En büyük medya patronunun dediği olur

  • 15.09.2012 00:00

 Bugünün basın tarihi nasıl yazılacak merak ediyorum.

Bir yanda memlekette yaşanan “savaş hâli” hususunda tamamen susması isteniyor medyanın.

Diğer yanda malum, Başbakan’ı eleştirmesi zaten alenen yasaklandı gazetecilerin.

Hatta bırak eleştirmeyi, Başbakan’a canlı yayında “hakiki soru” sormak bile yürek istiyor artık.

Tabii bir de Başbakan’a yakın kişi ve kurumlar var.

Onları eleştiren de karşısında yine iktidarı buluyor.

Devletin omurgasını oluşturan, Yargı, Emniyet, Genelkurmay, MİT misali bu kurumlar hükümetin şefkatli kollarının koruması altındalar.

Daha düne kadar Kemalist rejimin koruması altında olan aynı kurumlar artık AKP zırhıyla korunuyorlar.

Başbakan yargıya “gerekeni” söylüyor ve BDP’nin kapatılmasını istiyor...

MİT Müsteşarı’nı yedirmemek için yasa çıkartıyor...

Genelkurmay Başkanı’na eleştiri yapılınca “açtırmayın bana dosyalarınızı” diyerek basına dosya altından sopa gösteriyor, şu ifadelerle: “Şimdiye kadar kalkıp askere zerre kadar eleştiri yapamayanlar şimdi niye başladılar? El pençe divan duranlar, niye başladılar? Bu noktada elimizde çok şey var. Dosyalar var. Emir alanları filan iyi biliyoruz. Falan kişiden talimat alıp başlık atanları iyi biliyoruz. Ama bu dosyaları açmak istemiyoruz.”

Başbakan’ın söylediklerinin doğruluğundan, emirle– talimatla başlık atanlar olduğundan nedense hiç şüphe etmiyorum.

Ancak Başbakan’ın “o dosyaları” açmamasının sebebinin de sadece zamanında bu haltı yiyenler değil, bütün basın üzerinde “ulan acaba bizim patron da emirle başlık atanlar arasında var mı” ruh hâli yaratarak “Erdoğan’ın kılıcı” misali sallanması olduğundan eminim.

Dün Kemalist rejimin dokunulmazıydı asker bugün de AKP iktidarının. Askere dokunulduğu an iktidar ve gazetecilerinin salvoları ânında başlıyor.

Bir de acayip “demokrat” gerekçe üretmiş vaziyetteler kendilerine.


“Genelkurmay Başkanı Özel’e demokrat kimliği nedeniyle saldırılıyor”
muş...

Evet, Özel’in Başbakan’ın teşekkürüne mazhar olduğu Uludere katliamını bahane yaptık.

Suriye’de düşen uçağımızı bahane yaptık; hatta ölen pilotlardan birinin babasının “Şehit, ne Genelkurmay’ın ne devletin umurunda” demesi bir bahane.

Şemdinli’de bilmem kaç aydır cephe savaşından hallice sahneler yaşanmasını, her sabah güne“günaydın” demek yerine şehit haberleriyle başlamamızı, Antep’teki patlamayı, Afyon’da cephaneliğin havaya uçmasını, hepsini ama hepsini bahane yaptık.


Yeter ki Genelkurmay Başkanı Özel’in ultra demokrat kimliği yıpransın, yoksa dükkân sizin...

Emniyet de geçmişte olduğu gibi dokunulmazlar arasında.

Biz “İşkenceden mahkûm olan polis terfi etti” dedik, Başbakan derhal koruma zırhını çekti ve gerçekleri alenen çarpıtarak Sedat Selim Ay hakkında mahkûmiyet kararı olmadığını söyleyip onun arkasında durdu. Ve şimdi bizim gazetenin yazarları ve yetkilileri hakkında dava açmış o polis şefi.


Haberi okuyunca kendi kendime, herhalde artık bu mesleği yapmayın diyorlar, dedim.


Eğer bir gazeteci, işkence suçundan mahkûm olmuş bir polisin terfi ettirildiğini yazamayacaksa gazeteci olmasının manası nedir?


Sanırım en doğrusu bu sorunun cevabını uzmanına, yani Başbakan’ın gazetecilerine bırakmak...

Bugünlerin basın tarihi nasıl yazılacak merak ediyorum ama öyle sanıyorum ki o tarihin sayfaları arasında CHP lideri Kılıçdaroğlu’nun bir sözü yer alacak.

Her ne kadar Afyon demeciyle yakalandığı gaf yapma illetinden kurtulamadığı ortaya çıksa da Kılıçdaroğlu mühim bir tesbit yaptı.

Ve “Erdoğan Türkiye’nin en büyük medya patronu” dedi.

Şöyle bir düşündüm de, gerçekten de medya patronlarına neyin yazılıp, neyin yazılmayacağını o söylüyor.

Başbakan’ın gazetecileri bu talimatları aynen uyguluyor.

Başbakan’ın gazetecisi olmayan biri ola ki talimatları ihlal ederse de, neler olduğunu biliyoruz.

Yazdığı gazete Başbakan’ın gazetelerinden ise zaten durumdan vazife çıkartıp onun işine son veriyor (bkz: Yeni Şafak– Ali Akel ve Milat – Ömer Faruk Gergerlioğlu vakaları).

Yazdığı gazete Başbakan’ın gazetelerinden değilse bu kez Başbakan çıkıp alenen o gazetecinin patronuna “Bu adamları köşe yazarı olarak nasıl tutuyorsunuz” diyerek, o ismin kovulmasını istiyor.

Bu hâlde genellikle işini kaybediyor o yazar veya gazeteci (bkz: son örnek Radikal– Yıldırım Türker vakası). Bazen de direkten dönüyor (bkz: Radikal – Cüneyt Özdemir vakası).

Gerçek gazetecilik, yani şu herkese eşit mesafede duran, doğru bildiğini ne olursa olsun yazan türden gazetecilik, her zaman meşakkatli bir işti bu memlekette.

Ama herhalde hiçbir zaman gazetecilerin meslek hayatları, hepsinin birden patronu olan bir “büyük patron”un ağzından çıkacak iki kelimeye bağlı olmamıştı.


[email protected]

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (www.marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.