AKP'nin başı sıkışınca ya bomba patlıyor ya da Baykal!

  • 20.02.2016 00:00

 Sheraton Erbil'in lobisinde röportaj yapıyorduk. Teyp açıktı. Cep telefonu çaldı. İzin isteyip yanıtladı gelen çağrıyı.

Hattın öbür ucundakini dinledi bir süre, sonra Kürtçe birşeyler söyleyip kapattı telefonu.

Düzgün Türkçesiyle biraz önce çalan telefonunu göstererek anlattı:

"Şimdi Rojava'dan aradılar. 30 kader rejim askerinin olduğu bir karakolu kuşatmıştı arkadaşlar. 10 gündür teslim olmalarını bekliyorduk. Sonunda kabul etmişler. Şimdi silahlarını bırakıp teslim olmuşlar. Bizim arkadaşlar da 'İster burada kalmaya devam edin, isterseniz Suriye'nin dilediğiniz bir kentine gidin' demişler. Şimdi bunları muhalifler kuşatmış olsaydı, bir gün bile beklemez basıp öldürürlerdi hepsini. Gördüğünüz gibi bizim amacımız savaşmak değil, kendi halkımızı, yaşama alanlarımızı korumak."

2013 yılının başıydı. Suriye Kürtlerinin en büyük siyasal örgütlenmesi olan Demokratik Birlik Partisi (PYD)'nin Eş Genel Başkanı Salih Müslim'le ilk karşılaşmamızdı.

Bundan tam bir hafta önce, 12 Şubat'ta Ergun Babahan'la bir program için gittiğimiz Brüksel'de bir kez daha karşılaştık Salih Müslim'le.

Suriye için yapılan Cenevre toplantısında Türkiye'nin girişimiyle yer bulamamıştı PYD. Ama bunun büyük bir eksiklik olduğunun farkındaydı bütün uluslararası güçler. Bir gün önce Münih'te yapılan "Suriye Zirvesi"nden "ateşkes" kararı çıkmıştı.

İşte böylesine hareketli bir süreçte karşılaşmıştık Salih Müslim'le ama özellikle "Türk medyası"na demeç vermek istemiyordu. Haklıydı da:

"Yaptığım açıklamaları çok çarpıttılar. Bizi Türkiye devletini yönetenlerle karşı karşıya bıraktılar. Biz Türkiye'yle çatışmak istemiyoruz."

Umutluydu Salih Müslim. "Ateşkes" kararının Kürtler onaylamadan uygulanamayacağının farkında olduğunu anlatıyordu uluslararası güçlerin. Başka umutları da vardı Müslim'in:

"İnsani yardım da bekliyoruz. Afrin üç senedir ambargo altında. Son göçle birlikte Afrin'e 30 bin kişi daha geldi. Çoğu Halep ve çevresinden göçüyor."

ABD ve Rusya'nın da anlaştıkları konsept çerçevesinde bölgede bir "ateşkes" sağlanacağına inanıyor Salih Müslim ama "Yan çizmeye çalışan bir eksen var. Hala politik çözüme inanmamışlar. Esad'ın sopayla gitmesini düşünüyorlar. Beş senedir denediler ama bunu gerçekleştiremediler" diyor.

Aslında kastettiği "eksen" belli; Suudi Arabistan, Katar ve Türkiye...

Esad rejimi anlamasa bile Rusya'nın Suriye'deki "kanton" oluşumlarını anlayacağını düşünüyor Müslüm:

"Rusların sistemi dahilinde 82 ayrı oluşum var."

Müslim birkaç hafta önce Moskova'da açtıkları temsilcilikle ilgili de ilginç bilgiler veriyor:

"Aslında Rusya'da temsilcilik açılması bir yıldır gündemdeydi. Hem uygun kadro hem de uygun mekan bulunmasi biraz zaman aldı. Yoksa temsilcilik kararı çok önceden verilmişti, Türkiye ile Rusya arasındaki uçak geriliminden sonra olması tamamen tesadüf. Aslında uzun süredir ABD'de de temsilcilik açmamız gündemde. Ancak henüz uygun kadro oluşumunu sağlayamadığımız için bekliyoruz."

Arazide IŞİD'e karşı verdiği etkin mücadele ile hem ABD'nin hem de Rusya'nın üzerinde mutabakat sağladığı, Suriye'nin bütünü için bir yönetim modeli olan ve bunu kendi bölgelerinde farklı etnik ve dinsel kökene sahip halklarla uygulayan, ateşkes sürecinden umudu olan ve insani yardım desteği bekleyen, Rusya'da temsilcilik açıp ABD'de de temsilcilik açma aşamasına gelen PYD'nin, Ankara'nın göbeğinde, hem de devletin kalbinde, Genelkurmay'ın dibinde bomba patlatıp 28 kişiyi öldürdüğüne Türkiye'de ya da dünyada kaç kişi inanır dersiniz?

Şu bombaların patlama meselesinde isterseniz adım adım gidelim.

7 Haziran seçimleri sürecinde ilk bombalar aynı gün, 18 Mayıs'ta HDP'nin Adana ve Mersin il örgütlerinde patlatıldı. Büyük tesadüf eseri can kaybı olmadı.

Üçüncü bomba 5 Haziran'da HDP'nin Diyarbakır mitinginde patladı. Beş kişi yaşamını yitirdi. Her üç olayda da karanlık birtakım ilişkiler ve IŞİD'in parmak izi vardı.

Üç bombanın ortak özelliği, bombacıların kendilerini riske etmeden, bombaları bırakıp patlatmalarıydı.

7 Haziran seçimlerinden sonra bu yöntem tümüyle terk edildi.

20 Temmuz'da Suruç'ta patlayan bomba sadece Türkiyeli sosyalistlerden 32'sini öldürmekle kalmadı, ülkede büyük bir gerginliğe yol açtı. İki gün sonra da hala daha failleri karanlık bir eylemle iki polis öldürüldü Ceylanlpınar'da ve AKP iktidarı Kandil'e bomba yağdırmaya başladı. Hem de kendi evinde bomba patlatan IŞİD'i bombalamak için yola çıkıp en ağır bombardımanı Kandil'e yaptılar.

Artık bir savaşın terörize ettiği seçmen kitlesiyle "erken seçim"e gidilecekti.

Hatta o bomba patladığında, 21 Temmuz'da, daha erken seçim kararı alınmamıştı yaptığım analizin başlığı, "İŞİD, AKP'nin erken seçim kampanyasını başlattı" olmuştu.

Sonuçta erken seçim kararı alındı.

7 Haziran seçimlerinden sonra ikinci bomba Ankara'da patladı. Cumhuriyet tarihinin en büyük insan kaybı olmuştu. 100'den fazla kişi yaşamını yitirmişti. Hem de 1 Kasım seçimlerine 20 gün kala.

Artık sadece HDP değil, bütün muhalefet partileri seçim mitingi yapamaz, ya da çok sınırlı sayıda yapabilir duruma gelmişlerdi.

İşin ilginci 7 Haziran'dan sonra artık işi şansa bırakmıyorlar, "canlı bomba" olarak patlıyorlardı.

İki bombalamada da IŞİD'in çok belirgin parmak izleri vardı. Hatta kesindi bile.

Ancak hem Cumhurbaşkanı Erdoğan, hem de Başbakan Davutoğlu bütün kanıtlara karşın bir türlü "Katliamı İŞİD yaptı" demiyorlardı. Israrla IŞİD'in yanına PKK'yı, DHKC'yi, MLKP'yi, Suriye İstihbaratı El Muhaberat'ı, hatta PYD'yi ekleyip topluma katliamın sorumlusu olarak "kokteyl örgüt" sunuyorlardı. Seçimlere kalan 20 gün gibi kısa bir zaman aralığında da bu taktiklerinde başarılı oldular. Hatta bazı anketlere göre AKP seçmeninin yüzde 75'i 10 Ekim'deki Ankara katliamını PKK'nin yaptığına inanıyordu.

Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı'nın olaydan 18 gün sonra yaptığı açıklamada "katliamın faillerinin talimatı doğrudan IŞİD'den aldığını" açıklaması bile sonucu değiştirmedi.

Sonra giderek derinleşen çatışma ortamı, sınır ötesi hava bombardımanı, ablukaya alınan Kürt kentleri, sokağa çıkma yasakları, öldürülen PKK'liler, YDG-H'lı gençler, askerler, polisler ve yüzlerce siville kan gölüne dönen bir Türkiye...

Artık 7 Haziran'da kaybettiği iktidarı çatışmalı ortamda gidilen 1 Kasım seçimleriyle geri alan bir AKP iktidarı vardı ama çatışmalar durmamıştı çünkü sıra "Başkanlığa" gelmişti.

Avrupa'ya karşı "mülteci kartı"nı kullanan Türkiye'de bir bomba daha patladı 12 Ocak 2016'da.

Bu sırada Türkiye'nin AB ve Almanya ile "mültecilerin iadesi" pazarlığı üç milyar Euro mu olacak, dokuz milyar Euro mu olacak üzerinden sürüyordu.

Almanya Başbakanı Merkel'in iki Türkiye ziyareti arasında Sultanahmet'te patlayan bu süreçteki üçüncü "canlı bomba" 10 Alman turistin ölümüne yol açmıştı.

Saat 10.20'de patlayan bu bombanın failini aynı gün, birkaç saat içinde açıklamıştı Cumhurbaşkanı Erdoğan:

"Suriye kökenli canlı bomba eylemini şiddetle kınıyorum."

Peş peşe AKP'li bakanların birkaç saat içinde yaptığı açıklamaya göre Sultanahmet saldırısını Suriye uyruklu Nabil Fadlı gerçekleştirmişti.

Birkaç saat içersinde failin açıklanması birçok kuşkuyu peşi sıra getirince yetkililer bu çabukluğun nedenini açıkladılar:

"Bombacı saldırıdan beş gün önce İstanbul'daki Göç İdaresi'ne giderek kendini kaydettirirmiş, hatta parmak izini bile vermişti."

Basına sızdırılan bilgiler arasında saldırganın kaydını yaptırırken çekilen görüntüler de vardı.

Saldırıdan hemen sonra Türkiye'ye gelen Almanya İçişleri Bakanı Thomas de Maizler AKP Hükümetinin yetkilileriyle gün boyu görüşmeler yapıp ülkesine döndükten sonra bile hala inandırıcı bulmamıştı saldırganın kimliğinin tesbit edildiğini.

"Kimliği kesinleşmedi" diyordu Alman Bakan:

"Türk güvenlik birimleri saldırganın kimliğini kimlik kartı üzerinden tespit etti. Ancak bu kimliğin o adama ait olup olmadığı noktası henüz açıklığa kavuşmadı."

Bu tespiti de büyük oranda doğru çıktı Alman Bakan'ın. Çünkü bir "yandaş gazete", Sultanahmet bombacısı olduğu açıklanan Nabil Fadlı'nın ailesine ulaştı. Gazetede yayınlanan habere göre Fadlı'nın ailesi "oğullarının iki yıl önce IŞİD'in saflarına geçtiğini, IŞİD'in bir sorumlusunun kendilerine gelerek Fadlı'nın öldüğünü bildirdiğini" anlatmışlardı. Aile "Sultanahmet bombacısı" denilen Fadlı'nın cenazesine ulaşamamıştı ama taziye çadırını kurup Kur'an'ını çoktan okutmuştu.

Bu haberi en ince ayrıntısına kadar izleyen Gazeteci Zeynep Gürcanlı "Zaten Türkiye'ye kadar giriş yapabilmiş, serbestçe İstanbul'a kadar gelebilmiş olan saldırgan, neden Sultanahmet saldırısını yapmadan sadece beş gün önce, İstanbul'daki Göç İdaresi'ne giderek kendisini kaydettirme ihtiyacı duydu?" diye soruyordu.(Zeynep Gürcanlı / DHA, Sultanahmet Saldırısında Kafa Karıştıran Sorular, 14 Ocak 2016)

Dün de (18 Şubat 2016) hem Cumhurbaşkanı Erdoğan, hem de Başbakan Davutoğlu önceki gün Ankara'yı kana bulayan intihar eylemcisinin kimliğini, PYD üyesi 1992 Amude doğumlu Salih Neccal olarak açıkladı.

Özellikle son bir haftadır yoğunlaşan bir kampanyayla Türkiye'nin "Amerika söyle dostun biz miyiz, yoksa terör örgütü PYD mi?" diye neredeyse her gün sorduğu... PYD'nin, PKK'nin uzantısı bir terör örgütü olduğuna bütün dünyayı ikna etmeye çalıştığı... Kendi kendine terör örgütü ilan ettiği PYD'nin silahlı gücü YPG'yi her gün topa tuttuğu günlerde... Bir PYD'li gelip Türkiye'de intihar saldırısı yapmıştı...

Hani bu kadarı türbeye gidip dilek tutsan ya da ısmarlasan olmaz.

Zaten, Başbakan Davutoğlu'nun açıklamasının ardından daha bir saat geçmemişti ki, PYD Lideri Salih Müslim Türkiye de dahil, Ortadoğu'dan ve Avrupa'dan yayın yapan televizyon kanallarına telefonla bağlanarak Türk hükümetinin bu iddiasını yalanlıyordu:

"Kesinlikle reddediyoruz. Salih Neccal denilen isimi hiç tanımıyoruz. Hiçbir ilişkimiz olmamıştır. Hiçbir zaman Türkiye'nin içine karışmadık. Bu Suriye'ye müdahale etmek ya da terörist gruplara destek vermek için ortaya atılmış bir iddiadır. Bu ne Türkiye'nin ne de bölge halkının yararınadır."

Hemen arkasından YPG Genel Komutanlığı'nın da yalanlaması geldi. Bir diğer yalanlamayı yapan PYD'nin Amude örgütü yöneticileriydi:

"Kayıtlarımızda soyadı Neccal olan tek bir kişi bile yok. Böyle bir soyadında olan kimseyi de tanımıyoruz. IŞİD ya da El Nusra'da olabilir."

7 Haziran seçimleri öncesinden bu yana AKP iktidarının başı ne zaman sıkışsa Türkiye'de bir bomba patlıyor, bir katliam gerçekleştiriliyordu.

Bu kadar rastlantı da fazla gelmiyor mu size?

Bu bomba tek başına da değildi.

AKP sıkıştıkça ya bomba patlıyordu ya da Deniz Baykal.

En fazla biri de diğeri kadar inandırıcı oluyordu!

CELAL BAŞLANGIÇ / HABERDAR

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (www.marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Hack Forum Hacker Forum Hack Forumu Warez Forumu Hacker Sitesi Hacking Forum illegal forum illegal forum sitesi warez scriptler nulled forum crack forumu hacking forumu illegal hack forumu hacking forums