Utanç yangınları

  • 21.06.2012 00:00

 “Fırat’a giden ömür” başlığıyla bir Urfa hikâyesi yazmıştım yıllar önce. Baraja dönüşen ırmağın altüst ettiği hayatlarda hiç bitmeyen bir yangın oluşuyordu. Irmak baraja dönüşüyor, yeşil tepe otele dönüşsün isteniyor. Bir şeyler başkalaşmaya zorlanırken köhnemiş hapishanenin değişmezliği kimin umurunda! İki adım ötede su, baraj; ancak, mahkûmun ceza fezlekesine bir de sıcaktan kavrulma kaydı düşülmüş.

Birileri mucize bekliyor olmalı. Ateşin İbrahim Peygamber için güle dönüştüğü diyar orası.

Urfa sevdiğim, merak etmeye devam ettiğim şehir. “Fırat’a giden ömür” hikâyesini bir roman olacak şekilde yeniden yazmaya hazırlanıyorum. Barajın altında kalan bir eve, o evde yaşayan insanların hayatına dair ayrıntıları öğrenmek üzere yaz aylarından birini Urfa sıcağında geçirmeyi düşünürken,hapishane yangınının haberini aldım.

Ateş düştüğü yeri yakıyor, sürekli öyle oluyor. Sekiz asker için de yürekler tutuştu bir kez daha. Bütün yangın alanları yüksek duvarlarla çevrili sanki, nihayet ölüm haberleri ulaşıyor. O açıdan bakıldığında hepimiz bir bakıma Borges’in kahramanı darbe kurbanı Salvadores misali, kendi daracık âleminde devlet yıkıp devlet kurarak ömür tüketen mahkûmlarız. 2000 yılında, kömüre dönüşenBayrampaşa C 1 koğuşunda, ciltlerinde tesbit edilen yanıcı solvent maddesiyle yanarak can vermiş kadınları, şimdilerde hak ettikleri şekilde kim hatırlıyor... Biz Diyarbakır Cezaevi’ni, Hayata Dönüş operasyonlarını gerektiği gibi konuşamamışken, bir de Urfa Cezaevi faciasının yaşanmasına seyirci kalıyormuşuz.

 Bazen bir insanın üzerine benzin döküp yaktığını duyuyoruz, çoğu kez kaybedeceği hiçbir şeyin olmadığını duyan biri oluyor kendini yakan. Öylesine dehşetli olmalı ki ölümü, ona cehennemi başka türlü yaşatanı da içine çeksin. Bütün hayatı boyunca yanıp tutuşmayı sürdürsün, serinlik nedir bilmesin felaketinin müsebbibi.. Yenilerde Tahran’da duydum, kürtaj tartışmalarıyla da ilişkili bir yönü olan intihar haberini: Tecavüz kurbanı genç kız aylar sonra hamile olduğunu öğreniyor, ailesinin dışlaması sonucu kendini benzinle yakmak suretiyle feci şekilde can veriyor.

Uygarlaşmanın ölçüsünün tabiata meydan okuyan çılgın projeler değil, cezaevleri koşullarındaki iyileşme olduğunu yazdım twitter’da önceki gün. İyi de o zaman orası cezaevi sayılmaz, cezaevi koşulları caydırıcı olmalı, şeklinde bir yorumla karşılaştım. İnsanın elinden özgürlüğünün alınmasından daha büyük bir ceza olabilirmiş gibi... 40 derece sıcaklıkta, gün boyunca bir saat kadar verilen suyla idare etmesi gereken mahkûm, bu yolla güya olgunlaşmaya zorlanıyor. Ben işte bu cezalandırma mantığını anlayamıyorum: Mahkûm toplumun devlete emaneti. Bir insan cezaevinden çıktığında artık “masum” olarak görülmeli, cezaevini işkence evi gibi tasarladığınız sürece bu nasıl mümkün olabilir? Cezalı neler yaşıyorsa hapiste, topluma, polise, devlete karşı daha hınçlı bir ruh hâliyle çıkıyor dışarıya. Tabii tam tersi bir algı da olur olmaz yere hapse atılma, hapiste tutulma örneklerinin hiç de az olmaması yüzünden, hapse düşmenin sıradanlaşması...


Cahide Cünük
 Saraybosna Üniversitesi öğrencilerinin çıkarttığı Sivrisinek dergisinin yazılarını yolladı e-postayla. Hotel Rwanda’yla tarihin dehşet sahnelerine açılmanın sarsıntısı dile geliyor genç kaleminde.

“Suç” insanlık hâlinden sayılır, ancak ceza kısmen insanın işi. Bir suçluya ahiretteki cezasını da ödemesini talep edecek şekilde Rabb’lik taslayamaz ki memur! Hayvanların dahi yaşayamayacağı koşullardan söz ediliyor Urfa Hapishanesi’nde. Bir kişinin yerine dört kişinin kaldığı koğuşlar, 40 derece sıcağa rağmen klima yasağı... Bu şartlar altında sadece mahkûmlar değil, aileler de çile dolduruyor. Uygarlık böyle bir şey değil, kalkınma ateşin ve suyun tabiatını zorlayan bir heva-heves olmamalı...

Koğuş hayatını biliyorum, çocuk yaşta köy enstitüsü dönemi mirası bir yatakhanenin yüz kişilik koğuşunda altı yıl geçirdim. Eski, ahşap yatakhanede kalorifer sistemi yoktu, yangın çıkabilir diye soba da yanmazdı. Yangın korkusu nedeniyle öğrencilerin üşümesi göze alınırdı. Kapalı mekânda istiflenmiş halde yaşamaya zorlanmak zaten klostrofobik herhangi bir insan açısından ölümden beter. Sanki mahkûm ancak kendini yakmaya başladığında uyanabilir, hiçbir şikâyet cümlesini kaale almayan yönetim vicdanı.

Az ilerideki Fırat üzerine inşa edilmiş baraj, yanmayı sürdüren mahkûmlara Boğaz’a nazır Sevda Tepesi kadar uzak sanırsınız. Bir esinti olabilseydi, pencereden pencereye güçlü bir hava akışı, serin bir pınarın sesini andıran türkü, şikâyet seslerinin ulaştığını bildiren düzgün bir seda; sıkışan yüreklerin öfkesi biraz olsun yatışırdı.

Cezaevi yangını haberlerinde altı çizilen kelime, isyandı. Sadece seslerini duyurmak istemiş mahkûmlar nasır tutmuş kulaklara, dumanla mesaj göndermek daha etkili olurmuş gibi... Bir ses, bir söz koğuştan idare bölümüne kaç senede ulaşıyor? İlgili makama ulaşamayan sözün yerini duman alıyor ve bir kez daha askerî darbe mantığının sorusuna açılıyor hüküm: Yakmayalım da besleyelim mi...


cihanaktas1@gmail.com


twitter.com/chn_aktas

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (www.marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Hack Forum Hacker Forum Hack Forumu Warez Forumu Hacker Sitesi Hacking Forum illegal forum illegal forum sitesi warez scriptler nulled forum crack forumu hacking forumu illegal hack forumu hacking forums