- 12.01.2016 00:00
Güneş, kumsalı yıkayan denize milyonlarca yıldız pırıltısı bırakmıştı.
Dikili kıyısından karşısındaki Midilli'ye kadar kesintisiz bir mavi çarşaf olarak uzanıyor Ege.
Kış ayazına rağmen insanın kendini atıp kulaç kulaç yüzesi geliyor.
Ancak daha birkaç gün önce, bu kıyılara Midilli'ye doğru "umut yolculuğu"na çıkan onlarca Suriyelilerin çoluk çocuk cansız bedeni vurmuştu.
Bir anda kaskatı kesiliyor içimiz. Damarlarımızda donup kalıyor yüzme hayali, yaşama sevinci.
"Yaşam Zinciri" oluşturan Dikilililer, ellerinde "Paylaşım Savaşlarına Hayır, Aslolan Yaşamdır" pankartıyla kıyısına geldikleri denize kırmızı karanfiller bırakıyor umutları ölüme dönüşen Suriyeliler için.
Fotoğraf altı: Dikili Emek Platformu üyeleri, Ege'de yaşamını yitiren Suriyeliler için denize kırmızı karanfiller atıyorlar.
Zincire katılanlardan biri iki fotoğraf uzatıyor. Bir düğünde çekilmiş belli ki. Gelinle damadın yanlarında yakınları durup poz vermiş. Genç adamın siyah damatlığının yakasına takılmış Suriye'nin kağıt liraları.
Bir Suriyeli aileden Dikili kıyılarında kalan bir fotoğraf
Bu fotoğraflar ülkelerinden kaçan Suriyelilerin Yunanistan'ın Midilli Ada'sına geçmek için Dikili sahilindeki son durakları olan çalılıkların arasında bulunmuş.
Düğün fotoğrafını ülkesindeki savaştan kaçarken yanına alan ve ancak Ege kıyılarına kadar taşıyıp orada bırakan insanları merak ediyorum; acaba Midilli'ye geçip kurtuldular mı, yoksa birkaç gün önce sahile vuran cansız bedenlerden biri mi oldular?
Asla alamayacağım bu sorunun yanıtını.
Aslında Dikili Emek Platformu'nun düzenlediği "Türkiye'de ve Ortadoğu'da Neler Oluyor" başlıklı panel için gelmiştik Dikili'ye. Yazar Haluk Yurtsever'le konuşmacı olarak katıldığımız panel sonrası da "Yaşam Zinciri" oluşturulup yaşamlarını yitiren Suriyeliler anılacaktı.
Dikili'de Emek Platformu'nun panelinde yazar Haluk Yurtsever'le Türkiye ve Ortadoğu'yu konuştuk.
Beklenenin çok üzerinde bir katılım olmuştu panele. CHP, HDP, ÖDP, Alevi Kültür Derneği, Dikili Kadın Platformu, Eğitim-Sen, Tüm-Bel-Sen, SES yöneticileri ve üyeleriyle çok sayıda yurttaş gelmişti izlemeye.
Paneli izleyenler arasında kente büyük emeği geçen Dikili eski Belediye Başkanı Osman Özgüven (sol başta) de vardı.
Panel öncesi de, sonrası da konuşulan tek konu vardı sanki. Herkes birbirine soruyordu:
"Dün akşam Beyaz Show'a canlı bağlanan öğretmen Ayşe Çelik'in anlattıklarını duydun mu? Sur'da, Cizre'de yaşanan sivil ölümlerini, ağlayan anneleri anlattı. Çok etkilendim. Sen izlemedin mi?"
İzleyenler izlemeyenlere anlatıyor, bölgede yaşanan gerçeğin parçalarını bir araya getirerek tüm boyutlarıyla anlamaya çalışıyorlardı. Bölgede yaşananların bir daha sorgulanması için sanki bir işaret fişeği olmuştu Ayşe öğretmenin Kanal D'de Beyaz Show programına bağlanarak canlı yayında söyledikleri.
İşte esas korktukları da buydu. Aylardır Türkiye'den saklamak istedikleri, üstünü örttükleri, tam tersini göstermek istedikleri gerçekler bir anda ortaya dökülmüştü.
Önce AKP'nin yandaş medyası saldırmaya başladı gazeteleriyle, televizyonlarıyla.
Büyük bir linç kampanyası başlamıştı hem Ayşe Çelik, hem Beyazıt Öztürk, hem de Aydın Doğan için.
"Gazete" taklidi yapan pespaye iktidar bültenleri her türlü "kara"yı çalıyordu.
"Kanal D'de Kara Şov!", "Doğan Grubu televizyonunda PKK reklamı", "Beyaz Değil, FETÖ Show" diye başlıklar attılar. Her satırı "haysiyet cellatlığı"nın giyotinine dönüşen spotlar açtılar o başlıkların altına:
"Aydın Doğan'ın televizyonu Kanal D, kirli bir terör propagandasına daha imza attı. Kendisini 'Ayşe öğretmen' olarak tanıtan bir terör yandaşı, canlı yayına bağlanarak devleti katil ilan etti. Sunucu dahil tüm konuklar bu kara propagandaya alkış tuttu."
"Beyaz Show’da PKK’ya tek söz söylemeden örgüt propagandası yapan sözde öğretmen ve buna yer veren Beyaz büyük tepki topladı. Öğretmen olduğunu iddia eden Ayşe Çelik adında bir kişi Kanal D ekranlarında yayınlanan Beyaz Show’a telefonla bağlanarak HDP’li vekiller ve PKK yandaşlarıyla aynı ağızdan konuştu ve herkesin gözü önünde örgüt propagandası yaptı."
"Kanal D'de Beyaz Show programına Diyarbakır'dan telefonla katılarak PKK propagandası yapan Ayşe Çelik, Fetullah Terör Örgütü'nün okulundan çıktı."
Sadece Saray medyası değil, Milli Eğitim de, Emniyet de seferber olmuştu Ayşe Çelik'i bulmak için.
Diyarbakır'da öğretmen kadrosunda bulunan üç tane Ayşe Çelik'e de ulaşmışlardı. Ama onlar değildi.
İktidar blogundan kimse söylediklerinin içeriğinden bahsetmeye cesaret edemiyordu Ayşe öğretmenin. Haber yerine yazdıkları karalama bültenlerinde bile tam olarak alıntı yapamıyorlardı söylediklerinden.
Devletin haber ajansı da katılmıştı bu linç kampanyasına. Alel acele servis ediyordu canlı yayına katılan Ayşe Çelik'in aslında öğretmen olmadığını. Bu da yalan olduğu anlaşılacaktı kısa bir süre sonra.
Ak-Troller hemen linç kampanyasını başka bir boyuta taşımışlardı sosyal medyada:
"Öğretmen değilmiş, yalan söylemiş!"
Sonunda atanamayan öğretmenlerden biri olduğu anlaşıldı Ayşe Çelik'in. Bir özel eğitim kurumunda ve Silvan Halkevi'nde ücretli resim öğretmeni olarak görev yapmıştı bir süre.
O zaman "FETÖ karası" çalmaya dönüştürüldü linç kampanyası.
Ettiği biat yeterli bulunmayıp daha çok diz çöktürülmek istenen Aydın Doğan da linç programına dahil edilmişti.
Bu panikle yaptı açıklamayı Kanal D yönetimi:
"Doğan TV ve Kanal D ilk günden bugüne devletin yanında yer almıştır."
Aslında durulan bu yer bir yayın kuruluşu için utanç vericiydi. Kendisini Osmanlı'nın Takvim-i Vakai'si ilan ediyordu. Oysa bir yayın kuruluşu devletin yanında ya da karşısında olamazdı. Sadece gerçeğin ve halkın yanında olması yeterliydi.
Yetmedi, Kanal D ana habere çıkartılarak bir de "polis çocuğu vatan haini" olarak özür dilettirildi Beyazıt Öztürk'e.
Tam da Roland Barthes'in tanımladığı durumla karşı karşıyaydık:
"Faşizm, konuşma yasağı değil, söyleme mecburiyetidir."
Pespaye iktidar bültenleri saldırıyor, sosyal medyadaki Ak-troller linç kampanyasını köpürtüyor, Diyarbakır'dan İstanbul'a Cumhuriyet Savcıları Ayşe Çelik'ten Beyazıt Öztürk'e, Beyaz Show programcısına kadar "terör" soruşturması başlatıyordu. Neredeyse stüdyoda bulunan seyirciler GBT'lerine bakılıp alkışladıkları için "terörist" ilan edileceklerdi.
İyi ama, ne demişti Ayşe Çelik telefonla katıldığı programda da bir anda devleti "katil" ilan etmiş ve "PKK propagandası" yapmıştı?
"Ülkenin doğusunda yaşananların farkında mısınız?" sorusuyla başlamıştı konuşmasına Ayşe öğretmen, sonra medyanın bu konuda oynadığı "üç maymun"tavrını sesi titreyerek eleştirmişti:
"Burada yaşananlar ekranlarda çok farklı aktarılıyor. Sessiz kalmayın. İnsan olarak biraz daha hassasiyetle yaklaşın. Görün, duyun ve artık bize el verin. Yazık; insanlar ölmesin, çocuklar ölmesin, anneler ağlamasın. Bomba seslerinden, kurşun seslerinden… İnsanlar susuzluk ve açlıkla mücadele ediyor; özellikle de bebekler ve çocuklar. Lütfen duyarlı olun ve sessiz kalmayın."
Konuşmasının tümünde bir kere bile "devlet" demeden yandaşlara göre nasıl "devleti katil ilan etmiş"ti Ayşe öğretmen? PKK'nin adını bile anmadan nasıl "PKK propagandası" yapmıştı?
Aslında burada tam bir "suçüstü" yakalanma durumu vardı. İktidar bloğu suçluların telaşı içinde, söylenmemişleri söylenmiş gibi göstererek bir linç kampanyasına başlamıştı.
Çünkü biri "çocuklar öldürülüyor" deyince kimin yaptığını biliyorlardı.
Çünkü biri "analar ağlıyor" deyince kimin ağlattığının.
İşkilliydiler ve dingildiyorlardı.
Bu yüzden "çocuklar öldürülüyor" denilince "katil devlet" anlıyorlardı, "Barış" denilince "PKK propagandası" sanıyorlardı.
Çünkü Sur'da, Cizre'de, Silopi'de yaşanan gerçekler Türkiye'nin Batı'sı tarafından bilinsin istemiyorlardı.
Ayşe öğretmenin feryadı; bölgede yaşanan kanlı süreci gizleme, koskoca ülke halkına tam tersini gösterme, gerçeğin üstünü yalanlarla örtme çabalarını bir anda tuzla buz etmişti.
Sunucu Beyazıt Öztürk programında ne demişti de yapımcısı ile birlikte hakkında "terör" soruşturması açılmıştı?
Bütün söylediği şuydu:
"Elimizden geldiğince duyurabileceğimiz yerlerden duyurmaya çalışıyoruz. Bu söyledikleriniz bize ders oldu. Daha da fazla yapmaya devam edeceğiz. İnşallah o söylediğiniz barış dilekleri en kısa zamanda gerçekleşir."
Aslında AKP iktidarının halktan sakladıklarını deşifre etmenin, gerçekleri haykırmanın adı olmuştu "devleti katil ilan etmek", "PKK propagandası yapmak."
Bir daha kimse ortaya çıkıp gerçekleri söylemesin, hiçbir televizyoncu bu gerçeklere programında yer vermesin, hiçbir medya patronu kendi yayın organlarında gerçekleri deşifre eden bir yayıncılığa bir dakika bile izin vermesin diye saldırdıkça saldırdılar.
Suriyelilerin cansız bedenleri Ege kıyılarına vuruyor, "resmi kurşunlar"la öldürülen sivil Kürtlerin cenazeleri haftalardır kent sokaklarında, hastane morglarında bekliyordu.
Sur'undan, Silopi'sinden, Cizre'sinden yani Kürtlerin yaşadığı bölgelerden Ege kıyısındaki Dikili'ye kadar dört bir yanından ceset kokuları gelen bir ülkeye dönmüştü burası.
Artık böyle bir ülkede "barış" demek suçtu, "çocuklar ölmesin" demek "devleti katil ilan etmek"ti.
Gerçek yüzleri ortaya çıkmasın diye her "ayaklanan vicdana" büyük bir korkuyla saldırıyorlar, vicdanları susturmak için lincin her türüne başvuruyorlar.
Değil insanın dirisiden, ölüsünden bile korkuyorlar, "barış"tan korktukları kadar.
Çünkü suçluların telaşı içindeler.
Ama unutuyorlar ki gerçeklerin er ya da geç ortaya çıkmak gibi kötü bir huyu vardır!
MERAKLISI İÇİN NOT:
"Sizi tarih kürsüsünden seyrediyorum. Suçluların telaşı içindesiniz" sözünü İsmet İnönü 1954 yılında DP'lilerin, muhalif iki partiden Millet Partisi'nin kapatılması, CHP'nin de mallarına el konulması girişimine karşı TBMM kürsüsünden söylemiştir. Bu sözün söylendiği tarihle 1960 darbesi arasında tam altı yıl vardır. Onun için başlıkta ve yazıda geçen bu söze "mal bulmuş mağribi" gibi sarılmayın. Buradan size mama çıkmaz, çıksa çıksa cehaletiniz ve yalancılığınız ortaya çıkar. Benden uyarması.
Yorum Yap