Ayşe Şasa ile "hikayemiz"

  • 25.06.2015 00:00

 Bir yıl bazen ne kadar kısa sürüyor… Bu süre içinde kaç kez telefonuma gitti elim ve doldurulamaz yeri üzerine düşündüm! Daha dün Bağcılar’daki hastanede yattığı odada İhsan Kabil’le birlikte sessiz bir söyleşiyi paylaşmıştık. İnsan hiç olmazsa bir sonraki ziyarete fırsat bulsun istiyor, bunu umuyor, başka bir ihtimale inanmak istemiyor. Salı günü saat 11.00’de Sahrayı Cedit mezarlığındaki kabri başındaydık. “Biz”i bir araya getirdi. Hayatı bir bakıma “Biz” diyebilmenin de arayışı değil miydi?

“Çocukları seviyorsanız hayatı seviyorsunuzdur” der bir Dostoyevski kahramanı. O, sokaktaki insanların hikayeleriyle ilgiliydi, iyi bir insan tanıdığında sevgiyle tutuşurdu gözleri. Başka türlü nasıl etkileyici olabilirdi ki sinema dili… 2012’de Karabatak dergisi için Zeynep Ural’ın yaptığı söyleşide senaristliğini yaptığı filmleri izlerken daha çok bir eksiklik duygusu ve huzursuzluk yaşadığını anlatıyor. Hatta bunun “büyük bir huzursuzluk” olduğunu belirtiyor. Sinemaya başlarken kendinden beklentilerini gerçekleştiremediğini dile getiriyor ve ekliyor. “Beni mutlu eden filmlerim değil, kitaplarım.”

Çünkü kitaplarında, senaryolarda eksik kalan cümleleri tamamlamaya devam etti. “Biz” adılıyla bakmayı, “Biz”i anlatmayı gerçekleştirdiği ölçüde kendini mutlu hissediyor olmalıydı. Kolejdeyken Kafka ve Ionesco’nun yanı sıra Sait Faik okurmuş. Başka hayatlarda neler oluyor? Kuşkusuz canla başla “biz” diye söze başlamak istedi en başından beri, o “biz”e dahil olmaya çalıştı, bunun için büyük emek verdi. Melâmet’te yayımlanan Abdurrahman Badeci’nin hazırladığı günlükleri etrafına dönük daimi dikkati, genç kuşaklarla iletişimi üzerine ayrıntılar içeriyor.

1993 (veya 1994)’te Fatma Barbarosoğlu ile birlikte evine ziyarete gittiğimizde, Dergah dergisinde yazılarını okuduğum hidayete ermiş bir sinemacı olarak tanıyordum onu. Yapımında payı olan filmler üzerine bilgi edindikçe, çok daha eskiye uzanan bir yakınlığı keşfettim. Cümleleri, sahneleri, desenleriyle iç dünyamı zenginleştiren, zor zamanlarda ve tecrübelerde yılgınlığa kapılmamama, iyimserliğimi ve umutlarımı korumama destek olan sanatçılardan biriymiş meğer; Son Kuşlar’ı Köroğlu’nu, Ah Güzel İstanbul’u, Kambur’u, Cemo’yu kurgulayan muhayyile ne kadar uzağımda olabilirdi?

Hakim medya ve çeşitli kurgular üzerinden geliştirilen küresel mitler bize anmaya değer mücadele amaçları telkin ediyor. Bu yeni bir tespit değil elbette. F. Scott Fitzgerald’ın şaşırtıcı güzellikteki romanı Muhteşem Gatsby (1925), Hollywood rüyasına şartlandırılan genç bir adamın aşkına sadakatle koruduğu temiz alanın hikayesi gibi gelir bana. Hikayesini kendi ağzından dinledikçe Gatsby’nin dillerde dolaşan imajlarla tanınabilecek biri olmadığını fark ediyorsunuz. Edebiyat ve sanat bize zaten o başka açıdan bakma sorumluluğunu yüklemiyor mu? Şasa sineması, Kemalist tasniflerin ideal çağdaş birey kurgusunun ötesinde insan kardeşini görme ve anlatma sorumluluğunun da sinemasıdır. Sinema Nuri Bilge Ceylan’dan önce onun hikayeleri için Anadolu’yu bambaşka bir katmanda görmeye başladı. Böylelikle oluşmaya başlayan dilin Nuri Bilge Sineması bağlamında kaçırılmış bir fırsat olarak ortaya çıkmasının sebep olduğu hikaye boşlukları üzerine düşünmek gerek. Her hikaye bir bakıma eksiktir, ister istemez öyledir, ancak orada anlatılan hangi açıdan eksik acaba? Şasa’yı huzursuz kılan belki de benzeri kaçırılmış fırsatların layıkıyla idrak edilmiyor oluşu.

Hiçbir zaman bıraktığı noktadan başlamaz insan. “Biz”in layıkıyla kavranması için onun metinlerinin gösterdiği istikamet üzerine düşünmeli. O hikayeyi tekrarlayamazsın, fakat senin şimdi anlatman gereken nasıl bir metin olmalı?

Ayşe Şasa’nın hikaye yazma isteği aynı zamanda, yaşayan bir hatıra olmaya yönelen bir itirazdı gibi geliyor bana. O henüz orada, okuyor, düşünüyor, paylaşıyor, evinin kapısı Erenköy’de büyüdüğü köşkün demir kapısı gibi ulaşılmaz, geçilmez değil. Ancak hikayesinin “Ah Güzel İstanbul” ile sınırlı olduğunu anlatan hayranlık, övgü ve merak cümleleriyle çıkıyor insanlar karşısına. Celal Fedai, ile bu konu üzerine konuşurken “Şebek “romanının fark edilmemesinden ileri gelen üzüntüsünü dile getirdi. Çeşitli telefon konuşmalarımızda yazmakta olduğunu söylediği hikayeler taslaklar halinde bir yerlerde var olmalı.

Onunla ilgili olarak kaleme aldığım, Serdar Arslan’ın hazırladığı ve vefatının yıldönümü günlerinde yayımlanan “Hayret perdesini temaşa” (İnsan Yayınları) kitabında yer alan ”Rical temsilini ihya eden kadın” başlıklı yazımda anlattığım gibi, evinin bana sofa gibi görünen salonu, irfanla ilgili herkes için bir cazibe merkeziydi. Farklı eğilimleri olan kişiler onun sofasında buluştu. “İdeal Müslüman kadını ev/lilik” dairesi içinde tanımlayan kişiliklerin bile modern bir sanat olan sinema alanında bir mücadele vermiş bir sanatçı kadının etrafında toplanması, birçok açıdan öğretici.

Film karakterlerinin sahiciliği kendi kişisel hikayesinin dürüst ve ısrarlı arayışından bağımsız görülemez. Bir eksiklik hissiyle bir senaryodan diğerine geçişler yaptığını ve kendi yeterliliği konusunda hiçbir zaman tatmin olmadığını dile getiriyordu. Kendini büyük bir boşlukta hissediyordu. Aradığını “Tevhid”de buldu. Elinden, dilinden emin olunan Müslüman’dı. Dağın Öteki Yüzü Başlıklı öykümün “duası kabul edilen” dost kişisiydi.

Allah'ın verdiği yüzü yaşayıp giderken amel, duygu ve düşüncelerimizle yeniden yapıyoruz. Güzel yüz, güzel bakış, güzelleşen huy… Senelerin ardından gördüğümde yüzünün daha bir güzelleştiğini fark etmiştim hastane ziyaretinde. Söze “Biz” adlıyla başlama imtiyazını kazanmanın güzelliğiydi bu belki de…

“Biz” adılı, benim ve senin ve onun adına kaygılanma, sorumluluk alıp yola düşmenin de telaşını içeriyor onun sesinde. Çocuk Ayşe Erenköy’deki köşkün salonunun seslerinin hayatı açıklamaya yetmediğini biliyor, bahçenin demir kapısının ardındaki sesleri merak ediyordu. Yeşilçam filmlerinin hep aramızda yaşayan olumlu ve iyimser karakterleri, onun duyan kalbi ve zengin gönlünün keşifleri. İbni Arabi sevgisini bu açıdan da yorumlamak mümkün. Öncelikle “fetih” değil “keşifti” onun kelimesi. Kabri başında yaptığı konuşmada Ümit Meriç’in söylediği gibi: Sadece senaryolarıyla değil dualarıyla da dünyanın yeni asrını hazırlayanlar arasına katıldı arayışıyla.

Hikayesini tamamlamak için çaba göstermeyi hiç bırakmadı. Öğrendiklerini kendine saklamadı. İçi içine sığmıyor gibi görünürdü bana, iyi göstergeler karşısında. Bülent Oran’ın adlandırdığı şekilde “Kibritçi Kız”dı. Masalın, hikayenin içindeydi. “Ölmeden önce ölünüz” hadisini hayat düsturu olarak benimsemişti. Yüreklerimiz donmasın, karanlığa (küfre) teslim olmayalım diye bize kibrit yakmaya devam ediyor.

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (www.marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Hack Forum Hacker Forum Hack Forumu Warez Forumu Hacker Sitesi Hacking Forum illegal forum illegal forum sitesi warez scriptler nulled forum crack forumu hacking forumu illegal hack forumu hacking forums