Doğan Abi ve eşi Nesrin Görsev için yazdım

  • 20.11.2015 00:00

(Bu yazıyı Doğan Abi ve eşi Nesrin Görsev için yazdım. Saygılarımla Nesrin Ablacığım.)

Sevgili Doğan Abicim,

Şimdi bana kızacaksınız biliyorum, hakkınızda birşeyler yazılmasından pek hoşlanmazsınız, biliyorum ama beni mecbur bıraktınız. Sabah bizi terkettiğiniz haberini alınca, etimden et koparılmış gibi bağırdım önce. Sonra acaip bir yorgunluk ve bezginlik çöktü üstüme. Hemen eski fotoğraflara sığındım. Nasıl da delik deşik fotoğraflarımız, bazılarında sadece suretler var, bedenler çoktan çekip gitmişler. Eksiliyoruz durmadan.

Doğan Abi, biliyor musunuz, ben sizin kulaklarınızı hergün çınlatırım. Yanımda birisi varsa yüksek sesle yoksa içsesimle… Bundan yıllarca önce, hani bana (ve hepimize) kucak kucak müzik kasetleri getirdiğiniz zamanlarda, bir gün size „Weber Bandotek“e uğradığımda bana „Berincim“ dediniz, „artık teknoloji gelişti, hem dinlemek hem de kayıt yapmak için kullanılan diskler var. Ben kayıtlarımı bunlara yapıyorum. Ses bambaşka, arşiv için de çok pratik. Sen de siftah yapasın istedim.“ Ve bana bir CD hediye ettiniz. „Benim bunu çalacak aletim yok“ dedim. „Olsun“ dediniz, „sen şimdiden CD almaya başla, birgün evinde bunları çalacak aletin de olacak.“ Öyle de oldu, ilk CD çalarımı satın aldığımda elliye yakın CD vardı elimin altında.

Şu anda, bana o gün hediye ettiğiniz diski dinliyorum: „Grieg ve Schumann“ın piyano konçertoları. Budapeşte Senfoni orkestrası tarafından seslendirilmiş. O gün bana bu disklerin CD çalara nasıl yerleştirileceğini, diskin nasıl tutulacağını, kayıtlı kısma kesinlikle elimi sürmemem gerektiğini de bir kutsal ayin yapar gibi dikkatli bir biçimde gösterdiniz. Ben o günden beri elime ne zaman bir disk alsam sizin kulaklarınızı çınlatırım. Çınlıyor mu kulaklarınız? Ah Doğan Abicim, hayatımın o kadar uzun bir döneminde yer aldınız ki, neredeyse sizinle büyüdüm… Size neyi nasıl yazacağımı bilemiyorum.

AYNI ÇATI ALTINDA OLMAK…

Cağaoloğlu’nda, çiçeği burnunda bir gazeteciyken tanıdım onu. Tasvire Han’da, Kadınlarıın Sesi Dergisi’nin bir üst katında, Konuk Yayınları’nın sahibiydi. Komşumuzdu yani. Biz, telefon etmek bahanesiyle çok çıkardık yukarıya. Yazarlar, çizerlerle dolu olurdu Konuk her zaman. Doğan Abi inanılmaz derecede nazik, ince bir beyefendiydi. Kağıt taşımaya gelen hamaldan, bir yazar abimize ve bize, hepimize aynı saygıyla davranırdı. Bazen ben onun karşısında ne söyleyeceğimi şaşırır, kendimi çok kaba hissederdim.

12 Eylül Cuntası hepimizi biçti geçti. Doğan Abi’yle bu kez Metris’te karşılaştım. Barış Derneği tutuklularını, o saygıdeğer güzel insanları, yaşlı genç demeden „hoşgeldin dayağı“ndan geçirerek buyur ettiler Metris’e. Reha İsvan’la koğuşun penceresinden yüreğimiz sızlayarak copların kemiklerde çıkardığı sesleri, işkencecilerin galiz küfürlerini dinledik. Ama diğer taraftan Metris, çılgın bir tek ses olmuş haykırıyordu: „Faşizme geçit yok!“ Gündoğan Görsev, Ahmet İsvan, Mahmut Dikerdem, Ali Taygun… ve diğer kurucular… Doğan Abi ile yine komşu olduk. O, erkekler koğuşunda biz kadınlar. Aramızda koca çelik kapılar, kalın soğuk betonlar var ama olsun, aynı çatı altında olmak bile ısıtırdı içimi.

Doğan Abi ile mahkemelerde görüştük sık sık. O, hem TKP hem de Barış Derneği davasından götürülüyordu mahkemelere. Annemle Nesrin Abla Metris kapısında, bize görüşe geldiklerinde ahbap olmuşlardı. Belki komik ama, ben Nesrin Abla ile evli olduklarını nedense hiç anlamamışım yıllarca. Nesrin Abla, Kadınların Sesi Dergisi’nin o minicik bürosuna gelir sabahtan akşama kadar yardım ederdi bize. Doğan Abi de ona „Nesrin Abla“ diye seslendiği için olsa gerek…

Doğan Abi çok anlamlı bir “barış savunması” yaptı mahkemede. Siyasi bir savunmaydı ve barışın neden vazgeçilmez olduğunu anlatıyordu. Okuduğumda şaşırdım. Bir tek yazım hatası bir tek anlam bozukluğu yoktu. “Bu savunmalar tarihe kalacak, tek hata olmamalı” diyerek çok titiz bir çalışma yapmıştı.

Sonra Doğan Abi ile siyasi göçmenlik döneminde, 1984- 85 gibi kesişti yollarımız tekrar. Bu kez buluşma yarimiz Almanya’nın kalbi, proleteryanın en yoğun yaşadığı bölge Ruhr idi. O Gelsenkirchen’de, biz Essen’de. O yıllarda Türkiye Postası çıkıyor, Ertan’la orada çalışıyoruz. Doğan Abi de arı gibi. Bir yandan gazeteye katkı yapmaya çalışyor ama bir yandan da çok değerli başka bir çalışmanın içinde. Dünya Barış Konseyi tarafından ilan edilen “Dünyada Kültürel Gelişme Onyılı (1988-1997)”na yönelik bir çalışma bu. Almanya’da ve yurtdışında yaşayan Türkiye kökenli göçmenlerin kültürel yaşama çekilmesi ve barış kültürünün tanıtılması amaçlanan bir çalışma. Beni de davet ettiler bu çalışmaya. Sanırım iki yıla yakın sürdü bu birliktelik. Bazen sabahlara kadar, bazen geniş katılımlı, bazen kitapların arasında ama herzaman arkada Doğan Abi’nin seçtiği bir klasik müzik eşliğinde… Heyacanla, şevkle… “Hedef kitleniz cahildir bu işlerden anlamazlar” gibi söylemlere, yaptığımız işi küçültmeye ve “lüks” görmeye çalışan yaklaşımlara, imalı alaylara inat… Yaz çiz boz… Hayatımda bu kadar yoğun yaşadığım ve çok şey öğrendiğim dönem az olmuştur. Hergün yeni bir bilgi bombardımanına maruz kalıyordum. Felsefe, mantık, edebiyat, doğa, tarih, humanizma, aydınlanma…

1994-95 yarıyılında benim kurucularından olduğum ve hala çalıştığım Essen Üniversitesi’nin Türkistik bölümünde, kadromuz tamamlanmadan önce bize büyük bir destek Verdi ve okutman olarak da çalıştı. Keyifli aylardı. O zaman Fransızcayla karşılaştırararak hazırladığı, “Türkçedeki bağlayıcılar” başlıklı bir çalışmasından hala yararlanırım ben. Oturmuş tek tek neredeyse tüm bağlayıcıları çıkartmış, birer de örnek vermiş. Emeği ne kadar değerli bir insandı.

„YAKALIM BİRER DOLMA!”

Ve müzik. Doğan Abi’nin Weber Bandotek adını verdiği arşivi ve sonsuz müzik bilgisi. Gelsenkirchen’de oturduğu sokağın adıydı Weber. Elindeki, daha sonra, eğitimde kullanılması koşuluyla Anadolu Üniversitesi’ne bağışladığı müzik arşivine bu ismi vermişti. “Berincim” demişti, “Weber adını taşıyan bir sokakta oturmak beni mutlu ediyor. Bak! Carl Maria von Weber bir müzisyen. Mozart’ın ardcısı. Müthiş bir opera ustası. Sonra bir de Max Weber var. Felsefenin ustası. Eh bir de bizim oturduğumuz sokağa borcum var. Üçü bir arada. Tadından yenmez. Hadi bakalım, yakalım bir dolma!”

Doğan Abi çok sigara içerdi. Hani dibine kadar denir ya öyle. Markasını unuttum ama galiba Drum’du. Ritüeli vardı bu konuda. Tütün alır, sabahtan onları sarma makinasıyla sarar, sigara tabakasına koyar, hepimize de ikram ederdi. Bunların adı “dolma”ydı. “Yakalım birer dolma Berincim!” Sesi kulaklarımda. Ben de içerdim o sıralarda hem de 2 pakete yakın. Sosyal yardımla yaşadığımız için sigara bir lükstü elbette. Doğan Abi bu yükü sarma sigarayla hafifletiyordu. Ertan da çok içerdi doğrusu. Karşılıklı tüttürüp dururlardı. Ertan’la da epey çalıştılar. Doğan Abi, bir kültür haritası hazırlamak istiyordu. Zaman dilimlerine göre, ilkçağdan başlamak üzere müzik, edebiyat, sanat ve kültür alanlarında, hangi ülkede, neler ve kimlerin olduğu, hangi akımların hangi politik- sosyal gelişmelere yol açtığını bir bakışta, birbirine paralel olarak görebileceğimiz bir kültürel gelişme haritası. Bunun için bilgisayar programları buldular, yazdılar çizdiler ama sonu gelemedi. Bu arada Ertan hastalandı, ameliyat oldu… Ara verdiler, bir daha da başlayamadılar bıraktıkları yerden. Ama çok yoğun bir emek verdiklerini anımsıyorum.

YENİDEN KAVUŞULAN…

Ertan bir caz müziğini bir de Orhan Gencebay’I çok sever ve dinlerdi. Doğan Abi ile tartışılmıyor bile aralarında) Sonra bir gün… Kerem Görsev üzerine konuşuyorlardı. Kerem o sıralarda müthiş parlamış ve Türkiye’de cazın en önemli isimlerinden biri olmuş. Albümleri çıkıyor, televizyon programları yapıyor (ayrıca laf aramızda çok da yakışıklı)… Doğan Abi bir taraftan oğlunun başarısına seviniyor ama, diğer yandan bir sıkıntısı da var. O gün dayanamadı ve Ertan’a, tam da karşılıklı konyaklarını yudumlarken, biraz üzüntülü bir sesle, ondan hiç beklemiyordum tonunda, “ Ertancım bizim oğlan da cazcı oldu işte” diyiverdi. Ertan cazcı ya, altında kalmadı, “Doğan Abicim, caz direnişin, başkaldırının, ezilenin sesidir. Senin oğlundan da başkaldırıdan başka ne bekleyebilirsin?” diye yanıtladı. Doğan Abi’nin yüz ifadesi fotoğraf gibi kalmış aklımda. Derin bir sessizlik oldu. Önce Ertan’a bakarak sonra gözlerini yere dikerek düşündü. Sonra, yüzünde yumuşacık ve şaşkın bir ifadeyle, başını hafif eğip “Yaa!” dedi sadece.

Sonra, bir kaç yıl sonra, Ali Gürcan’ın organize etmesi sonucunda Kerem Görsev, Gelsenkirchen’de muhteşem bir şatoda (ismini unuttum) muhteşem bir konser verdi. Biz hepimiz oradaydık. Almanların katılımı çok yoğundu. Orada Doğan Abi oğluna yönelik bir konuşma yaptı. Çok gurur duyduğu, onu çok ama çok sevdiği sesindeki titremeden, gözlerindeki ifadeden anlaşılabiliyordu. Geçmiş günlerde hayatındaki diğer öncelikler yüzünden oğlunu yeterince anlayacak zamanı bulamadığını, şimdi onu anlamaya başladığını ve oğluyla gurur duyduğunu söyledi. Bunu o kadar güzel dile getirmişti ve yumuşacık gözleriyle oğluna öyle bir bakmıştı ki, kendimi tutamayıp hüngür hüngür ağladığımı çok iyi hatırlıyorum. Herkes çok duygulanmıştı. Nesrin Abla da heyecanlıydı. Bir ara kimselere göstermeden göz çukurunda biriken yaşı sildiğini farkettim. Kerem de o gün, babası için bestelediği eserini çaldı ilk olarak. „Yeniden kavuşulan babaya“ gibi bir başlıkla isimlendirmişti eserini. Kerem’in parmakları altında o gün o piyano, bir baba ile oğul yüreğinin kucaklaşmasını anlatan bir ışıklı yol olmuştu adeta. Bu, benim açımdan çok anlamlı ve sembolik bir buluşmaydı. Politik önceliklerimiz nedeniyle istemeden ihmal ettiğimiz sevdiklerimiz geçmişti konser boyunca gözlerimin önünden.

Ben, Weber Strasse’ye elimden geldiğince uğramaya çalışırdım. Duvarlarında resimler, koca bir müzik arşivi ve içindeki herşeyle o ev bana huzur verirdi. Ayrıca ne zaman gitsem Nesrin Abla bir yenilik çıkarırdı önüme. Bazen bir nefis yemek, bazen dilimlenmiş ananas, bazen enteresan bir tartışma konusu, bazen de ortak sorunumuz olan “kemik sağlığı” sohbetleri ve ama her zaman sıcacık bir sevgi. Bu arada Doğan Abi’nin harika sütlaş yaptığını da eklemeliyim. Nesrin Abla’nın Türkiye’de olduğu zamanlarda acaba sadece sütlaçla mı besleniyor diye düşünürdüm bazen. Tadı kıvamı tam yerinde. Zerrin, geçirdiği felç nedeniyle hastanede yatarken Doğan Abi, güç verir diye hergün kase kase taze sütlaç taşımıştı Zerrin’e. Atlıyor bisikletine, sepete doldurduğu sütlaçları getiriyordu hastaneye. Bizimki bir süre sonra sütlaca tamamen doymuş, ama bunu Doğan Abi’ye bir türlü söyleyememişti. Bizim zor günlerimizde hep yanımızda oldu Doğan Abi..

Fransa ve Fransız aydınlanmasının hayranıydı. Müthiş bir Fransızcası vardı. Bielefeld’den ortak dostumuz Nebahat Pohlreich’in mahut organizasyonlarından birinde, içlerinde Aydın Karahasan ve Serol Teber’in de bulunduğu (ne yazık ki onlar da artık aramızda değil) bir grupla Paris’e gittik. Akşama kadar gezdik, otele geldik, yemek yiyeceğiz. Doğan Abi yok. Sabah oldu, yine yok. Çok endişelendik. Polise haber verdik. Az sonra polis arabasıyla geldi Doğan Abi. Otelden sabah hep beraber çıktık ya, bizim tempomuzu ve fazla lay lay lom halimizi tutmamış olacak ki, bizden ayrılmış. Orası senin burası benim derken Paris’in taaa öbür ucuna gitmiş. O zamanlarda bugünki gibi cep telefonları falan yok. Kaybolmuş Doğan Abi.. Otelin ismini de almadan ve hangi semtte olduğuna da dikkat etmeden çıkmış yola. Sonuç: Doğan Abi’nin bu kaybolma hadisesini senelerce anlatıp anlatıp güldük. Polis, onun bir Fransız kadar mükemmel Fransızca konuşup, Fransız kültürüne onlardan daha derinlemesine hakim olup da kaldığı oteli bilmemesine çok şaşırmışlar.

Doğan Abi ile bir de „birer Schluck“ (bir yudum) atalım maceralarımız vardır. Fiyatı en uygun ama lezzeti yerinde olan Chantre içerdik birer kadeh genellikle. Sonra İspanyolların, üzerinde boğa silüeti olan Veteranosunu keşfettik. Paramız olduğunda da Yunanların birinci sınıf Mataxası... Ertan‘ın da en sevdiği içkiydi konyak ya da brandy. Tabii yemek dışında. „Sofranın kralı rakıdır“ derdi Ertan. Ah Doğan Abicim, ah Ertancım, yaşasaydınız da, „parlatsaydık birer Schluck“…

Doğan Abi ile ilgili okadar çok anım var ki, hangisini anlatacağımı bilemiyorum. İnsan birisini kaybedince daha yoğun düşünmeye başlıyor o kişi ile ilişkisini, yaşadıklarını. Sanki hayatımın tüm evrelerinde yer almış gibi Doğan Abim. Gençliğimin, orta yaşlılığımın, sürgün yaşamımın, iyi ve kötü günlerimin ayrılmaz bir parçası. Hafızamın bir bölümü de onunla gitti sonsuzluğa. Güzel uyu Doğan Abicim. Yıldızlar yorganın olsun… (Berin Uyar, 18 Kasım 2015)

(Fotoğrafları ben çektim: Weber Strasse'deki evden ve Köln'deki Käthe Kollwitz Müzesi'nden. Doğan Abi de kardeşim Zerrin de yok artık aramızda.

18 Kasım 2015, Essen

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (www.marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Hack Forum Hacker Forum Hack Forumu Warez Forumu Hacker Sitesi Hacking Forum illegal forum illegal forum sitesi warez scriptler nulled forum crack forumu hacking forumu illegal hack forumu hacking forums