- 19.06.2023 09:23
Hikâyeye güven olmayınca aktörlere de güven oluşmadı; herkes, aktörler de seçmen de son on beş yıldır bulunduğu pozisyonu değiştirecek motivasyonu ve dürtüyü hissetmedi
Seçim sonuçları yorumlarından önce bu hafta da serinkanlıca sayıları analiz etmeye devam edelim. Geçen haftadan hatırlayalım, 14 Mayıs seçimlerine katılım yüzde 88.9 ile 1991 seçimlerinden bu yana en yüksek seviyesine çıktı. Cumhurbaşkanı seçiminin 1’inci tur oylamasında da yüzde 88.9 olarak gerçekleşen katılım, 2’nci turda yüzde 84.2’ye düştü. Güneydoğu Anadolu, Kuzeydoğu Anadolu, Ortadoğu Anadolu ve Doğu Karadeniz bölgelerinde Türkiye ortalamasının altına düşen seçime katılım oranı, batıya geldikçe yükseldi. Ayrıca, doğu bölgelerinde 2018 seçimlerine göre düşen katılım, 28 Mayıs’taki 2’nci tur oylamasında da düştü. Geçersiz oy oranları da milletvekili seçiminde daha yüksek oldu, en çok geçersiz oy doğu bölgelerinden çıktı.
Oy oranlarının yıllar içindeki değişim seyrine bakıldığında, Ak Parti’nin 2002 oyuna geri döndüğü görülse de Ak Parti’nin kaybettiği oyların muhalefet blokuna geçmediği de görülüyor. MHP’nin son seçimden bu yana yalnızca 1 puan kaybetmesi, Cumhur İttifakı’nın bir diğer bileşeni olan Yeniden Refah Partisi’nin yüzde 2.8 oy oranına erişmesi Cumhur İttifakı’nın parlamento çoğunluğu elde etmesini sağladı.
Erdoğan kendi partisi oy kaybetse de seçmenini Cumhur İttifakı içinde tutmayı başardı. Bunu başarırken seçmenine “devletin güvenlik ve beka riskini”, “sol fikriyata ve teröre karşıtlığını”, “sosyal yardımları ve kazanımları kaybetme korkusunu”, “değişimin kaos ve karmaşa üreteceğini” anlattı. Tüm bunları müesses nizamın gücüyle yaptı. Duyguları manipüle etti. Seçim süreci adil ve demokratik işlemedi, siyasi alana müesses nizamın tüm aygıtlarıyla müdahale edildi. Süreci etkileyen unsurları, aktörleri, algıları, duyguları çoğaltabiliriz.
Bunların her birinin şu veya bu oranda etkisi oldu kuşkusuz. Seçimi ikinci tura taşımayı ve ikinci turda kazanmayı hedeflemişti ve başardı.
Erdoğan seçimi kazanmayı başardı ama başarırken oy sayısını artırarak değil, partisine ve kendisine bir kez de olsa oy vermiş seçmenini etrafında tutmayı başararak kazandı. Erdoğan’ın kazandığı son üç cumhurbaşkanlığı seçiminin sayısal sonuçlarını yukarıdaki tabloda görüyorsunuz.
2014 cumhurbaşkanlığı seçiminde Erdoğan 21 milyon oy almış. Hatırlayalım o seçimde MHP Ekmeleddin İhsanoğlu’nu desteklemişti. Yine dikkatinizi çekeyim, 2014 seçimleri oy vermeyenlerin de en yüksek olduğu seçim olmuştu. 2018’de Erdoğan’ın oyu 26.3 milyona çıktı ama Ak Parti oyuna MHP oyu eklendi. Bu kez 27.8 milyon oy aldı, bu oyun 5.5 milyonu MHP, 1.5 milyonu Yeniden Refah Partisi ve 0.5 milyonu Büyük Birlik Partisi’nden geldi. Seçmen sayısı 2014’ten 2023’e yüzde 15 oranında artmışken Erdoğan oyu sayısal olarak artmamış aslında.
Tüm muhalefet oyu ise 25 milyon mertebesinde değişmeden kalmış. Yine hatırlayalım, aradaki 2017 referandumunda da “evet” oyları 25.1 milyon, “hayır” oyları 23.8 milyondu. Bir bakıma hangi seçimi yaparsak yapalım 25 milyon bir tarafta 27 milyon diğer tarafta bir bölünme olduğunu ve bu bölünmenin de giderek kalıcılaşmakta olduğunu gözlüyoruz.
Bu bölünmeyi yalnızca siyasetten, siyasi aktörlerden anlamlandırmak eksik olabilir. KONDA’nın yayınladığı “Sandık Analiz Raporu”na göre 2023 genel seçim, cumhurbaşkanı seçimi, seçime katılım durumu, geçersiz oy durumu ve sosyoekonomik gelişmişlik seviyesi değişkenlerini kullanarak bir kümeleme analizi yaptığımızda yukarıdaki gibi bir tablo karşımıza çıkıyor. Kümeleme analizi, bu sonuçlar üzerinden ilçe bazlı olarak Türkiye’yi 5 kümeye ayırıyor:
Aşağıdaki harita, bu kümelerin Türkiye geneline dağılımını ilçe bazlı olarak gösteriyor.
1. Küme: Yukarıda yer alan harita üzerinden de görüldüğü gibi, bu beş kümenin coğrafi dağılımı bir örüntü ortaya koyuyor. 1’inci kümede yer alan ilçeler, Türkiye’nin doğu bölgelerinde yer alan ilçelerden oluşuyor. Erdoğan’ın düşük, Kılıçdaroğlu’nun yüksek oranda oy aldığı bu kümede Yeşil Sol Parti dominant parti. Seçime katılımın düşük olduğu, geçersiz oyların yüksek olduğu bu kümedeki ilçelerde SEGE seviyesi de düşük.
2. Küme: Cumhur İttifakı’nın dominant olduğu 2’nci kümedeki ilçelerde Erdoğan’ın oyu yüksek, Kılıçdaroğlu’nun oyu düşüktür. Katılım oranının yüksek olduğu bu ilçeler, doğu bölgeleri haricinde tüm Türkiye’ye neredeyse heterojen dağılıyor. Geçersiz oy oranının Türkiye ortalamasıyla aynı seviyede olduğu bu kümedeki ilçelerin SEGE seviyesi de düşük.
3. Küme: Bu kümede yer alan ilçelerde Erdoğan’ın oyu yüksek, Kılıçdaroğlu’nun oyu düşük. Ak Parti’nin güçlü olduğu bu ilçelerde, katılım yüksek, geçersiz oyların oranı düşük. SEGE seviyesinin yüksek olduğu bu kümedeki ilçeler, İstanbul’u da kapsıyor ve Doğu Marmara’nın da bir kısmı bu kümede yer alıyor. Ayrıca bu kümede yer alan ilçeler, Anadolu’da örüntü bozan ilçeler olarak da öne çıkıyor.
4. Küme: Erdoğan’ın oyunun dominant olduğu 4’üncü küme ilçelerde Kılıçdaroğlu en düşük oranda oy aldı. Cumhur İttifakı’nın dominant biçimde oy aldığı bu kümede Yeniden Refah Partisi en yüksek orandaki oy oranına erişti. Katılımın ve geçersiz oyların Türkiye ortalaması düzeyinde olduğu bu kümede yer alan ilçelerin SEGE seviyesiyse düşük. Bu ilçeler, Doğu Marmara, Batı ve Doğu Karadeniz, Batı Anadolu ve Güneydoğu Anadolu bölgesinde bulunuyor. Deprem bölgesinin pek çok ilçesi de bu kümede yer alıyor.
5. Küme: Türkiye’de batı ve güney kıyı şeridine yerleşiyor; Batı Marmara ve Ege’nin iç kesimlerinde de bu kümede yer alan ilçeler bulunuyor. 5’inci kümede yer alan ilçelerden Erdoğan en düşük oy oranını alıyor, Kılıçdaroğlu yüksek bir orana ulaşıyor. Bu kümedeki ilçelerde CHP dominant partiyken TİP, en yüksek oranda oya bu kümede erişiyor. Seçime katılımın yüksek olduğu bu kümede geçersiz oyların oranı da düşük. Bu küme, sosyoekonomik gelişmişlik seviyesinin de yüksek olduğu ilçelerden oluşuyor.
Birçok siyasi ve sosyoekonomik unsuru bir arada değerlendiren bu analizin gösterdiği ana karakteristik şudur kanımca: Sosyoekonomik gelişmişlik bir anın değil iki yüzyıla yaklaşan kalkınma ve modernleşme hikayemizin geldiği noktayı gösteriyor. Aynı zamanda coğrafi dağılım kültürel kimliklere işaret ediyor. Yani seçim sonuçlarını yalnızca adaylar ve vaatler ve de kampanyalar üzerinden değerlendirmek eksik olabilir. Karşımızdaki tablonun ekonomik, kültürel, tarihsel ve elbette siyasal ipuçları, karakterleri ve sonuçları var.
Daha soyut ve siyasi hayatımızdaki geleneksel siyasi damarlar üzerinden seçim tarihine baktığımızda ilginç bir örüntü ortaya çıkıyor. 23 Aralık 2022 tarihli Oksijen gazetesinde bu köşede verdiğim tablo üzerinden baktığımızda ana örüntü gözleniyor.
1950’de Demokrat Parti ile başlayan “sağ siyasi damarın” daha sonra Türkçü ve İslâmcı partilerin güçlendiği oranda dağıldığını, ama Ak Parti ile beraber tüm sağ hareketin konsolide olduğunu görüyoruz. Türkçü, milliyetçi hareket ise her koşulda kendi varlığını ve partisini en düşük zamanında bile yüzde 10 mertebesinde koruyor. Bir bakıma İslâmcı hareket tarz değiştirerek geleneksel sağı da kendi içinde eritmiş ya da kapsama alanını genişletmiş denebilir.
Merkez sol kanatta ise CHP yüzde 40 mertebesini yalnızca iki seçimde geçebilmiş durumda; arada Halkçı Parti, Sosyal Demokrat Parti ve Demokratik Sol Parti şeklindeki ayrışmalara karşın, bugün hepsi yine CHP’de konsolide olurken oy oranı yüzde 25 mertebesine kilitlenmiş halde.
Kürt siyasi temsilci ve hareketleri ise ilk seçim dönemlerinde hem Demokrat Parti hem de CHP içinde var olabilmiş, sisteme yakın düşünen Kürtlerin temsilcileri sağ partilerde, sisteme muhalif Kürtlerin temsilcileri ise sol partilerden siyasete dahil olmuş, 2007 seçimlerinden itibarense önce bağımsız adaylar yoluyla 2015’ten itibaren de kendi partileriyle temsil edilmiş haldeler.
Sağ cenah 2018 seçimlerine kadar Ak Parti’de konsolide olurken sol cenahta bir konsolidasyon sürecinin yaşanmadığı tablodan görülüyor. Başkanlık sistemi sürdüğü ve kazanmak için yüzde 50+1 oy gerektiği sürece konsolidasyonun süreceği öngörülebilirdi ama öyle olmadı, aksine son dört yılda bile birçok parti kuruldu, seçimlere 36 parti katılma hakkını elde etti. Konsolidasyon yerine ittifaklar oluşturuldu. Bundan sonraki dönemde başkanlık sisteminin de devam edeceği öngörülebileceğine göre ittifaklar devam edecek mi yoksa konsolidasyon mu yaşanacak göreceğiz.
Şimdiye dek yapılan seçimlerin sonuçlarına dair bir başka okuma, sonuçları geleneksel sol-sağ siyasi tanımları üzerinden anlamlandırmak oldu. Sol aşağıdaki tabloyu sağ ve sol üzerinden toplayarak özetlediğimizde ise sağ aşağıdaki tablo oluşuyor. Tabloda dikkat çeken temel örüntü, 1950 seçimlerinden bu yana sağ oyların ya da muhafazakâr seçmenin siyasi tercihlerine hitap eden sağ partilerin oylarının toplamının ortalama yüzde 60-65 bandında, seküler seçmeni veya sol fikriyatı temsil eden oyların da yüzde 35-40 bandında olması. Fakat bu oylar bugün yüzde 27-29 gibi CHP ve sol partilere, yüzde 10-13 gibi de Kürt siyasetini temsil eden partilerde konumlanıyor.
70 yıldır üç Türkiye değişmiyor
Bu tablo da bizi daha önce bahsettiğim muhafazakârlar-sekülerler-Kürtler şeklindeki üç Türkiye analizine getiriyor. Ülkenin de dünyanın da çağ değiştirdiği son yetmiş yılda bu üçleme ve ağırlıkları değişmiyor ise sorun var demektir. Çünkü sorun, aynı zamanda üç Türkiye olmasıdır ve üç Türkiye’nin seçmeni aynı siyasi pozisyon ve kimlikten düşünmeye, davranmaya devam ettikçe de gidişatın başaktörü değişmeyecek bir sayısal kompozisyondur karşımızdaki.
Yine andığım yazıdaki analizlerin ardından şunu not etmişim: “Altılı Masa'nın fırsat alanı da bu yeni siyasetten geçiyor. Ara dönemler hariç sol-sağ veya muhafazakâr-milliyetçi-sosyal demokrat partiler ilk kez bir araya gelmiş durumdalar. Onları bir araya getiren koşullar, gerekler ve kendi gerekçelerini aşarak yeni bir siyaset üretmek zorundalar. Kimliklerini, seçmen tabanlarını da aşarak hatta dönüştürerek yeni bir hikâye yazmak zorundalar. Ancak o zaman sol-sağ ayrışmasını ya da kimliklere dayalı üç Türkiye tablosunu aşabilirler. Seçim tarihini hangi fırsatın üzerinden anlamlandırmaya çalışırsak bugünkü gidişatı değiştirebiliriz sorusuna cevap aramak için bakarsanız, cevap değişim, düzen değişikliği vaadinin önde olduğu seçimler bana kalırsa.
O nedenle bugün Altılı Masa'daki partiler kendi kimliklerine, seçmen tabanlarının duygularına, kendi zihni ve ruhi ambargolarına, kendi parti çıkarlarına sıkışarak o beklenen büyük hikâye ve siyaseti üretemediklerini görmeliler.”
Yazının başında Erdoğan kazandı demiştim. Ama bu analizler gösteriyor ki aslında muhalefet kaybetti. Çünkü muhalefetin elbette Kılıçdaroğlu ve CHP başta olmak üzere tüm aktörleri durumu, gidişatı yalnızca güncelden okudular ve bir ütopyaya, bir vizyona dayanmayan söylemlere yaslandılar. Sonuçta neden bir aday etrafında birleştiklerini, değişimin kaos ve karmaşa üretmeden başarılacağını seçmene anlatamadılar. Hikâyeye güven olmayınca aktörlere de güven oluşmadı. Herkes, aktörler de seçmen de son on beş yıldır bulunduğu pozisyonu değiştirecek motivasyonu ve dürtüyü hissetmedi.
Bekir Ağırdır'ın bu yazısı, Oksijen gazetesinden alındı.
Yorum Yap