Kaos ve istikrarsızlık Ortadoğu’nun ‘kaderi’ mi?

  • 16.01.2020 00:00

 İran’ın Ortadoğu politikası ve bölgedeki görünen, görünmeyen faaliyetlerini koordine eden en etkili isimlerden Kasım Süleymani’nin ABD saldırısı sonucu ölmesi, bölgedeki gerilimi tırmandırdı. Karşılıklı misillemeler, tehditler devam ederken, tarafların “dengeli” denilebilecek bir tutumla hareket ettiği görülüyor.

Havanın kızışması, gerilimin tırmanması, olanlar ve olabilecek olanlar “3. Dünya Savaşı mı başlayacak?” endişelerini tetiklerken kimilerine göre 3. Dünya Savaşı tarafların doğrudan sahaya çıkmalarıyla birlikte zaten başladı.

Süleymani’nin ölümü, Türkiye’de kimi kesimler tarafından bayram havasında karşılandı, kimileri de yas tutmaya başladı. Bayram edenlerin bir kısmı “antiemperyalist” oluşlarına halel gelmesin diye “ABD vurmasaydı iyiydi” derken, yas tutanların bir kısmı da İran’ın düşürdüğü Ukrayna uçağı için bile “emperyalizmin oyunu” demekte beis görmüyorlar. Varsın İran “yanlışlıkla vurduk, özür dileriz” desin, kesin bir “oyundur” bu! Ama en tuhaf tepki Doğu Perinçek çevresinden geldi. Onlara göre Süleymani “hepimizin şehidi” imiş!

Bilen bilir, bilmeyene de ben hatırlatmış olayım; Perinçek ve partisi çok da uzak olmayan bir geçmişte, İran’daki “Molla rejimine” ve ülkedeki “şeriat tehlikesine” karşı “mücadelenin” bayraktarı idi. Perinçek’in siyasi yaşamında “tutarlılık” aramak, nafile bir çaba kuşkusuz. Ama varsa onları “yerli, milli” duruşları (!) nedeniyle takdir edenler, naçizane, bir parça araştırmalarını ve düşünmelerini tavsiye ederim.

Şu bir gerçek; Süleymani suikastı, Ortadoğu’da “yeni” bir döneme işaret ediyor. Bölge üzerinde egemenlik peşinde olan güçler, mevzilerini korumak adına artık her yol ve yöntemi “mubah” gören bir anlayışla sahnedeler. Bir anda şu veya bu taraf lehine veya aleyhine her şeyin değişeceği bir durum söz konusu olmayacak elbette; ama görünen gelecekte kaos ve istikrarsızlık, Ortadoğu’nun bazen artan bazen azalan gerçeği olmayı sürdürecek.

Peki, neden böyle?

Tarihi, coğrafi, kültürel bakımdan bir parçası olduğumuz Ortadoğu üzerine konuşurken en çok telaffuz edilen sıfatlar, malum, “kaynayan kazan”, “cadı kazanı” veya “bataklık” gibi olumsuz nitelemeler. Bu “kötü” şöhret durup dururken ortaya çıkmış değil tabii ki; nedenleri var.

Malum; Ortadoğu bir petrol bölgesi.

Enerji Bakanlığı’nın 2018 yılı verilerine göre, dünyanın ispatlanmış petrol rezervi 1.729,7 milyar varil. Petrol rezervinin 836,1 milyar varili (yüzde 48,3) Orta Doğu ülkelerinde, 325,1 milyar varili (yüzde 18,8) Güney ve Orta Amerika ülkelerinde, 236,7 milyar varili (yüzde 13,7) Kuzey Amerika ülkelerinde bulunuyor. (Bknz: https://www.enerji.gov.tr/tr-TR/Sayfalar/Petrol) Enerji kaynakları bakımından halen “stratejik” önemi devam eden petrol, yine 2018 yılı itibarıyla dünya enerji talebinin yüzde 33,6’sını karşılamış.

Bu özelliği nedeniyle Ortadoğu, öteden beri bölgesel ve küresel güçler açısından bir “egemenlik”, dolayısıyla da “savaş” alanı. Ve bu “savaş”, klasik manasıyla bir “savaş” değil, kirli bir savaş. Bu durumun en doğrudan sonucu, sürekli bir istikrarsızlık ve kaos hali oluyor.

Bu kaos ve istikrarsızlık üreten nüfuz ve egemenlik savaşlarının deyim yerindeyse en “kullanışlı” aracı ise, öteden beri mezhep farklılıkları. Ortadoğu’nun herhangi bir ülkesinde istikrarsızlık “ihtiyacı” hâsıl olduğunda, mezhep farklılıklarını körükleyen bir “derin” stratejinin devreye sokulması, genellikle “iş” görüyor.

Mezhep farklılıkları kadar “kullanışlı” olmasa da, etnik farklılıklar da kaos, kargaşa, istikrarsızlık gerektiren emperyalist hesap sahipleri için el altında bulundurulan bölgesel “sorun” potansiyellerinden bir diğeri. Arap, Fars, Kürt, Türkmen, daha yukarıda Azeri, Ermeni, Kafkas halklarının yaşadıkları bir bölge olarak Ortadoğu, etnik meseleler bakımından da “karışabilir, karıştırılabilir” bir bölge özelliğine sahip.

Patenti bir zamanların emperyalist jandarma gücü İngiltere’ye ait olan “böl, parçala, yönet” taktiği, herhalde en çok Ortadoğu’da etkili olmuş bir politik stratejidir. Sınırları cetvelle çizilmiş yapay devletlerin oluşturduğu Ortadoğu’da her devlet, uzun yıllar boyunca şu veya bu küresel gücün bir tür “ileri karakolu” olmakla yükümlü kılınmıştı. Ve bu devletlerin en önemli varlık gerekçesi birbirlerini zayıf düşürecek askeri, siyasi, diplomatik “nüfuz” savaşları yürütmek.

Ortadoğu sorununun temelinde enerji kaynaklarına hükmetme kavgası bulunduğunu söylemek, gerçeğin sadece bir parçası. Malum, “ulusolcu” anlayış ve gruplar Ortadoğu sorun ve sorunlarına “kahrolsun emperyalizm” sloganı atarak “çözüm” bulacaklarını düşünüyor. Bu yönüyle milliyetçi anlayış ve çevrelerle aynı safta buluşmakta bir beis görmedikleri gibi, Doğu Perinçek örneğinden de izleyebildiğimiz üzere, sığ ve slogancı anlayışlarını “millici güçler”, “Avrasya ekseni” gibi mesnetsiz teorilerle gerekçelendirmeye çalışıyorlar.

Oysa asıl mesele, öncelikle Ortadoğu’da kaos, kargaşa, istikrarsızlık potansiyelini “işlenmeye” hazır tutan sorunlarla ilgili, ilkesel bir tutumun sahibi olmak. Etnik ve mezhepsel sorunları “emperyalizmin oyunu” görenler, bilerek ya da bilmeyerek asıl sorunu ıskalamakla kalmıyor, o sorunları adeta çözümsüzlüğe mahkûm etmiş oluyorlar. 

AKP iktidarları döneminde Türkiye, izlenen dış politika anlayışı nedeniyle Ortadoğu’nun iyiden iyiye bir parçası haline geldi. Sadece tarihi, coğrafi, kültürel ilişkiler bağlamında değil, sorunları itibarıyla da. Türkiye Suriye’de, Irak’ta, Mısır’da ve şimdi de Libya’da açık açık bir “taraf” oldu. Bu “taraf” olmanın temelinde ise, barış veya demokrasiyi savunmak değil, Sünnici bir duyarlılık var. “Arap baharı” dalgasını bölgede kendi liderliğinde bir Sünni eksen yaratma fırsatı olarak değerlendirme çabası çoktan akamete uğradı. Ama bu gerçeği adını dosdoğru koyarak kabullenmek istemiyorlar hala.

Ortadoğu meselelerinde “sıcak” bir taraf olmak, dosdoğru söylemek gerekirse, “düşman” sahibi olmak demektir. “Herkesi bir şekilde idare ederiz” diye düşünebilirsiniz, nitekim AKP ve Erdoğan öyle de davranıyor, ama yanılırsınız ve bu yanılgının bedelini sadece yanlışın, yanılgının sahipleri değil hepimiz öderiz ve ödüyoruz da…

“Ne yapalım? Eski pısırık politikaya geri mi dönelim?” dediklerini, “beka sorunu” dediklerini, eleştiri ve uyarıları bu söylemlerle karşıladıklarını tabii ki biliyorum. Bunlar tamamen demagojik söylemler.

Oysa Ortadoğu’da “düşmansız” yaşamak ve etkin bir güç olmak ne imkânsız ne de hayal. Gelecek yazımı bekleyin…

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (www.marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Hack Forum Hacker Forum Hack Forumu Warez Forumu Hacker Sitesi Hacking Forum illegal forum illegal forum sitesi warez scriptler nulled forum crack forumu hacking forumu illegal hack forumu hacking forums