"Ah bir ataş ver, cigaramı yakayım!"

  • 5.02.2015 00:00

 Çok sevdiğim bir İzmir türküsüdür “Ah bir ataş ver, cigaramı yakayım/Sen salın gez, ben boyuna bakayım/Uzun olur gemilerin direği/Ah yanık olur efelerin yüreği/Uzun olur gemilerin direği/Ah çatal olur efelerin yüreği…”

Nerden aklıma mı geldi? Şurdan: 19 Temmuz 2009’dan itibaren yürürlüğe konulan ‘kapalı yerlerde sigara yasağı’  konusunda AKP iktidarının tavizsiz tutumumun arka planında neyin olduğu bilemiyorum ama gerekçe ne olursa olsun bunun sonuçları açısından olumlu bir uygulama olduğunu düşünmüşümdür. Fakat hayatım boyunca sigara içmediğim halde, uygulamanın bu kadar katı ve radikal olmasını doğru bulmamışımdır. Sigarasız yaşama daha yumuşak bir şekilde geçmek mümkün diye düşünmüşümdür. Bu sertlik de beni hep kuşkulandırmıştır. Ama esas Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın sigara konusundaki kişisel çıkışlarını çok garipsemişimdir. 2014 yılında Esenler’de bir kafede sigara içen gençlere ‘terbiyesizler’ diye girişmesini anımsarsınız. Epey tartışmıştık ama sonunda “kötü niyetli olmayalım, gençlerimizin iyiliğini istiyordur hakikaten” deyip susmuştuk. Geçen gün Erdoğan Yeşilay’ın düzenlediği iftarda “bir Müslümanın ne alkolle, ne uyuşturucu ile ne de sigara ile işi yoktur olamaz. Bakıyorsun hoca koskoca profesör sigara alkol bunların hepsini götürüyor. Sonra kendini savunuyor. Sonra başkası yapınca bunları yapmamalısın diyor. Ben medya ile bu konuda çok savaş verdim.” (cümle yapısı, imla kendisine ait.) derken yüzünü öyle buruşturdu ki aklıma IV. Murad geliverdi ve bu haftayı sigara konusuna ayırmaya karar verdim. (Alkol konusunda daha önce bir kaç kez yazmıştım. Örneğin şu yazılar: 
http://www.radikal.com.tr/yazarlar/ayse_hur/meyhaneye_gel_kim_ne_riya_var_ne_murai-1134981, http://arsiv.taraf.com.tr/yazilar/ayse-hur/icki-butun-curumlerin-anasi-midir/14415/.İlerde belki uyuşturucu konusuna da değenirim.)

Kolomb’un hediyesi

Tütün, patlıcangiller (Solanacease) familyasından altmış dört cinsi içinde barındıran, bilimsel adı ‘nicotiana’ olan türün bir üyesi. Tütünün ana vatanının Asya mı, Avustralya mı yoksa Amerika kıtası mı olduğu yolunda değişik teoriler varsa da, genel kabul, tütünü Avrupa’ya tanıtan kişinin 1492 yılında Amerika Kıtası’nı ‘keşfeden’ Kristof Kolomb olduğu. Kaynaklara göre, Kolomb’un adamları, tütünle ilk kez Venezuela kıyılarının açıklarındaki bugünkü adıyla Trinidad ve Tobago Adaları’nda tanışmışlardı. Yerlilerin bir bitkinin yapraklarını bir çubuğa yerleştirdiklerini, daha sonra yakarak dumanını içlerine çektiklerini gören Kolomb ve arkadaşları, yerlilerin ‘tobacco’ adını verdikleri tütünü Avrupa’ya getirdiklerinde bu kadar tutulacağını muhtemelen tahmin etmemişlerdi. Gerçekten de, daha sonraki yıllarda Amerika kıtasına adını veren Amerigo Vespuci, dünyanın çevresini dolaşan Ferdinand Macellan ve Güney Amerika’daki Aztek uygarlığının sonunu getiren ve kıtayı İspanya’nın sömürgesi yapan Hernando Cortez gibi Kolomb’un ardılları, Kolomb ve yerliler gibi tütün tiryakisi olmuşlardı. Onların da etkisiyle, tütün Avrupa’da öyle bir moda olmuştu ki, 1550’lere kadar başta İspanya ve Portekiz olmak üzere, Belçika, İsviçre, İtalya, Fransa ve İngiltere’de tütün tanınıyor, hatta küçük çapta üretiliyordu. 

(Raleigh's First Pipe in England-Raleigh’in İngiltere’de İlk Piposu, Frederick William Fairholt, 1859)

Tütünün Osmanlı’ya gelişi

Tütünün Osmanlı coğrafyasına girişi ise 1570’lerde olmuştu. 1580 yılında III. Murat’ın Polonya Kralı’na gönderdiği hediyeler arasında ‘şifa verici’ olduğu düşünülen bu bitkinin kurutulmuş yapraklarının da olduğu, hatta Polonya’nın tütünü bu hediye ile tanıdığını belirten kaynaklar var. İlk tütün tarımının ise Muğla’ya bağlı Milas kazasında 1583 yılında başladığı sanılıyor. 1598 yılından itibaren Avrupalı tüccarlar, özellikle İngiliz, Fransız ve Hollandalılar, Amerikan tütününü başta İstanbul olmak üzere imparatorluğun büyük şehirlere getirmeye başlamışlar, bu da tütünde çeşitlenmeye ve modaya neden olmuştu.

Osmanlı toplumunda tütün, lüle veya nargile yardımıyla yakıp içilerek, toz halinde (enfiye) burundan çekilerek ve ağızda çiğnenerek tüketilirdi. Macar asıllı Osmanlı tarihçisi Peçevî, 1600’lü yılların ilk yarısına dair gözlemlerini içeren tarih kitabında “tütüne insanlar o kadar rağbet etmişti ki, ayak takımından bazı insanların tütünü çok içmelerinden dolayı kahvehanelerde insanların birbirini görmeleri güçleşmişti” der. Peçevî’ye göre sokaklarda ve pazarlarda insanlar lüleleri elde gezer, birbirinin gözüne “puf puf ederek” sokakları ve mahalleleri kokuturlar ve tütün üzerine birtakım manzumeler yazarak münasebetsiz bir şekilde okurlardı. Bu yüzden insanlar arasında pek çok kavgalar çıkıyordu. Tütünün kokusu insanların elbiselerine, evlerine siniyor, külleri etrafa kirletiyor, izmaritlerden yangınlar çıkıyordu. İşte bu sevimsiz sonuçları yüzünden, Avrupa’dakine paralel olarak Osmanlı ülkesinde de tütüne yasak konulacaktı. 

Yasaklar başlıyor

I. Ahmed’in tütünü yasaklayan 1609 tarihli fermanında, bir iki yıldan beri İngiltere’de ‘tabaga’ adı verilen bir yaprağı lülelere konup içilen bir nebatın devlet görevlilerinin, esnaf ve zanaatkârların işlerinden geri kalmalarına neden olduğu, bu nedenle bu nebatın Osmanlı ülkesinde ekilmesinin, ticaretinin ve içilmesinin yasaklandığı belirtiliyordu. Tütün içenlerin burnuna lüle denilen içme çubukları sokularak sokaklarda teşhir edileceklerdi. Bu yasaklamanın arkasındaki esas neden o yıllarda, sarayın ihtiyacı olan balmumunun tütün ilaçlamasında kullanılması yüzünden, balmumu fiyatının aşırı şekilde artmasıydı. Ancak, balmumun fiyatını arttıran tütün ilaçlamasında kullanılması değil, Avrupalı tüccarların Anadolu’dan ucuza topladıkları balmumunu Avrupa’ya götürmeleriydi. Saray sorunu yanlış teşhis etmişti. Benzeri fermanlar, 1610, 1614, 1618-1619 yıllarında tekrarlandığına göre yasaklama pek işe yaramamıştı ancak, 1622 yılında Sultan II. Osman’ın bir Yeniçeri ayaklanması sonunda öldürülmesi ve ardından patlak veren Abaza Paşa İsyanı’nın bastırılmasından sonra devlet işi sıkı tuttu ve 1630 yılında, tütün yasağı daha sert olarak tekrar uygulanmaya başladı. 

IV. Murad’ın şedit politikaları

Tütüne karşı en sert yasaklar, tarihe içkiciliği, sefahat âlemleri, gaddarlığı ve kan dökücülüğü ile geçmiş IV. Murad döneminde oldu. Tütün içerken yakaladığı kişileri bizzat öldürdüğü de kaydedilen IV. Murad (ki döneminde 17 bin ila 20 bin arasında kişinin öldürüldüğü iddia edilir), altı kızdan sonra ilk erkek çocuğu doğduğu için yapılan eğlenceler sırasında 1 Ağustos 1633’te Cibali’de bir kadırgada çıkan ve karada 20 bine yakın evi yok eden büyük yangından sorumlu tuttuğu tütünü tamamen yasakladı. Esas neden tütünün zararlarından çok, bu şenliklerle yangın arasında bağlantı kurarak padişaha kızan halkın, tütünün en çok tüketildiği mekânlar olan kahvehanelerde Padişah aleyhine konuşmalara başlamasıydı. İddialara göre padişah öyle öfkelenmişti ki, tebdili kıyafet edip sokaklarda tütün kullananları elleriyle öldürmekle kalmamış, kahvehaneleri de yıktırmıştı.

Tütün yasağı, IV. Murad’ın 1640 yılında ölümüyle sona erdi. Hatta kendisi de sıkı bir tütün tiryakisi olan Avcı Mehmet (IV) döneminde, 1633’te tütün içtiği için Halep Kadılığı’ndan azledilerek Kıbrıs’a sürgün edilmiş olan Bahaî Efendi’nin 1649’da Şeyhülislam olmasından itibaren tütün iyice serbest oldu. Tütünle ilgili dini tartışmalar da bu tarihten sonra başladı. Tütünün İslam’a göre haram mı, mekruh mu yoksa mubah mı olduğu konusunda günler ve geceler boyunca tartışıldı. Her bir iddiaya ayetler ve hadisler delil gösterildi, hatta yepyeni hadisler üretildi. Ancak, bu tartışmalar tütünü yasaklamaya yetmediği gibi bu tarihten itibaren Yenice, Kavala ve İskeçe bölgesinden başta olmak üzere, Osmanlı ülkesinin dört bir yanında tütün ekimi, ticareti ve tüketimi yaygınlaşırken, tüm dünyada ‘Şark tütünü’ diye yeni bir tür meşhur oldu.


(IV. Murad’ın Revan Seferi’nden bir sahne)


Devletin başı sıkışınca

1683 tarihli Tahrir Defteri’ne göre, o yıl Osmanlı İmparatorluğu’nun toplam 41 kazasında tütün tarımı yapılıyor, 10 binden fazla aile geçimini tütünden sağlıyordu. Ancak, aynı yıl yaşanan II. Viyana bozgunundan sonra, devlet hazinesini düzenlemeyi aklına koyan Sadrazam Fazıl Mustafa Paşa, 1688’de, imparatorluğun gayrimüslim tebaasını devletten soğuttuğu gerekçesiyle alkollü içeceklerden alınan ‘hamr-ü arak’ vergisi kaldırarak, yerine tütün vergisi koydu. 1691 yılında verginin şekli değiştirildi ve çiftçinin ürettiği tütünün yarısını aynî (mal) olarak veya nakdî (para) olarak devlete vermesi zorunlu kılındı. Bu ağır vergiye çiftçilerin tepkisi tütün üretimini durdurmak, tütün tarlalarını eksik göstermek veya hiç göstermemek oldu. Bu dönemde tütün kaçakçılığı hızla arttı. Özellikle kıyı bölgelerinde kayıklarla ülkeye tütün sokulması pek sıradan bir olay oldu. Sonunda 1697 yılında devlet bu gaddar usulden vazgeçerek, yerine dönüm başına 2,75 kuruşluk maktu bir vergi koydu. Bu uygulama Tanzimat’ın ilanına kadar tam 143 sene kesintisiz uygulandı. Devletin tavrını yumuşatması üzerine tütün tarımı tüm ülkeye yayıldı. Öyle ki 19. yüzyılın ikinci yarısında tüm imparatorluktaki kazaların yüzde 40’ına tekabül eden 400 kadar kazada, 150 bin çiftçi hanesi, 1 milyon dönümü aşkın alanda tütün tarımı yapıyordu. 

Tütünün bir ihtiyaç maddesi değil de keyif verici bir madde olduğu, dolayısıyla tüketicinin fiyatı ne olursa olsun tütünden vazgeçmeyeceği fikri ilk olarak II. Mahmut döneminde (1808-1826) oluşmaya başladı. Bu tarihten sonra, özellikle askeri alanlarda yapılan reformlar yüzünden artan ordunun masraflarını ve savaş giderlerini karşılamak için paraya ihtiyaç duyulduğu her durumda ilk akla gelen tütün vergisi oldu.


(İstanbul’da bir kahvehanede tütün mamüllerini tüketenler, Sebah-Joaillier,1898. Orijinali siyah-beyaz.)

Rüsum-ı Sitte İdaresi

1853-1856 Kırım Savaşı’ndan itibaren artan devlet borçlarının ödenmesi için Kasım 1879 tarihinde çıkarılan bir kararname ile damga (pul), tütün, müskirat (içki) balık avı, tuz ve bazı yerlerin ipek vergilerinin 10 yıl süreyle Galata bankerlerine bırakılmasına karar verildi. Bunun için de Rüsum-ı Sitte (Altı Vergi) idaresi kuruldu ve başına Bank-ı Osmani-i Şahane adına Fransız Hamilton Long getirildi. İstanbul bankerlerine verilen bu imtiyaz, dış borçların sahiplerini de harekete geçirdi. Rüsum-i Sitte’den pay almak isteyen Fransa ve Britanya’nın baskıları sonucu II. Abdülhamit, tüm Osmanlı borçlarının tek merkezde hesap edilip oradan ödenmesini taahhüt eden 23 Ekim 1880 tarihli kararnameyi yayımlamak zorunda kaldı. Yabancılarla yapılan uzun pazarlıklar sonucu, 20 Aralık 1881’de çıkarılan tarihinde çıkarılan bir başka kararname ile borçların alacaklıların oluşturacağı bir meclis tarafından yönetilmesi kabul edildi. Rumi takvime göre 28 Muharrem 1299 günü yayımlandığı için tarihe Muharrem Kararnamesi olarak geçen bu kararnamenin 15. maddesi uyarınca, tahvil sahiplerini temsil etmek ve haklarını korumak için Düyun-u Umumiye İdaresi kuruldu. Bu tarihten itibaren tütün ve içki üretiminden ithaline kadar bütün işlemler Düyun-u Umumiye İdaresi’nin denetiminde gerçekleşti.1884’te tütün ekiminin yarı hissesi Fransız Reji Şirketi’ne devredildi. Reji, Cumhuriyet’e kadar Osmanlı tütün üreticisini sömürdü durdu. 1995’e kadar faaliyet gösteren Cibali Tütün Fabrikası da 1884’te kurulmuştu. (Bina 2002’den beri Kadir Has Üniversitesi.)

Cumhuriyet döneminde tütün, alkollü içkiler, tuz, barut ve patlayıcı maddelerin işletmesi 1932 yılında kurulan inhisarlar Umum Müdürlüğü’ne verildi. 1941’de adı Tekel Genel Müdürlüğü olan kurum, 2008’de, özelleştirme kapsamında British American Tobacco (BAT) şirketinin iştiraki olan Tabac Turc Nargile ve Pipo Tütün Sanayi ve Ticaret AŞ’ye devredildi. 2010 yılında aylarca direnen 12 bin Tekel işçisinin sorunları da o zaman başladı.

Sigara kaçakçılığında son durum

Cumhuriyet dönemi boyunca tütün ekimiyle ilgili yaşanan sorunları anlatmaya yerimiz yetmez. AKP’nin tütün politikaları ile bağlantılı olarak 2000 yılında 583.000 olan tütün üreticisi aile sayısı, 2008 yılına gelindigˆinde yaklas¸ık % 69 oranında azalarak 194.000 seviyelerine geriledi. 2014’te sadece 66 bin aile tütün ekiyordu. Bu yılki sayı muhtemelen daha da düşük olacak. Bu ailelerin tütün yerine ne ektiklerini, yeni ziraat tarzlarıyla aralarının nasıl olduğunu, geçinip geçinemediklerini ben bilmiyorum, umarım devletimiz biliyordur.

Tütün üretici sayısındaki düs¸üs¸e paralel olarak üretim miktarında da önemli düs¸üs¸ler gerçekles¸ti elbette. Ama sigara yasakları ne kadar sert uygulanırsa uygulansın tütün tüketimi bu kadar hızlı düşmedi. Talep ithalatla karşılanıyor. İthalatın da bir kısmı yasal bir kısmı kaçak.

Aslında bir tütün ülkesi olduğumuz halde Düyun-u Umumiye döneminde başlayan ve Cumhuriyet tarihi boyunca süren sigara kaçakçılığının en büyük sorunlarımızdan biri olduğunu bizim kuşak bilir de gençler bilmeyebilir. Osmanlı ve erken Cumhuriyet döneminde tütün kaçakçılarına ‘ayıngacı’ denirdi. Örneğin “Çökertmeden çıktım da Halilim aman başım selâmet/Bitez de yalısına varmadan Halilim aman koptu kıyamet/…” diye devam eden Bodrum türküsü ‘ayıngacı Halil’in kolcularla yani jandarmayla müsademesine dairdir. Günümüzde sigara kaçakçılarının özel bir adı var mı bilmiyorum ama kaçakçılığın neden önlenemediğini Okan Acaroğlu’nun 2013 yılında Polis Akademesi’nde kabul edilmiş doktora tezinden birazcık da olsa öğrendim. Hepsi de 2013 yılında (yani çok yeni) yakalanan kaçakçılarla yapılmış derinlemesine görüşmelerden bir kaç cümle ile size de fikir vermeye çalışayım:

“Dogˆu’da hiç kontrol yok. Kontrol az. Ama beni zaten ihbar ettiler öyle yakalandım. Kontrolden falan degˆil. Zaten dükkânımın kars¸ısında MOBESE vardı. Polis her s¸eyi görüyordu.”

“Kontrol uzun yolda sıkı degˆil öncüler gidiyor haber veriyorlar. Genelde ihbar falan yoksa yolda pek yakalanmaz. Genelde buraya indirdikten sonra depoda falan yakalanır. I·nsanlar birbirlerini çekemiyorlar. I·hbar ediyorlar. I·hbar olmasa 1 tane mal yakalayamazlar.”

“Sigara kontrolleri normal. Çok sıkı degˆil. Zaten köpekler sigaranın kokusunu alamıyorlar. Bir de polis bas¸ka s¸eyler arıyor. Sigaraları görüp devam et diyenleri bile gördüm.”

“Kontrol hiç yok. Kontrol dıs¸arıya var ama o hanlara is¸ merkezlerine kontrol yapılmıyor. Ben dilekçe vermeme göstermeme ragˆmen olmuyor. Sokaktakini aramak için karara gerek yokmus¸ ama dükkânlar için karar çıkartmaları gerekiyormus¸.”

“Kontrol hem var hem yok. Bir tır sigara Van’dan I·stanbul’a 20 ilden 100 ilçeden geçiyor belki de. Ama yakalanmıyor. Bu is¸te bir is¸ var. Bir de Van- Bas¸kale arası 100 km. Ankara Kırıkkale arası gibi aynı. Van-Bas¸kale arasında 7 ayrı kontrol noktası varken Ankara Kırıkkale arasında bir tane bile kontrol yok.”

“Yasaksa her yerde yasak olmalı. Gümrüklerden geçerken serbest. I·ç piyasaya girince yasak. Hiç kaçak sigara içiyor diye ceza alan duymadım. Yasaksa ona yasak degˆil mi? Talep var talebi sen devlet olarak engelleyemiyorsun. Arz eden mekanizmaları organizasyonları engellemiyorsun. Ee olan bizim gibi dara düs¸üp arada ekmek parasını çıkartmaya çalıs¸an garibana oluyor. Gücün yetiyorsa arzı ve talebi engelle. Mücadele ediliyormus¸ Hepsi hikâye, garibanın tepesine biniliyor.”

"Van'da mücadele genelde bu s¸ekilde aracı olanlara yöneliktir. Yani bir yerden toplu alıp o malı dagˆıtmaya çalıs¸an orta ölçekli çalıs¸anlara oluyor olan. Bu malı sınırdan getirten büyüklere genelde bir s¸ey olmaz. Tablacılara da burada dokunulmuyor. Orta ölçekli bu is¸i yapanlar da mutlaka tas¸ıyıcı olarak bas¸kalarını tutarlar benim gibi. Bu mal sahiplerine en fazla malı gider bas¸ka bir s¸ey olmaz. Bu sigara kaçakçılıgˆından en çok magˆdur olanlar s¸oförlerdir.”

“Benim sigara aldıgˆım toptancıyı almıyorlar. Onlar devletin asıl sahibi biz hiçiz. Onlar beyefendi olurlar o sigara parasıyla. Biz ise cezaevinde sürünürüz. Sigara kaçakçılıgˆını organize bir s¸ekilde yapanlara bir s¸ey olmuyor. Bu is¸i ferdi olarak yapan garibanlara olan oluyor.”

“Benim sigaraları aldıgˆım yerlere polis karıs¸mıyordu. Polisle anlas¸maları vardı. I·ki polis geldi at bakalım bir 200 dediler. Ben de 50 TL vardı. Verdim begˆenmediler. I·ki kis¸inin neresine yetecek dediler. I·s¸lem yaptılar.”

“Elazıgˆ’da polis kontrolleri çok sıkıydı. Tezgâha 3-4 kere gelirlerdi. Toptancılara operasyon yapıldıgˆını ben hiç görmedim. Polis yakaladıgˆı sigarayı tekrardan sattırıyor olabilir. Biz garibanız biz halka zarar mı veriyoruz? Faydalı bir s¸ey yapıyoruz. Sigara fiyatları artınca ne oldu bizim is¸lerimiz katlandı. Sigarayı içmeyi bırakmazlar.”

“4-5 senedir Güneydogˆuda sigara kaçakçılıgˆına bir yol verme var. Kontrol yok. Güneydogˆuda Tekel’den sigara alan bulamazsın yok. Bu is¸te gizli bir el var. Fiyatları arttırıyorsun, kaçakçılıkta patlama oluyor, kontrol etmiyorsun, mücadele etmiyorsun. I·s¸te bu apaçık tes¸viktir, yol vermedir.”


(28 Aralık 2011 günü, devletin uçakları tarafından atılan bombalarla katledilen 34 Roboskilinin en büyük suçu da kaçakçılıktı.)

Lafı uzatmayayım. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın koca koca profesörlerin sigarasıyla, içkisiyle uğraşmak yerine bu doktora çalışmasında belirtilen sorunları halletmeye çalışması (ve elbette Roboski Katliamı’nın sorumlularını ortaya çıkarması) daha mantıklı olacaktır diye düşünüyorum, ne dersiniz?…

Özet Kaynakça: Ehlikeyfin Kitabı, (Yay. Haz. Fatih Tığlı), Kitabevi Yayınları, 2004; Reşat Ekrem Koçu, Osmanlı Tarihinde Yasaklar, Tarih Dünyası Dergisi, Özel Sayı, 1950; Tütün Kitabı, Yayına Hazırlayan: Emine Gürsoy Naskali, Kitabevi Yayınları, 2003; Fehmi Yılmaz, “Osmanlı I·mparatorlugˆu’nda Tütün: Sosyal, Siyasi ve Ekonomik Tahlili (1600-1883), Marmara Üniversitesi Türkiyat Aras¸tırmaları Enstitüsü’nde 2005 yılında kabul edilmiş doktora tezi; Okan Acaroğlu, “Türkiye de sigara kaçakçılığı, karakteristikler, kullanılan yöntemler ve kaçakçı profili”, Polis Akademisi Başkanlığı, Güvenlik Bilimleri Enstitüsü’nde 2013 yılında kabul edilmiş doktora tezi.

Açıklama ve düzeltme: Geçen haftaki TBMM yazımla ilgili olarak okurumuz Murat Dursunoğlu’ndan bir mail aldım. Murat Bey, büyük bir nezaketle Kürt olmaktan hiç bir şekilde gocunmayacağını belirttikten sonra “bazıları Kürtlüklerini hiç açıklamadılar (örneğin Septioğlu ailesinin üyeleri), bazıları Türk milliyetçisi oldular (örneğin Erzurum Mebusu Cevat Dursunoğlu, Bitlis Senatörü Kamran İnan)” cümlemdeki iddiamın kaynağını sordu. Elbette kökenle ilgili iddiaları ispatlamak güç olduğu için kendisine inandırıcı bir kaynak sunamadım. Dahası, aksi ispat edilinceye kadar Murat Bey’in “ailemizin Kürt olduğuna dair hiçbir bilgi yok” demesine itibar ettim. Kendisi “hiç gerek yok” dedi ama bu yazışmayı sizlerle paylaşmayı borç bildim.

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (www.marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Hack Forum Hacker Forum Hack Forumu Warez Forumu Hacker Sitesi Hacking Forum illegal forum illegal forum sitesi warez scriptler nulled forum crack forumu hacking forumu illegal hack forumu hacking forums