
“Evet abi...”
Ama konuşanları da itibarsızlaştırmamak lazım.
“Misal sabah biri geldi abi, nasıl uçuyor bir görsen onu da ben yaptım, bunu da ben yaptım diye sallayıp duruyor...”
Önemli olan söyledikleri değil, içinde yol haritası olan mektuplar, onların içeriğinden söz etti mi?
“Hiç mektup yoktu ortada abi...”
Mektupları açıklamayıp konuşma zabıtlarını sızdırıyorlar tabii. Peki, yanında oturan heyettekiler ne yaptı o konuşurken?
“Yanındakiler dinledi abi... Ama yan masalarda oturanlar bir süre sonra, bunun uçmasına daha fazla tahammül edemeyip kalkıp gittiler...”
2. Oslo projesi bu! Sağduyulu davranıp, boşa çıkarmak lazım.
“Abi valla boşa çıkan masa hâlâ yok...”
Bu tarihî fırsatı kaçırmamak lazım.
“Sen beklemeye kararlı mısın abi?”
Evet evet, barış kararlılığı lazım.
***
Gazetede mesai yapmak böyle bir şey işte.
“Gündem canavarı” adamın kimyasını bozuyor, enikonu ele geçiriyor; konuşmasını bile...
Üstelik ele geçirildiğini anlama şansın da olmuyor.
Sabah işe gelip, hiç dışarı çıkmadan akşama kadar kendi türünden yaratıklarla teşriki mesai yap, eve dön iki lokma bir hırka kıvamında iki saat kanepede takıl, yat uyu ve ertesi gün yine aynı döngü.
Eskiden, şu kadar kelime ile Türkçe konuşuyoruz misali muhabbetler olurdu ya...
İşte bir sabah işe geç kalıp kafayı sokağa sarkıtınca idrak ettim ki, son günlerde gazetede kendi aramızda tamamen “Çözüm süreci Türkçesi”yle konuşmaya başlamışız.
Dolayısıyla kafanın zaten sık sık gitmesine bağışıklık kazandı bünye ama artık ağzımdan çıkanı da kulağım duymuyor.
Üstelik mevzunun uzmanı olan şahsiyetlere bakılırsa henüz yolun başındayız.
Bunun daha sızdırılacak mektupları var, bilmem kaç aşamalı eylem planları var, Kandil’i, Avrupa’sı, geri çekilmesi, silah bırakması, hangi ülkeye gidecekler muhabbeti, vatandaşlık tanımı, yargı paketleri, anadilde eğitimi, paranoyakça provokasyon bekleme faslı var...
Üstelik malum, bir müddetliğine “bütün köşe yazarlarının Öcalan uzmanı olması şenlikleri”dün itibarıyla başlamış bulunmakta.
Onları her okuyuşta garson çocukla ve bakkalla diyalog kurma ihtimalim sıfırlanacak.
Mevzunun uzmanları, “Diyalog ve müzakere çok zor olacak” derken kesinlikle haklı.
Ne yapalım, neticede her şey sürecin selametle ilerlemesi ve başarıya ulaşması için...
Yorum Yap